Kupanın başlamasına az kala eski FIFA Başkanı Sepp Blatter, 2022 Dünya Kupası’nın Katar’a verilmesi kararının “hata” olduğunu dile getiriyor, Katar’ın turnuvaya ev sahipliği yapmak için “çok küçük bir ülke” olduğunu ve “futbol ve Dünya Kupası’nın ülke için çok büyük” olduğunu ekliyordu.

Katar; para ve rüşvetin gölgesinde Dünya Kupası!

Sanırım Uğur Vardan’ın bir yazısında okumuştum, Birçoğumuz hayatını dünya kupalarına bakarak ölçer, diyordu. 1962 Dünya Kupası’nda suya “bu” diyecek kadar küçüktüm, 1966’da ilkokula yeni başlayan bir futbol delisiydim, İngiltere kazanmıştı, aradan geçen onca zamandan sonra bile final maçında “top çizgiyi geçti mi geçmedi mi” sorusu hafızalarda kaldı. 1970 Kupası Meksika’da sahne aldı, mahalle maçlarında hepimizin Gerd Muller olmak istediği zamanlardı. 1974’te Berlin Duvarı yıkılmamıştı, Batı Almanya, Hollanda’yı finalde devirerek kupayı kaldırıyordu. 1978 Dünya Kupası zamanlarında, kaderleri, doğru ya da yanlış çözülmüş bir soruya bağlı çocuklar diyarında, liseyi bitirme, üniversite telaşındakilerden biriydim. Finalde ev sahibi takım Arjantin, Hollanda’yı uzatmalarda 3–1 yenerek kupayı kazandı. O kupadan aklımızda kalanlar; gol kralı Kempes, Karl-Heinz Rummenigge, Paolo Rossi, Archie Gemmill olmuştu. 1982 Dünya Kupası İspanya’da oynanacaktı. Son iki kupanın finalisti Hollanda, tıpkı bizim ulusal takım gibi kupaya katılamamış, ilk turu grup lideri olarak bitiren İngiltere, ikinci turda eve dönmek zorunda kalmıştı. Finalde kaptanlığını Dino Zoff’un yaptığı İtalya, Almanya’yı 3–1 yenerek kupayı kazanırken, akıllarda Brezilya’nın Zico, Socrates, Falcao, Eder’li kadrosu kaldı. Ah Socrates, bilge Brezilyalı. 4 Aralık 2011 tarihinde, Sao Paul’daki Albert Einstein Hastanesi’nde geride altı çocuğunu ve arkasından ağlayan bir ulusu bırakarak aramızdan ayrıldığında 57 yaşındaydı. Hiçbir Dünya Kupası onun kadar güzel olmadı…

1986 Dünya Kupası Meksika’da oynandı. O yaz başladı “Meksika Dalgası” çılgınlığı. Çeyrek final maçında, İngiltere’nin Arjantin’le oynadığı maçta İngilterede hayat durmuştu. Maradona elle attığı ilk golde sahneye çıkmış, sonra kendi yarı sahasından aldığı topla altı İngiliz’i geçerek, o müthiş gole imza atmıştı. Arjantin’in kazandığı o maç sonrası mateme bürünmüştü İngiltere. Bobby Robson’un, o tarihi maçtan sonra, “O golü Tanrı’nın değil, bir çakalın eli attı!” cümlesi düşecekti futbol tarihinin sayfalarına. 1978’den beri Başbakanlık yapan “Iron Lady” Margaret Thatcher’ın dönemi kapanmak üzereydi. 1990 Dünya Kupası’na İtalya ev sahipliği yaptı. Finalde Arjantin ile Almanya karşı karşıya gelirken, Brehme’nin penaltısı ile Almanya kupayı kaldırmıştı. Salvatore Schillaci’nin gollerini hayranlıkla izlediğimiz kupadan geriye, Roger Milla, Lothar Matthäus, David Platt, Jürgen Klinsmann adları kalmıştı...

Sene 1994... Bir Dünya Kupası daha, bu kez Amerika’da sahne almıştı. Yunanistan, Nijerya ve Suudi Arabistan ilk kez kupaya katılırken, biz yine yoktuk o futbol şöleninde. Hollandalı golcü Dennis Bergkamp, Brezilyalı Romario ve Gheorghe Hagi, müthiş gollerin kahramanıydı. Bu kez gönüllerin şampiyonu kupayı kaldırmayı başardı. Brezilya, normal süresi 0–0 biten maçta, penaltılar sonunda İtalya’yı yenerek kupayı aldı. 1998’de saplanıp kaldığı ekonomik krizden kurtulamaya çalışıyordu İngiltere. Kupa Fransa’da oynanacaktı. Finalde Brezilya’yı 3-0 yenen ev sahibi takım kupayı kazanırken, Cezayir asıllı “Zinedine Zidane” adı futbolseverlerin hafızalarına kazılacaktı. O kupadan aklımızda Davor Šuker, Gabriel Batistuta, Christian Vieri, Ronaldo, Marcelo Salas adları kaldı. 2002 Dünya Kupası, Japonya ve Güney Kore’de oynanıyordu. Hasan Şaş’ın yıldızlaştığı turnuvayı üçüncü bitirdi Milli Takım. 2002’den aklımızda, Ronaldo, Rivaldo, Miroslav Klose, Fernando Morientes, Raul ve İlhan Mansız’ın o müthiş golü kalmıştı...

Sonraki dünya kupasında bir kez daha hatırladık yokluğun, istikrarsızlığın ne demek olduğunu. Üstelik maçlar Avrupa’da Türklerin en yoğun yaşadığı ülkede oynanacaktı. Ev sahibinin kendi verdiği partiye katılmaması gibi bir durumdu bizimkisi. Ribery, Vieira, Henry ve Zidane’lı Fransa turnuvayı kesin kazanır gözüyle bakarken, finalde İtalya penaltılar sonucu Fransa’yı yenerek kupayı aldı. O kupadan geriye Hernán Crespo, Fernando Torres, Thierry Henry ve Zidane’ın o unutulmaz kafası kaldı. 2010 Dünya Kupası Güney Afrika’da hayat buldu. İngiltere Milli Takımı bir kez daha başı önde, erkenden döndü eve. İspanya finalde Hollanda’yı tek golle devirerek kupaya uzanıyordu. 2014’te Brezilya’da tarihindeki dördüncü şampiyonluğunu yakaladı Almanya, arka arkaya üç kez bir Avrupa ülkesinin takımı kupayı kaldırıyordu. 2018’de Rusya’da sevinme sırası Fransa’ya gelmişti…

***

Ve 2022 Dünya Kupası… Kupanın başlamasına az kala eski FIFA Başkanı Sepp Blatter, 2022 Dünya Kupası’nın Katar’a verilmesi kararının “hata” olduğunu dile getiriyor, Katar’ın turnuvaya ev sahipliği yapmak için “çok küçük bir ülke” olduğunu ve “futbol ve Dünya Kupası’nın ülke için çok büyük” olduğunu ekliyordu. Blatter’a göre Platini ve UEFA ekibinin dört oyu sayesinde, Dünya Kupası ABD yerine Katar’a gitti. Günümüzde 86 yaşındaki Blatter, 2010’da Dünya Kupası organizasyonu Katara verildiğinde dünya futbolunu yöneten kurum olan çürümüşğü ayyuka çıkmış FIFA’nın başkanıydı. Anlayacağınız geç kalmış sözleri en fazlasında günah çıkarma seansı... 2015’in güzünde Blatter hakkında İsviçre Başsavcılığı tarafından görevi kötüye kullanmaktan dava açılıyor, sonrasında Blatter ve üst düzey FIFA yetkilileri soruşturma nedeniyle açığa alınıyordu. Ama sonuç değişmedi, insan haklarından ezelden sınıfta kalmış, petrolün getirdiği paradan başka bir şeye sahip olmayan, nüfusu üç milyonu bulmayan beter bir Ortadoğu coğrafyasında sahne aldı dünya kupası. Öyle bir kupa ki, sponsoru bira markası, ama stadyumlarda bira yasak! Yaman çelişki! Eşcinsellik ülkede zaten yasak, haliyle maçlara gitmek sakıncalı... Oysa dünya kupası herkes içindir; ayrımcılık olmadan, yaşam biçimlerine karışmadan. Açılış maçındaki tribün manzaraları yaşamda futbolun da kirlenmeden nasibini aldığını gösteriyordu görmesini bilenlere. Oysa adına futbol denilen güzel oyun kadınlar ve çocuklarla güzeldi.

Kendi adıma, Katar Dünya Kupası hatırlanacak bir kupa olmayacak; malum futbol kendi hikâyesini yazmıyor nihayetinde. Parayla, rüşvetle satın alınmış, insan hakları ihlalleriyle sicili kabarık, göçmenlerin köle olarak görüldüğü Ortadoğu ülkesine verilmiş, dünya kupaları tarihine yakışmayan failleri malum, beter, kirli bir hikâye. Oysa biz futbolu Socrates, Muller, Bergkamp, Hagi, Maradona ile sevmiştik; Dünya Kupası futbolun en sevilesi, en görkemli şöleniydi. Çocuklarla, kadınlarla, eşcinsellerle, birayla, bayraklarlaFutbolu “zevkten zorunluluğa doğru uzanan hüzünlü bir öykü” olarak tanımlar Eduardo Galeano. Sanırım o hüzünlü hikâyenin en iç acıtanı Katar Dünya Kupası…