Geçtiğimiz hafta ‘yüzyılın projesi’ olarak duyurulan sosyal konut projesi, detayları ortaya çıktığından beri her yönüyle değerlendiriliyor. Tam da öğrencilerin barınma krizinin tavan yaptığı eğitim sezonuna denk getirilen proje dar gelirliler, öğrenciler gibi kent yoksullarının barınma ihtiyacına yönelik bir çözüm önermekten uzak, bir göz boyamadan ibaret. Zaten daha proje açıklanmadan kısa bir süre önce insanların mahalle mahalle evlerinden zorla tahliye edildiğini, öğrencilerin eğitimden vazgeçecek derecede zor durumda kaldığını görüyorduk. Geçim zorluğu yaşayanlar için çok avantajlı bir ev alma yöntemi olarak öne sürülse de gerek sosyo-ekonomik gerekse de kentsel, ekolojik ve benzeri boyutlarıyla irdeleyen uzmanlar tarafından da bir aldatmaca olarak konumlandırılması da bundan kaynaklanıyor.

***

Projeye yönelik itirazların önemli bir bölümünü projenin iktisadi boyutu oluşturuyor. Taksit tutarının yılda iki kez memur maaşı oranında ve bu anlamda üç yıl içinde yüzde 90 oranında artacak olması projenin hedef kitlesini, ilan edilenin aksine bu tutarı karşılayamayacağı ortada olan dar gelirli vatandaşların oluşturmadığını gösteriyor. Bu anlamda projenin hedef kitlesinin, tıpkı önceki konut projelerindeki gibi sermaye olduğu aşikâr.

Dahası, kura öncesi alınacak ödemelerin geri ödenip ödenmeyeceği türünden açıklar olduğu gibi proje başlamadan alınacak taksitlerin projenin bitmemesi halinde nereye gideceği de soru işaret olarak duruyor. Diğer yandan, yine önceki konut projelerinden hareketle baktığımızda yakın gelecekte fahiş bir artış gösterecek olan borçların ödenememesi ve bu konutların el değiştirmesi de pekâlâ olası görünüyor.

***

Projenin sosyo-ekonomik karşılanabilirliğinin ötesinde başkaca handikapları da bulunuyor. Yeni konutlar inşa etmenin kentsel anlamda neler getireceği bunlar arasında yer alıyor. Kentin olası genişlemesiyle birlikte ortaya çıkacak sorunların neler olabileceğini bugün deneyimliyoruz. Bu anlamda çeperde yeni konut bölgelerinin inşasının sınıfsal ayrışmayı derinleştirici sonuçları olacağını öngörebiliyoruz. Özellikle kentli emekçi sınıflar için işyeri ve konut arası harcanan uzun saatlerin artmasının sosyo-ekonomik ve kültürel eşitsizlikleri derinleştirdiğini, yaşam kalitesini düşürdüğünü biliyoruz. Aynı sebeple kamusal hizmetlere erişimdeki eşitsizliklerin ortaya çıkması da kaçınılmaz görünüyor.

AKP gerçekten de ‘sosyal konut’ adı altında bildiği işi yapmaya devam ediyor ve bunu yaparken kavramı deforme etmeyi ihmal etmiyor. Bir yanıyla seçime hazırlık olduğu da sıkça ifade edilen bu projeye karşı çıkmanın önemi de burada yatıyor. Tüm bu değerlendirmelere bakıldığında çıkan sonuç sosyal konut projesinin, sosyal konutun anlamı üzerine verilecek ideolojik bir mücadeleyi zorunlu kıldığı. Özellikle sol kamuoyunun bu kavrayışa sahip çıkması gelecekte de bu tür söylemlerin önünü almayı sağlayabilir.

***

Nihayet bugün yaşanan konut krizinin, konut stoku eksikliğinden kaynaklanmadığı ortada. Sebebinin tam da bugüne kadar yapılagelen toplumun barınmak için ihtiyaç duyduğu konutların, mesken değerinin, kullanım değerinin değersizleştirilmesi olduğu ortada. Konutun giderek artan biçimde değişim değeri temelinde metaya indirgenmesi bu nedenle sosyal konut kavrayışını kamucu bir anlayışla ele almanın önemine dair ideolojik bir mücadeleye çağırıyor.

Krizin kaynağının yaşam hakkımızın gayrimenkul piyasasına peşkeş çekilmesine sebep olan mülkiyet ideolojisinin yüceltilmesinde yattığını topluma anlaşılır kılacak araçlar üzerine düşünürken, bunun alternatifinin neler olabileceğine de kafa yorabiliriz.

***

Bu anlamda sosyal konut sol kamuoyu kadar kentsel muhalefet hareketlerinin sahiplenmesi gereken önemli bir mücadele alanı oluşturuyor. Yeni binalar, yeni yapılara ihtiyacımız yok. Konut politikası bunları değil, nitelikli kamusal mal ve hizmetlere eşit erişilebilir, nitelikli meskenleri garantilemeyi hedeflemeli. Nihayet sosyal konutun anlamı üzerine verilecek mücadele aynı zamanda kentlerimizin geleceği için bir mücadeleyi de içerecektir.