İstiklal insan selinin aktığı bir cadde. Türkiye oradan akıyor diyeceğim ama son yıllarda dünyanın bir kısma daha çok karıştı o sele…

Sadece İstiklal’de değil, memleketin her sokağında pür dikkat yürümek gereken zamanlardan geçiyoruz!

Batılı ülkeler İstiklal civarındaki konsolosluklarını kapatıp, okullarında eğitime ara verdiler. Cemaatlerini kiliselerinden uzak durmaya çağırdılar, Ermeni cemaatinin bir lideri 3 IŞİD üyesinin eylem için Türkiye’ye girdiğini söyledi…

Yetkililer susunca endişelensek de, Bakan Soylu bunun Türkiye’ye karşı bir operasyon olduğunu açıkladı, rahatladık!

Neyse, “İstiklal’de pür dikkat yürümek” derken kastım bu son olaylar değil zaten. Tıpkı karanlıkta yürürken yaptığımız gibi, her adımda dikkat kesilerek ve hem kendimizi hem de etrafımızı kollayarak yürümemiz gereken bir yer haline gelen memlekette, şu kritik seçime gidilirken daha fazla dikkat şart oldu.

Öyle ya, memleketin birkaç kalesi dışında neredeyse tümüyle fethedilmiş medyasının yarattığı karanlıkta atacağımız yanlış bir adım tek adam diktasının cenderesinde daha büyük felaketlere sürüklenmemize yol açabilir.

Tam da bu nedenle, her birimizi kişisel çıkar veya siyasal hırslara esir olmamak, makam ve mevki pazarlıkları içinde geleceğimizi tehlikeye atan iktidar oyunlarına kapılmamak için uyarıp sorumluluğa çağıran seslere ihtiyaç var!

BirGün, 14 Nisan 2004’te, böylesi bir ses olmak için doğdu! Sorumluluk hisseden binlerce insanın fedakârlıklarıyla, aile bütçelerinden keserek getirdikleri, belki rakam olarak küçük ancak anlam olarak büyük katkılarıyla…

Artık gazetesini koltuğunun altına ismi dışardan görünecek şekilde koyan ve onu kendi kimliğinin bir parçası olarak gören okurlar da kalmadı pek.” demiş ve işte öyle bir gazete yaratmak için yola çıkmıştık.

Gazeteyi yapanlar olarak, ertesi gün bayilerde olacak ilk sayıyı 13 Nisan akşamı Karaköy’de bir vakıf binasının dördüncü katındaki büroda elimize almıştık. O ekipten birkaç kişi, 14 Nisan’da hava henüz aydınlanırken, bir bayiden gazete almak için değil ama kaç kişinin “koltuğunun altında ismi dışardan görünecek şekildeBirGün taşıdığını görmek için İstiklal Caddesi’nin kalabalığına koştuk. Gözümüz caddede akan insan selini tarayarak pür dikkat yürüyorduk. Elinde BirGün’le yürüyenleri gördükçe içimiz coşkuyla doluyor, o güne kadar çekilen sıkıntılar uçup gidiyordu.

O günden bugüne “patronsuz bir gazete” olmanın alameti farikası diyebileceğimiz ne çok sıkıntıyla boğuştuğumuzun tanığı da sizlersiniz. Gün oldu boğulur gibi olup “ÇIĞLIK” attık. Ama hiç boğulmadık! Düştüğümüz yerden kalktık hep!

Gazete ne zaman bir sıkıntıya düşse, tökezlese, onu yoktan var eden okurları, “binlerce patronu” yetişip omuz verdi. Böylece, gazetecilik tarihi açısından önemli bir örnek, “birkaç ay içinde kapanır” öngörülerini aşıp arkasında silinmez izler bırakarak bugünlere geldi.

Artık, Twitter’da 2 milyonun üzerinde, Facebook’ta 600 bin, Instagram’da 145 bin, YouTube’da da 36 bin kadar takipçisi olan bir BirGün var.

Abone sayısı yetersiz ama!

Birkaç gündür ilaç kutusu formunda bir kampanyaya tanık oluyorsunuz. BirGün’ün mevcut abonelerini 5’e, 10’a katlayamazsak yazık bize!

Kendi yapmadığım bir şeyi asla başkalarından istemem. Dünyanın orasına burasına dağılmış oğullarıma, kuzenlerime yılbaşı hediyem BirGün aboneliği olmuştu. Bu yazıyı yazarken kendi aboneliğimi de yeniledim.

Şimdi İstiklal’de değilse de memleketin karanlığında pür dikkat yürürken önümü görmeme çok faydası oluyor BirGün’ün.

Haydi, her gün bir doz abonelik! İnanın, faydasını görmesem önermezdim!