‘Kentsel dönüşüm’ ne değildir?

Avukat Can ATALAY
Silivri 9 No’lu Cezaevi A/47

Kentsel dönüşüm” sözünü her duyduğunuzda titreyiniz, kendinize geliniz ve tedbirlerinizi alınız.

Kulak dolgunluğu ile öyle deniyor diye, âdettendir diye kabul ederek bu kavramı kullananları ise nazikçe uyarınız, hatasından dönmeye çağırınız: “Sanırım depremde ölmememiz/yaralanmamamız için yapılması gerekenlerden, afet riski ile ilgili alınması gereken önlemlerden söz ediyorsunuz.

Muhatabınız bu uyarınıza rağmen “kentsel dönüşüm” lafını sakız gibi çiğnemeyi sürdürüyorsa biliniz ki sizin yahut diğer yurttaşların güvenliğinden önce hukuki dayanağı olmayan rantı hedeflemektedir.

***

Evet; “kentsel dönüşüm” hukuki bir kavram değil çok sınırlı uygulaması olan tek bir örnek dışında mevzuatta dahi yeri yoktur.

Tarihsel gelişimi itibari ile de “kentsel dönüşüm” ifadesi yerine başka tanımların tercih edildiğini biliyoruz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara gelmesinden kısa bir süre sonra “Kentsel Dönüşüm Kanunu Tasarısı”nın neredeyse son aşamaya kadar geldiğini, artık bir yasa teklifi olarak TBMM gündemine alınmasının beklendiği bir aşamada bir anda vazgeçildiğini; tanım yerinde ise tasarının ortadan kaybolduğunu konunun erbabı anımsayacaktır. Bilmeyenlerimiz de öğrenmeli.

Anılan kanun tasarısı içerdiği hükümler itibari ile “kâfi gelmemiş” ve parçacıl düzenlemeler ile “eli rahat bırakan” bir mevzuat hedeflenmiştir.

***

Çok çok özet hali ile mevzuattaki tarihsel gelişimi şöyle ifade edebiliriz:

16 Haziran 2005’te 5366 sayılı Yıpranan Tarihi ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun isimli adı uzun ancak hedefi belli kanun yürürlüğe girdi. Kanun’un uzun adında ima edilenin tam tersi sonuçları oldu. Tarihi yapılar, kent dokuları korunarak kullanılmadı, kullanılarak yaşatılmadı. Arkasına devletin tüm olanaklarını almış şirketlerin, kentlerin en yoksul mahallelerinde vatandaşın başını soktuğu damı temellük etmesi temin edildi. Tarlabaşı, Sulukule internette dahi kapsamlı bilgiye ulaşabileceğimiz en bilinen örnekler. Vatandaş tehcir edildi, deprem güvenliğinden bahis yok.

Haziran 2010’da, 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73 üncü maddesinde yine “deprem” bahanesi ile minik (!) bir değişiklik yapıldı. Mevcut mevzuatımızdaki biricik “kentsel Dönüşüm” ifadesi ise buradadır: “Kentsel dönüşüm geliştirme alanı”. Kapsamı da uygulaması da son derece sınırlı kaldı. Tek bir örnek bile, olanı da olmayanı da özetler: Fikirtepe! Vatandaşın deprem güvenliği mi sağlandı, yoksa getirilen eşsiz yoğunlukla kentsel altyapıya afet sonrası bedeli çok ağır yükler mi bindirdi, varın siz söyleyin…

Ve en nihayetinde, Van depremi sonrasında yapılan tüm hazırlık, kamuoyunun yüksek hassasiyetinin de sağladığı imkanlarla hızlıca yasalaştırıldı. 6306 Sayılı Afet Riskli Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun. Bu kanun “afet” kavramı gerekçesi ile son derece şedit hükümler içeriyor ve bu şedit hükümler de idarenin, hatta ilgili idarecinin “takdir hakkı”nı benzeri az görülmüş biçimde geniş tanımlayarak uygulanmasını öngörüyordu. Daha 2012 yılında bu kanunla ilgili “kanundan çok sıkıyönetim nizamnamesi” demiştik. Afet seferberliği için vatandaşın hakkının, hukukunun kamu yararına sınırlandırılması kabul edilebilir, makuldür diyenler kuşkusuz haklıdır. Ancak daha en başında 6306’nın bir deprem seferberliğini değil rantı hedeflediği apaçıktı.

***

11 yıllık uygulamasında Bağdat Caddesi hattında ne kadar binanın “dönüştüğünü” ama örneğin Bağcıların son derece güvensiz olduğu bilinen yapı stoğunun hiç elden geçmediğini anımsayınız. Tayyip Erdoğan’ın, bina yıkıp yeniden yapmaya sıkıştırılmış deprem güvenliği anlayışı ölçülerinde dahi, “güvenli hale getirilmiş” bina sayısının -bizzat kendi beyanlarından öğrendiğimiz verilerle- ne kadar az olduğunu biliyoruz.

2010 Referandumu sonrasında hızlıca çeki/düzen verilen idari yargımızın dahi, idareye son derece geniş yetkiler tanıyan 6306 Sayılı Kanun’a dayanılarak yapılanlarla ilgili verdiği iptal kararlarına dikkat çekelim. İptallere çare, Diyarbakır-Sur başta olmak üzere 2015-2016 yılında yaşananlara mazeret edilen 6306 Sayılı Kanun’da 2016 yılının Mart ayında yapılan değişiklikle bulundu.

Sonuç olarak hem “tanımlar” hem “takdir hakkı” o kadar genişlemişti ki, özellikle “riskli alan” düzeyinde vatandaşın hakkını arayabileceği, “afet güvenliği ancak bütüncül planlama ve uygulamalarla olur” iddiasına kulak verebilecek bir içtihat imkânı da neredeyse ortadan kalkmıştı.

***

Peki sonuç? Deprem gerekçesi ile çok geniş yetkilerin tek elde toplandığı ve bir deprem seferberliği yerine rantsal dönüşüm hedefi ile hareket edilmesi sonucunda halkın, yurttaşın itimadının kalmadığı bir “kentsel dönüşüm” modeli!

Söze başladığımız yere geldik. Mevzuatta afet riskine ilişkin önlem olanın ısrarla “kentsel dönüşüm” olarak dillendirilmesinin nedeni en yalın ifadesi ile deprem istismarcılığıdır.

6 Şubat’ın hemen sonrasında meralara, orman alanlarına hatta tarım arazilerine göz dikilmesi, hatta buna “itiraz dahi mümkün değildir” denilebilmesi çok tanıdıktır.

“Afet güvenliğini sağlama” gerekçesi ile alınan hukuki yetkiler, rant yaratma amacı ile “kentsel dönüşüm” için kullanılmaktadır.

Vatandaşın “kentsel dönüşüm” ile ranta ortak olma beklentisini daha fazla kışkırtmamak; vatandaşın “elverişli bir konuta erişim hakkı”ndan söz etmeyen 21 yıllık uygulamanın yerine konutun hak, sosyal bir hak olduğunu en başa yazan bütüncül bir afet mevzuatı zorunludur.

Aksi, Çevre ve Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın adına daha dün ekledikleri “iklim değişikliği”nin ciddiyetini dahi unutup orman, mera imara açan sakilliğin sağının solunun yamanması niteliğinde olur.

Bize kapsamlı bir “dönüşüm” gerek…