İzmir büyük depremi

Dr. Erkan SERÇE

Önce Körfez’in girişinde, İzmir’i korumak için yakın zamanda inşa edilmiş olan Sancak Kalesi yıkıldı. Mazgallarına kadar toprağa gömülen kalenin topları, bir anda sular altında kalarak görünmez oldu. Kalenin çevresindeki evlerin neredeyse tamamı yıkılmış, ağaçlar köklerinden sökülmüştü. Sancak Kale merkezinde başlayan depremin yarattığı korkunç gürültünün yaklaşık 20 km uzaklıktaki İzmir merkezine ulaşması bir-iki saniye sürmüş olmalıdır.

10 Temmuz 1688 günü, öğleden hemen önceydi; günlerden cumartesi olduğu ve İzmir’in Temmuz sıcağının yakıcı etkisinden kaçmak için şehirden uzaklaşmak isteğinde olan Frenklerin önemli bir kısmı ticarethanelerini kapatmış ve Bornova, Buca, Seydiköy gibi sayfiyelerde bulunan evlerine çekilmişlerdi. Kent merkezinde bulunan Yahudiler, sebt günü olduğu için evlerindeydiler. Müslümanlar ise normal bir günün çalışma alışkanlığı içinde, işleriyle uğraşıyorlardı. Olasılıkla pazaryerinde bulunan esnaf camiye gitmek için hazırlanıyor, evlerde kadınlar öğle yemeği için ocaklarını yakıyordu. Depremin etkisi İzmir merkezine ulaştığı sırada durum aşağı yukarı böyleydi. Kimse depremin geldiğini fark etmedi; ne kadar sürdüğünü de bugünkü değerlerle kaç şiddetinde olduğunu da bilmiyoruz.

Bildiklerimiz şunlar; kentin tümü öyle sarsılmıştı ki evlerin dörtte üçü yıkıldı. Duvarlarının bir kısmıyla birlikte eski gümrük binasının çatısı tamamen çöktü. İzmir ticaretinin doğal unsuru olarak çarşı merkezinde toplanan hanların depremden mi çöktüğünü, yoksa deprem sonrası başlayan yangında mı yok oldukları bilinmiyor. Doğası gereği deprem herkesi hazırlıksız yakalamış, ancak depremin zamanı yıkımın şiddetini katlamıştı. İddiaya göre deprem sırasında yıkılan bir evde ocaktaki yangın kısa sürede büyümüş, büyük çoğunluğu ahşap, depremden dolayı çökmüş ve insanların şaşkınlığı nedeniyle korumasız diğer binalara bulaşmakta gecikmemişti. Fransız bir tüccarın tanıklığına göre alevler rüzgâra rağmen Frenk Caddesi boyunca yayılmıştı. Bir başka noktada başlayan yangınsa Ermeni Mahallesi’nin tamamen küle dönmesine yol açtı. Çarşıya sıçrayan yangın, dükkânların yanı sıra, İplikçi Hanı hariç bütün han, depo ve mağazaları yok etti. Yanan hanların arasında kesme taştan yapılmış, kubbesi kurşun kaplı Köprülü Hanı da bulunuyordu. Şehre son darbeyi vuransa salgın hastalıklar oldu. Zarar muazzamdı; yanan malların yanı sıra yaklaşık 14,5 ton gümüş tutarında nakit kaybı kayıtlara geçmiştir. Ancak insan kaybı bununla karşılaştırılamayacak boyuttadır.

Deprem sonrasında şehirdeki Fransız yetkililer tarafından hazırlanan bir rapora göre, ölü sayısı 16-19.000 arasındaydı. Dönemin bazı kaynaklarında ölü sayısının 5.000 az olmadığı belirtilmektedir. Kesin olmamakla birlikte o dönemde İzmir nüfusunun 60-70.000 civarında olduğu düşünülecek olursa insan kaybının boyutu daha iyi anlaşılır. İngiliz raporları, kent nüfusunun deprem sonrası yarı yarıya azaldığını kaydetmektedir. Bu arada İzmir’de ticaret yapmak için yerleşmiş olan yabancı tüccarların büyük bölümü de şehri terk etti. Şehrin yeniden toparlanması için 30 yıldan fazla bir süre geçmesi gerekti.

İZMİR FAY HATTI

30 Ekim’de yaşanan depremle ilgili söylenenlerin içinde, İzmirlileri en çok kaygılandıran söylem, yaşanan depremin beklenen İzmir fayındaki deprem olmadığı idi. Buna göre yapılan yorumlarda, ‘tembel’ fay olarak nitelendirilen İzmir fayından kaynaklanacak bir depremin çok daha büyük kayıplara yol açacağı öngörülüyordu. Bu öngörü, yukarıda gelişimi ve sonuçlarını özetlediğimiz 1688 depremine bakılarak yapılan bir değerlendirmeye dayanmaktaydı. Ancak bilinmeyen, ‘tembel’ İzmir fay hattının hangi periyotta büyük bir deprem ürettiğidir. Bazı görüşlere göre, İS 178 yılında İzmir’in büyük ölçüde yok olmasına ve neredeyse yeni baştan inşa edilmesine yol açan deprem, aynı fay hattının ürettiği bir depremdir. Buna göre İzmir fay hattının deprem aralığı 1.000-1.500 yıl aralığındadır ki bu tahmin, ‘beklenen’ depremi zamanımızdan oldukça ileriye taşımaktadır.

DEPREM MASTER PLANI

Öte yandan İzmir’in, İzmir fay hattı dışında en az altı fay hattının kesişme noktasında olduğu da bilinmektedir. Dolayısıyla yaşam alanımızı İzmir fay hattına göre değil, her an yaşanabilecek bir depreme göre kurmamız gerektiği ortadadır. Nitekim İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Boğaziçi Üniversitesi’yle imzalanan protokol çerçevesinde, çalışmaları Burhan Özfatura döneminde başlayan ve Ahmet Piriştina döneminde 1999 yılında tamamlanan İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı da bu gerçeğe işaret etmektedir.

İzmir Deprem Senaryosu ve Deprem Master Planı, İzmir’de olası deprem zararlarını azaltmanın iki temel koşulunu belirlemişti. Birincisi, yeni yapılacak yapıların mevcut deprem riskini artırmamasını sağlamaktı ki bunun için kent planlaması ve arazi kullanım düzenlemelerinin deprem etkilerini göz önüne alacak şekilde yapılması, tüm bina, altyapı ve hizmet şebekelerinin depreme dayanıklı bir şekilde projelendirilmesi ve denetlenerek yapımı gerekliydi. İkincisiyse mevcut deprem riskinin azaltılması yönünde tedbirler almaktı. Bu koşulun sağlanması için ise deprem direnci zayıf yapı ve şebekelerin güçlendirilmesi, buna göre acil durum plan ve programların hazırlanarak uygulanması gerekliydi.

Peki, 21 yıl önce hazırlanmış bu plandaki önerilerin yerine getirilmiş olduğunu söylemek sizce mümkün mü?