Meşhur Evil Dead serisinin yönetmeni Sam Raimi, 2016’da Don’t Breathe/Nefesini Tut adlı korku filminin yapımcılığını üstlendiğinde, hikâyenin Detroit’te geçeceği konusunda hiç kimsenin şüphesi yokmuş. Ama yapım maliyeti ve biraz da güvenlik sorunları nedeniyle filmin tek bir sahnesi bile Detroit’te çekilmemiş.

Filmde, Detroit’in berbat mahallelerinde yaşayan üç gencin soymak için girdikleri evde gözleri görmeyen bir ihtiyarla yaşadıkları korkunç olaylar anlatılıyordu. İhtiyar, Irak’ın işgali sırasında patlayan bir bombayla gözlerini kaybetmiş eski bir askerdi. Suç dünyasına giren gençlerin çaresizliğini özellikle vurgulayan film, belli ölçüde bir sistem eleştirisi de içeriyordu: Çirkin bir düzende hayatta kalmaya çalışan gençler, bu düzeni kuran ve sürdürenlerin temsilcisi olan katil askere karşı…

Filmi yapan ekibin öyküyü Detroit’e yerleştirmesi çok isabetli bir karar tabii; Temmuz 2013’te iflas ettiğini açıklayan kent, Amerikan kapitalizminin giriş, gelişme ve sonuç aşamalarını pırıl pırıl göstermektedir. 20’inci yüzyılın başlarında Ford, Chrysler ve Chevrolet’nin bölgede kurduğu otomobil fabrikaları sayesinde Detroit’e taşınan Amerikalılar, Fordist üretim mekanizmasının, emeğe yabancılaşmanın, proleter sefaletinin, kapitalizmin ne olduğunu ilk elden gördüler. Bir zamanların ışıltılı şehri, bugün tam anlamıyla bir hayalet kent. Detroit merkezli ünlü yapım şirketi Motown Records’ın müzisyenlerinden Marvin Gaye durumu şöyle özetliyor: “Detroit cennet olacaktı, ama cehennem oldu.” (Aktaran, Charlie Leduff, Detroit - An American Autopsy, Penguin Press, 2013)

***

Geçtiğimiz haftalarda internet platformlarında gösterime giren Barbarian’da da başrolü Detroit’in kaptığını görüyoruz. Kentin perişan mahallelerinden birinde, çok sayıda insanın geçici ya da kalıcı mülkiyet hakkı iddiasında bulunduğu bir evde yaşanıyor olaylar.

Amerikan korku filmlerinde bodrumlar ve çatı katları, hem evde yaşayan ailenin hem de genel olarak o ailenin temsil ettiği toplumsal yapının bilinçaltına gönderme yapar. Buralar, göz önünde bulunması istenmeyen her şeyin yığıldığı ‘bastırma mekanları’dır. Öykülerin dehşeti de, işte o bastırılmış olanlardan, onların geri dönüşünden kaynaklanır.

Barbarian’daki evde de bir bodrum katı var. Ama bu bodrum, neredeyse mahallenin tamamının -Detroit’in- altını kaplayan bir tüneller ağıyla bağlantılıdır. Böylece sadece bilinçaltına değil, kentin bağırsaklarına da inmiş oluruz. Tahmin edeceğiniz gibi, tünelin ucu epey berbat bir yere çıkmaktadır.

Bu ağ sayesinde, evin kötücül karakterinde 1980lerde yaşanan ‘snuff’ (gerçek işkence ve ölüm sahneleri içeren porno film) patlamasının rolü olduğunu, bunun Detroit’te üretilen kaslı arabalarla (muscle car) kültürel ve sembolik bir bağlantı taşıdığını da görürüz. Tüneller ne kadar ileriye giderse, evin bilinçaltında da o kadar geriye gidilir. Detroit’i yıkan, aslında onu yapan şeydir: En acımasız haliyle kapitalizm.

Yapım-yönetim ekibi filmin adını Barbarian koyarken bunu düşünmüşler midir yoksa bilinçaltının bir oyunu mudur bilemem ama, Barbarian’ın “Ya sosyalizm, ya barbarlık!” sloganındaki barbarlığı özetlediği konusunda hiç şüphem yok.