Selçuk Metin; Leyla Gencer, Metin Akpınar, Yıldız Kenter, Haldun Dormen ve son olarak Genco Erkal belgeseline imza attı. Metin, sanat yaşamında sürekli mücadele eden Erkal ile yitirilen kültür sanat tarihine eleştirel bakış getiriyor.

Kültürel hafızaya bir tuğla daha
Fotoğraflar: BirGün

Deniz ZEKA-Meltem Sezen KILIÇ

Önce Leyla Gencer, ardından Metin Akpınar, Yıldız Kenter, Haldun Dormen ve Genco Erkal… Çektiği belgesellerle Türkiye’nin sanat haritasını çıkaran Selçuk Metin’le çalışmaları üzerine konuştuk. Ve ona “İyi ki yapmışsınız” dedik.

Sanatçı belgeselleri için ilk kıvılcım nerede ve kiminle yandı?

İlk kıvılcım Haldun Taner'le parladı. ‘Ve Perde’nin ardından Leyla Gencer belgeseli ile bu çizgiye yönelmeye başladım. Bu sürecin gelişimi İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nda atıldı. 21 yıl İKSV’den onur ödülü alan sanatçıların 2-3 dakikalık filmlerini hazırladım. Bu süreçte tüm sanatçıların yaşamlarını 2-3 dakikaya sığdırmaya çalıştım. Sonra bu filmler bana yetmemeye başladı. Muhsin Ertuğrul’un sözüyle Türk Tiyatrosu ne zaman tık nefes olsa Haldun Taner imdada yetişiyordu. Haldun Taner’in 100. yaşında düzenlenen etkinliklere o dönemde bir de Haldun Taner belgeseli eklenmek istendi. Dikmen Gürün’ün önerisiyle Demet Taner ile çalıştık. Sınırlı imkânlarla ‘Ve Perde’ filmi hazırlandı. Ardından senaryosu Zeynep Oral’a ait Leyla Gencer: La Diva Turca... Bu iki yapım da İKSV yapımcılığında gerçekleşti. Bundan sonra vakıfa veda ederek yeni bir maceraya ‘merhaba’dedim.

İyi ki de başlamışsınız. Bu işleri yapmak zor ama Türkiye’de daha zor sanki. 

Bu işler Türkiye’de çok zor. Sponsor aradım bulamadım, hepsini kendi imkânlarımla yapmaya çalıştım. Ancak yapım sonrasında destek buldum. Metin Akpınar’ın dijital bir platformda yer alması yaptığım işlere bakışı değiştirdi. Ancak halen yapımı devam eden iki projeme hâlâ destek bulamadım.

Nasıl bir hazırlık süreciyle başlıyorsunuz çekimlere?

Çekimlerden önce çok uzun bir hazırlık dönemi oluyor. Örneğin biz Metin Bey’le bir yıl, her perşembe buluştuk. Ardından arşiv çalışmamız başladı. Bütün fotoğrafları çıkardık, birlikte taradık. Metin Bey fotoğrafların hikâyelerini anlattı. Bütün o hikâyeler birleşti ve senaryodaki yerlerini aldı. Ve yazma aşaması başladı. En büyük hedefim sanatçı yaşarken yapmak bu belgeselleri.

Türkiye’de arşiv geleneği yok, nasıl ulaşıyorsunuz o fotoğraflara, kayıtlara? 

Fotoğrafları birebir çalışmalarla buluyoruz. Örneğin Haldun Dormen’in evinde dört çekmeceden 6 bin fotoğraf çıktı. Belgeselin kendisi kadar yaptığımız hazırlık çalışmaları da önemli bir arşiv çalışması. Özellikle tiyatronun belleği konusunda şu an çok sayıda doküman var elimizde, hepsini dijitale çekip çok yüksek kalitede kopyaladık ve o kalitede saklıyoruz.

Neden arşiv sorunumuz var?

Bunlar çok maliyetli işler, bir oyunu gerçekten düzgün çekebilmek için en azından dört tane kameraya ve iyi bir ses sistemine ihtiyaç var. Türkiye’deki kayıtların yüzde 90’ı reji masasındaki bir genel kamerayla ve kamera üstü mikrofonla kaydediliyor. Böyle yapılan kayıtları daha sonra kullanmak da mümkün değil. Bir de telif açısından sıkıntı var. Dijital ortamda bir şey yapacağınız zaman; müziğinden, ışık tasarımcısına, sesçisine herkesin teliflerini  ödemek zorundasınız. Tiyatro böyle bir şey orada çok kişinin emeği var. Yapılamaz mı yapılır ancak tiyatrolar oyunları sahneye koymak için büyük çabalar harcıyorlar, bir de kayıt için bütçe ayıracak durumda değiller. 

‘Genco’ belgeselinin çalışmalarında Genco Bey’in zaman ayırması nasıl oldu?

Pandemi olmasaydı bu belgeseli çekemezdim.Onu bulmak, zaman yaratmak çok zor. Ya oyunu, ya provası var. Belgeseli Genco Bey kendi yazmak istedi. Pandemide zaman buldu ve yazdı. İkimizin de ilk günden beri düşüncesi, hareketli bir şey olması ve başka kimsenin olmaması üzerineydi. Tiyatroları gezelim, doğduğu yere gidelim, İstiklal›de dolaşalım, turneye gidelim, oralarda  anlatsın. Genco Bey senaryosunu yazdıktan sonra pandemi döneminde evinde ses kayıtlarını aldık. Hedefimiz 90 dakikayı geçmemekti. Çünkü tek kişinin anlatımıyla gerçekleşmiş bir belgesel tek düzeliğe düşebilir, sıkıcı olabilir diye düşündük ama hareketli olması tek kişiliğin tek düzeliğini bozdu.

Bir zamanlar ne kadar önemli salonlar kıymetli isimler vardı. Bu belgeseller sayesinde gençler geçmişle olan bağı kurabilirler belki. 

Genco Erkal’ın tiyatroya başladığı yerler şimdi birer yıkıntı ya da AVM olmuş. Toplumsal siyasi yapı içinde Genco Bey’i tanıyoruz, onunla birlikte geziyoruz, Türk tiyatro tarihine tanıklık ediyoruz. Herkes durup düşünsün ne değerler yerle bir olmuş. Bu durumlar ülkenin sanata, sanatçıya verdiği değeri de açıkça gösteriyor.

Genco Erkal, Türkiye’nin  100 yıllık Cumhuriyet tarihinin 60 yılında varolan biri. Gençler onun hayatını izlediklerinde nelerin kesintiye uğradığını, nelerin nerden nereye geldiğini, görecekler. İngiltere’de Shakespeare’nin oyunlarının oynandığı tiytroda hâlâ oyun izlenirken Mummer Karaca tiyatrosunun varlığını bile bilmiyor gençlerimiz. Kültürel belleği tazeliyorsunuz. 

Genco Erkal’ın 60 yıllık sanat yaşamına baktığımızda hep bir vazgeçmeme, mücadele etme var. “Ahh eskiler, ahh gitti”den daha çok gidenden de kalandan da bir şeyler çıkarmalıyız. Bu belgesellerle “Bak bunlar kaybolmuş, bunları kaybetmeyelim” diyeceğiz. Bazı şeyleri kaybediyoruz. Türkiyenin gerçeği bu ne yazık ki ama bu bir kültür meselesi. Sanata, tiyatroya verdiğimiz önemle alakalı bir şey. 

Belgeselleriniz mekanik değil, samimi ve sıcak, insanın yüreğine işliyor. Bu duyguyu nasıl inşa ediyorsunuz?

Kişilerle çok bağ kuruyorum. Sağ olsunlar onlar da kapılarını açıyorlar. 5-6 bin fotoğraf diyorum ya onların hepsini kendim taradım. O fotoğraflara dokunmak, tek tek incelemek, işimize nasıl yarayacağını düşünmek istiyorum. Bu da o sıcak dokuyu oluşturuyor.