Geçen haftaki yazıma ‘Uygulamadaki ana figürdür futbolcu’ diyerek başlamıştım. Bu yazıya başlarken de başkanların ‘futbolun ana sorunu’ olduğunu belirterek başlamak istiyorum ki kavram kargaşası yaşamayalım.

Diğer bir husus da, dernek statüsündeki hiçbir kulüp başkanı patron değil seçimle gelen yöneticidir.

2908 Sayılı Dernekler Kanunu’na göre kurulan ve dernek statüsünde faaliyetlerini sürdüren futbol kulüplerimizin can alıcı noktası burada başlamaktadır.

Çünkü dernek statüsündeki yapısal kurumların yönetim mekanizmaları, seçimde çoğunluğu yakalama stratejisi üzerine kurulu bir yol izlemek zorundadır.

Haliyle, seçim süreci bize ait çıkar anlaşmaları üzerine kurgulanan lobi faaliyetleridir. Genel kurullarda kulüpler içinde oluşmuş belirli grupların desteğini almak için önlerine birtakım öneriler koyulması gerekir. Fakat bu öneriler hiçbir zaman kulübün çıkarlarına yönelik olmamaktadır. Beklentiler karşılıklı menfaatler üzerine kurulur, çünkü verilecek oy var ve bunun bir bedeli olacak şekilde anlaşmalar yapılır.

Ne hikmetse herkesin derdi, kulübün parasını yönetmek için (!) sorumluluk almadan yetki istemektir. Büyük fedakârlık!

Tabii ki bu süreç için de uygun başkan profilleri lazım.

Bu profillerin tamamını ortaya çıkaran gerçek, dernek statüsündeki kulüplerin ne hikmetse futbolu dışarıdan yönetme istek ve arzusudur!

Çünkü, spor ve futbol konusunda bilgiye gerek duymayan ve sorumluluk almadan kulüp başkanı ve yöneticiler genel kurul sayesinde (!) kulüplerin paralarını yönetmek istemektedirler.

Bu ‘esnaf’ mantıklı ‘feodal’ yönetim anlayışı, bir sistematik kurgudur ve şu an için geçerli olan kurgudur. Bu yönetim anlayışında ne sürdürebilir başarı ne de doğru-sürdürebilir mali işleyişten bahsedebiliriz. Tüm kulüplerin borçlandırılması üzerine kurulan yapının dayanağı ‘rant’ olduğu için yapı korunmaya devam edecektir. Böyle bir yönetim anlayışının çağımız koşullarına cevap vermesi mümkün değildir.

Hiçbir başkan ve yönetim çok uzun süreli kalma gibi çaba harcamaz. Yapıya vereceği zarardan kurtulmak her zaman planlanmış bir gidişi de beraberinde getirir. Tüm bunlara inat örnek verilecek tek başkan olan Süleyman Seba başarılı başkan analizini gerektiren anlayışın tek sahibidir. Ayrıcalıklı saygıya sahiptir.

Süleyman Seba derken, onun tüm değerlerini yıkmaya çalışan yönetim anlayışının son temsilcisi olan Ahmet Nur Çebi’nin son açıklaması ise ibret vericidir. “…transfer dönemi devam ediyor. Ortada 20 tane takım var. Bunların 3’er yerli oynatma mecburiyeti, bir de 4-5 yedek oyuncuyla rakam 100 oluyor. 100 tane yerli futbolcu varsa listeyi siz getirin. Bu, zaman içinde olabilir ama bugün markette takımların kullanabileceği 100 tane yerli oyuncu yoksa o zaman uygulamanın doğru olmadığını söyleyebiliriz."

Dorukhan ve Fatih’i bedava verdi. Rıdvan’ı neredeyse bedavaya sattı, ilk 11 oyuncu statüsündeki Serdar ve Emirhan ile alt yapıdan gelecek kaliteli oyuncular varken, futbol donanımı sorunu olmasına rağmen yerli futbolcuları eleştiriyor ve 10 yıllık yöneticiliğine rağmen şu yabancı konusunda bir türlü doğru strateji belirleyemedi. Doğru stratejiyi bulamadığı için hâlâ kulübün cebinden 100 bin TL ceza vermek istiyor. İşte Süleyman Seba ile arasındaki fark.

Kulüp üzerinden algı manipülasyonlarıyla birtakım girdiler sağlamanın ne kulübe ne de futbol başarısına katkısı olmadığı gibi, süreç kulüp için de zarardan başka bir şey oluşturmaz. Bu tip yönetimler için kulüp bir ekonomik uygulama alanıdır. Futbol takımlarını bir meta olarak gören bu zihniyet, her türlü dış ilişki ağının kulübe müdahalesine izin verir. Zamanla, istemese de buna engel olamaz.

Rant kurgusu üzerine oluşan borçlanma politikaları bir stratejidir. Bu politikalar tüm kulüpler için geçerlidir. Borç sarmalı içindeki kulüpler, ekonomik özgürlüklerini kaybettiklerinden dolayı, bilinçli olarak yönetim anlamında dışarıdan rehin edilmiş kurumlar haline getirilir. Süreç içinde siyasi erk tarafından kontrol altına alınmaları artık çok kolaydır.

Başkan artık oyunu bu kurala göre oynayarak varlığını devam ettirir. Ama sistemin bekası için hepsinin bir süresi vardır.

Futbolun endüstriye dönüştüğünü kabul edersek, ortaya çıkan profesyonel yönetim mekanizma oluşumu bir zorunluluktur. Bu değişim, mesleki ahlâk değerleri ile beraber kaçınılmazdır.

İşte size bir örnek: Normal koşullarda bir kulüp başkanı transfer için futbolcuyla görüşme yapmaz. Başkanın bilgisi dâhilinde yetkili kişiler görüşmeyi yapar ve en son imzada başkan ile futbolcu bir araya gelir. Eğer doğruysa, Ali Koç ile Abdülkerim Bardakçı arasında yapılan talihsiz görüşme sanırım bu transferin olmamasına neden oldu. Doğruysa, Başkan Ali Koç’un konuşması esnasında Abdülkerim’e yapmış olduğu ve yapmaması gereken değerlendirmeler neticesinde, Abdülkerim transferden ve Fenerbahçe’ye gelmekten vaz geçmiş.

Futbol, futbolun içinde yer almamış, hiçbir zaman futbolun kendi iç dinamiklerinin korunması için yeterli donanıma sahip olmayan ve süreci bilgi dışında kurulacak ilişkilerle korumaya çalışan başkanlar tarafından yönetilmektedir. Bu az gelişmişliğin işaretidir. Az gelişmişliğin en büyük motivasyon araçları para ve güçtür. Haliyle ortaya çıkan sonuç; kendi benliğini kaybeden futbolun sürdürebilir başarısızlığını ve çöküşünü kabul etmektir.

Artık oynanan futbol değildir. Bilginin ve bilimsel yöntemlerin öneminin olmadığı ortamlarda; ‘küresel’ oyun olan futbol karakterini kaybederek, ‘yöresel’ bir araç haline getirilir. Haliyle ‘yöresel’ oyun ‘yöresel’ figürler tarafından yönetilmeye başlanır.

Kurulan gayri futbol yapısının siyasi ayağı federasyon ile yapılan göstermelik seçimlerde atanarak göreve getirilen kişi veya kişiler ile sağlanır.

Peki, gerçek yapı; yani olması gereken yapı nasıldır? Futbolu amaç edinmiş ülkeler ve kulüplerin oynadıkları futbol ve kulüplerin kazandıkları başarıların yanında, futboldan elde ettikleri gelirlerle ülkeye kazandırdıkları katma değer ve oluşan marka değeri, seyircilerin her hafta neredeyse bir resital seyretme amacı ile gittikleri ve tamamı skora endeksli olmayan, sadece ve sadece oyunun güzelliklerinin sahnelenmesi üzerine kurgulanan bir oyundur futbol.

Kulüp başkanlarının ve federasyon başkanlarının isimlerinin bilinmediği, futbolu küresel oyun olarak kabul eden bu yapıdaki ülke takımları, bilimsel tüm yöntemleri ve stratejileri kullanarak daha kaliteli bir oyunun ortaya çıkması için çaba harcar. Başkan, istikrarı ve sürdürebilir başarıyı sağlamak için tüm önlemleri alır.

Ortaya çıkan futbol kültürü; bir oyunun ötesinde, içinde barındırdığı sosyoekonomik değerlere sahip çıkarak oyunu etik bir zeminde tutmak içindir.

Tüm takımların omurgasını şekillendiren ve tüm başkanların da çok iyi bildiği tarihsel bir süreç ve onu destekleyen hikâyeleri vardır. Başkanlar kulüp misyonlarını bu hikâyelere sadık kalarak oluştururlar.

Yüzlerce yıllık birikim, değişime ayak uyduracak kulüp kültürü bunu sağlayacak liderleri yetiştirmesi, kulübün ve oyunun sürdürebilir başarısının sağlanmasında önemlidir. Tüm bu süreçlerin doğru yönetilmesiyle kazanılan saygınlık, doğru futbol aklının oluşması, futbolun siyaset üstü bir yapı olmasını sağlar. Patron olmak ayrı, başkan olmak ayrı, kulübü yönetmek ayrı bir donanım gerektirir. Inter’de Zanetti, Milan’da Maldini ve Bayern Münih’te Oliver Kahn kulüplerinin futbol aklını oluştururlar.

Doğru yapının bilincinde olan seyircinin tavır alış şekli de buna göre farklılık gösterir. Maçlarda kendine taahhüt edilenin ve beklentisinin bilincinde olan ve takımındaki beklentilerinin ne olduğunu bilen seyirci de oynanan güzel oyunun denetleyicisidir.

Futbolun detaylarının incelenmesi sayesinde, seviyesinin belirlenmesi ile futbolun küresel yapıdaki kültürel etkisinin ortaya çıkmasına neden olur.