Ben hâlâ gazetemi elimde sayfalarını kendim çevirerek okumayı seviyorum. Henüz tabletten kitap okumaya ya da kitapları bilgisayara indiren uygulamalara da alışamadım. Kitaplarla ilişkim salt okumaya dayalı değil. Kitapçılarda vakit geçirmeyi, kitapçı kafelerinde buluşup sohbet etmeyi severim. Örneğin yaşadığım kentte, İzmir’de en sık gittiğim Yakın kitabevi benim için aynı zamanda dostlarla karşılaştığım, uğramazsam özlediğim bir mekân, bir adres.

Annemin ve babamın kitaplarına katılan kendi kitaplarımla birlikte oldukça kalabalık bir kitaplığım var. Önemli bir arşiv olarak bir gün bağışlayacağım bir birikim. Bir aile birikimi. Ancak henüz bu vedalaşmayı yapmaya hazır değilim. Yaşayan, benimle birlikte gelişen bu birikim hayatımın da bir parçası. Alfabetik ve kategorik sırada kalmaları, belli zaman aralıklarında indirilip düzenlenmeleri hep bir ritüel. Yemek içmek ile ilgili anılar, araştırmalar, tarifler için mutfakta bile kütüphanem var.

Meclis kütüphanesi Ankara’da olduğum dönemde benim için en karmaşık ve kavgalı günlerin sığınağıydı. İstanbul’da Soğukçeşme sokağında Çelik Gülersoy’un eski bir konakta kurduğu Turing Vakfı İstanbul Kitaplığı sık ziyaret ettiğim yerlerden biriydi. İzmir kent Kütüphanesi kentin kalbinde tarihi binası ve ağaçlar altında huzurlu bahçesiyle harika bir uğrak benim için. Annemin (Füsun Akatlı) yakın dostu Şirin Tekeli ile birlikte kuruluşuna öncülük ettiği, 5 kadın tarafından kurulan Kadın Eserleri Kütüphanesi*; kadının eşit yaşam haklarına ait çalışmaların ve kadınların bilimsel, toplumsal üretimlerinin arşivi olmak gibi niş ama önemli bir alanda odak olarak yaşamımda önemli bir yer tutuyor.

Dijitalleşmeye elbette karşı değilim. Bilgiye ulaşımın kolaylaşması. Her an erişilebilirlik önemli. Ancak bilginin güvenliği ve arşiv de bir o kadar önemli. Bu anlamda yaşam gelişen teknolojinin hızıyla farklı alanlara kayarken özellikle gençler için “eski usûl” haline gelen kitaplarla ilişki kurma olanağının da kaybolmaması hatta teşvik edilmesi gerektiğini düşünüyorum. “Artık giden yok” gerekçesiyle ve bütçe kaygısıyla yetki alanındaki tüm kütüphaneleri kapatan bir sosyal demokrat belediye olduğunu öğrendiğimde yaşadığım hayal kırıklığını anlatamam. Bu ilericilik değil aksine mirasın yok oluşu, eksilme demek. Aidiyet bağının ortadan kalkmasıyla gerileme demek.

İnternet bir derya. Benim de faydalandığım bambaşka ve değerli bir deneyim. Ancak kimi zaman da eğer zaten bir konuda temel bilgiye sahip değilseniz daha derin bir araştırma yürütmenin kilit başlıklarını, açılımlarını bilmiyorsanız en popüler olan yüzeysel bilginin karşınıza gelmesiyle bir kısıt haline gelebiliyor. Hatta ünlü yazarların, şairlerin uydurma sözleri, dizeleri ve yanlış bilgilerle karşılaştığınız bir tuzağa dönüşebiliyor. Bu nedenle her zaman söylediğimi yineleyeceğim; ‘tek bir hakkımız yok.’ Eski ve yeni pekâlâ birbirini tamamlar. Vaz geçmek yerine fayda alanlarını genişletmek mümkün. Ziyaretçi sayısı azalıyorsa bunu çağa uyarak geliştirmek de mümkün. Ayrıca eğitim açısından sistemli şekilde geriye çekilen bir merkezi yaklaşım varken, ülke ekonomisinin tıkanmışlığı özellikle yoksul kesimler için bilgi erişimini lüks haline getirmişken kütüphane ve bilgi merkezleri ayrı bir önem kazanır.

Kütüphane arşivlerini dijital veri tabanına da taşıyarak hizmet alanını genişletirken bu mekânlarla ilgili farkındalığı artırmak, sadece kitap erişimi ile sınırlı kalmayan yaşayan merkezler yaratmak ayrı bir vizyon, emek ve kavrayış gerektiriyor. Bu merkezlerde düzenlenecek yazar buluşmaları, etkinlikler ve eğitimler ile topluma hizmet sunmak çok özel ve önemli bir misyon aynı zamanda.

Bu anlamda beni çok heyecanlandıran bir süreç Büyükşehir belediyemizin Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın katkılarıyla İstanbul’da yaşanıyor. ‘Yeni Nesil Kütüphaneler’birbiri ardınca özellikle ve öncelikle gelir düzeyi daha düşük, eşit hizmet alamayan dezavantajlı mahallelerde açılıyor. Sadece okuma ve araştırma amacıyla sınırlı kalmadan sosyal imkânlar sunan, özellikle çocuklar ve gençler için yeni yönelim olanakları sağlayan mekânlar olarak tanımlanıyor. Mahir beyin projeyi anlatırken tarif ettikleri bilgi yanında sosyal hayatın renklenmesi ve mahallenin kendi yapısına uygun içeriklerle kültürel anlamda bir gelişim olanağı sunması yönüyle çok özel bir iş yapıldığını gösteriyor. Yapmış olmak için değil yaşamın içinde koruyucu, geliştirici ve en önemlisi katılımcı bir anlayış yerleştirmek için açılan bu kütüphanelerin hepsi edebiyatımızın büyük ustalarının anısını, adını yaşatıyor. Salt bu bile birçok kişiyle onları tanıştırmak, tanıyana farklı yönleriyle yeniden anlatmak, buluşturmak için bir fırsat.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2019’a kadar 20 olan kütüphane sayısı bu projeyle birlikte 42’ye ulaşmış. Hedef bu yılsonuna kadar bu sayıyı 52’ye çıkarmak. Bence mekân sayısından daha önemli bir bilgi de daha şimdiden 250.000 olan üye sayısının 450.000’e ulaşmış olması. Her biri küçük birer kültür merkezi gibi çalışacak olan bu kütüphaneler özgürlükçü, demokratik, sivil ve katılımcı bir mekân modeli olarak kamusal alanın sahibi olan halkın kitaplarla, yaşamla, birbirleriyle ve kaynaklarla buluşma mekânları.

Kamusal hizmet bağlamından ve işlevinden kopartılmış iskele ve istasyonların özel sektöre teslim edildiği, sadece belli kesimlerin ulaşabildiği restoranlara dönüştüğü, rant aracı olarak görüldüğü merkezi idare anlayışı belki başlı başına bir konu. Ancak Moda İskelesinin hem ulaşıma açılması hem de bir kütüphaneye dönüşerek yeniden halka kazandırılması da bu model içinde başlı başına övgü hak eden çok önemli bir kazanım kanımca.

İstanbul’un artık Ahmed Arif, Hasan Hüseyin Korkmazgil, Sevgi Soysal, Yaşar Kemal, Kemal Tahir, Attila İlhan, Sabahattin Eyüboğlu, Gülten Akın, Fakir Baykurt, Cemil Meriç, Rıfat Ilgaz, Evliyâ Çelebi, Peyami Safa, Hasan İzzeddin Dinamo, Sezai Karakoç kütüphaneleri var. Yazarları ve sanatı yaşatan, nesillere aktaran ve bağ kuran bu çalışmanın başka kentlere ilham olması dileğiyle…