‘Okyanusa Dönüş’ kavramını ele alan Doç. Dr. Başak Ağın, “Mavi gezegenimiz yok oluyor. Uzaydan bakıldığında hâlâ mavi görünse de artık rengi çoktan sarımsı, grimsi, kahverengimsi bir şeye dönüştü” diyor.

Mavi Beşerî Bilimler: Okyanusa dönüş

Doç. Dr. Başak AĞIN

Posthümanizm, transhümanizm, biyosemiyotik, çevreci beşerî bilimler derken son yıllarda Türkçe akademik sözcük dağarcığımız hiç olmadığı kadar genişledi.[1] Bu yazıda, son dönem Batı düşüncesinin posthüman, maddesel veya insan-dışı dönüş gibi isimlerle adlandırdığı ve temelde insanın dünyadaki varlıklardan yalnızca biri olduğunu bizlere hatırlatan felsefî, kuramsal ve uygulamalı hareketlere yakın zamanda eklenen bir başka dönüşü Türkçe ile buluşturmak istiyorum: Okyanusa dönüş.


Okyanusa dönüşün ve birlikte yükseldiği mavi beşerî bilimler alanının temel derdi, karasal canlılar olarak insanların denizlerle ilişkilerini anlamak, okyanus ve deniz gibi gezegenimize ‘mavi gezegen’ ismini veren büyük su kütlelerinin hem maddesel yönünü hem de anlam ve söylem üretme pratiklerimize ilişkin yönlerini irdelemektir. Mavi beşerî bilimler, denizlerin hidrojeolojik yapılar, biyotik bir dünya ve dolayısıyla karasal türlerden çok daha fazla sayıda canlının evi olduğu gerçeğini göz ardı etmeden onların bizim hayatımızdaki etkilerini, bizim dünya algımıza dayalı geliştirdiğimiz sosyal, politik ve ekonomik ilişkiler ağının içerisinde hangi biçimlerde yer aldıklarını, bu ağ içerisinde insan ve denizel bedenlerin birbirleriyle karşılıklı etkileşimde, yani içten-etkimede[2] bulunarak nasıl şekillendiğini araştırır, düşünür ve sorgular.

Bu konuyu biraz açalım: Serpil Oppermann’ın deyişiyle, “deniz ve barındırdığı yaşamlar, kapitalist rejimlerin sosyopolitik sistemleri vasıtasıyla söylemsel bir yapıya bürünürler”.[3] Edebî eserler veya anlatılar yoluyla gelişen denizel metaforlar, bu söylemin bir parçası olarak kabul edilebilir. Daniel Defoe’nun ünlü eseri Robinson Crusoe (1719) ya da Herman Melville’in dünyaca bilinen romanı Moby Dick (1851) gibi, kurgusu deniz öyküleriyle harmanlanan anlatılar, bu metaforların birer örneği olarak düşünülebilir. Gündelik hayatımızdan bazı örnekler ise, bolluk imgesiyle dolup taşan ancak ‘nedense’ konuyu ekonomik çıkar ilişkileri üzerinden ele alarak genelde kınama anlamı yüklü dokundurmalara araç olan “denizde kum, onda para” deyimini ya da aslında yine büyüme, bolluk ve bereket anlamlarını taşıyan, bize besin zincirindeki ‘avcı’ yerimizi hatırlatan, kendimizi bu yolla diğer canlılardan nasıl üstün varsaydığımızın bir sembolü olan, fakat yine denizel hayatı ancak karasal imgelemlerimiz aracılığıyla algılayabildiğimizi ifade eden “derya kuzusu” tabirini kapsayabilir.

Oysa bedeninin dörtte üçü sudan oluşan insanın deniz hayatına bu kadar yabancı oluşu ilginçtir. Çevreci hareketin dünyadaki öncülerinden kabul edilen Rachel Carson, evrimsel sürecin parçası olarak çağlar boyu “denizden gelen” insanların, nihayetinde denize döneceklerini, ancak bunu “zihinsel ve hayalî” olarak yapacaklarını söylerken[4] belki de bugün karşı karşıya olduğumuz deniz kirliliğini ve ona hiçbir zaman zaten yaklaş(a)mamış olan insanın deneyimleyeceği çevre krizlerini ima ediyor, denize dönmemizin gerekliliğini anladığımız anda yaklaşabilecek bir denizi bulamayacağımızı kastediyordu. Yakın zamanda Marmara’nın ve içerisindeki canlıların başına gelen müsilaj felaketini veya Pasifik Okyanusu’nun ortasında başlıca nedeni olduğumuz ve deniz kaplumbağaları, ahtapotlar, balıklar gibi pek çok canlının başına bela olan plastik adasını düşünürsek, okyanusa dönüş adı verilen düşünce akımının aslında son derece yerinde olduğunu görebilir, hatta, hep yaptığımız gibi, jeolojik zaman yerine insanlık tarihinden bakarsak biraz geç kaldığını bile söyleyebiliriz.

Altıncı Büyük Yok Oluş’a tanıklık eden Antroposen çağı ve beraberinde gelen çevresel kriz, insanı, davranışlarını ve öykülerini inceleyen beşerî bilimlerin veya insan-dışı doğanın izlerini süren yaşam bilimlerinin tek başına açıklayabileceği ya da çare üretebileceği bir kriz olmayı çoktan aşmıştır. Yine de ısrarla insan temelli bilginin önemine ve insanın merkezdeki konumuna tutunmaya çalışmamız, evrimsel olarak bir tek bana garip geliyor olamaz. Kendimizi kültürle, teknolojiyle, bilgi ve söylem üretme pratiklerimizle bir tutmamız ve maddesel, bedensel, doğal ve biyolojik yanımızı unutmamız kendi sonumuzu çoktan getirdi bile. Mavi gezegenimiz mi? Evet, o da yok oluyor. Ancak o kendini defalarca yeniledi, her seferinde başka başka türlerin doğuşuna ve yok oluşuna tanıklık etti; uzaydan bakıldığında hâlâ mavi görünse de artık rengi çoktan sarımsı, grimsi, kahverengimsi bir şeye dönüştü ve muhtemelen yakın gelecekte, pek çok diğer türle birlikte bizim yok oluşumuzu da kendi tarihine yazacak. Bizler ise bu tarihin kültürüyle ve zekâsıyla övünen, ancak işin aslı pek de öyle olmayan türleri olarak kayda geçeceğiz.

Sözlerimi yine Oppermann’ın ve mavi beşerî bilimlerin diğer önde gelen isimlerinden birkaçının cümleleriyle kapatmak isterim: Denizlerin, “aslında söylemsel yapılar kadar önemli olan maddesel boyutu, okyanusa ilişkin yeni bilgi yapılarını üretme çabamızın gölgesinde kalmaktadır”, diye vurgular Oppermann.[5] “Tersi bakımdan ise,” yine Oppermann’ın, bu kez Pieter Vermeulen’den ödünç aldığı sözleriyle ifade edecek olursak, “denizlerin yalnızca maddesel rolü olduğu konusunda ısrar etmek” ve böylelikle de “onların söylemsel pratiklerimizden bağımsız olduklarını düşünmek”, eşit ölçüde sorunlu bir bakış açısıdır.[6] Posthümanist ve yeni maddeci düşüncede sıklıkla vurguladığımız üzere,[7] “denizlere bakmak için”, der Stacy Alaimo, “insanın bilgi, bilim, ekonomi ve iktidarın dolanıklıklarına işaret eden yüksek dolayımlı çevrelere bakması gerekir”.[8] Çevreci ve mavi beşerî bilimlerle birlikte, tüm dünyanın yönünün bu dolayımlı çevrelere bir an evvel dönmesi umuduyla…

[1] Bu yazıda kullanılan kaynakların çevirisi yazara aittir.
[2] Orijinali intra-action olan bu terimi ve ilişkili olduğu agential realism [eyleyici gerçekçilik] kuramını ortaya atan Karen Barad’dır. Bkz: Meeting the Universe Halfway: Quantum Physics and the Entanglement of Matter and Meaning (Duke University Press, 2007).
[3] “Storied Seas and Living Metaphors in the Blue Humanities.” Configurations C. 27 S. 4 (Güz 2019): 443-461, s. 445.
[4] The Sea Around Us. Oxford University Press, 1951.
[5] Oppermann, s. 445.
[6] Oppermann, s. 445. Pieter Vermeulen, “‘The Sea, Not the Ocean’: Anthropocene Fiction and the Memory of (Non)human Life.” Genre C. 50 S. 2 (2017): 181–200, s. 181.
[7] Bu düşüncenin izlerini sürmek için bkz: https://thepentacle.org
[8] Exposed: Environmental Politics and Pleasures in Posthuman Times (University of Minnesota Press, 2016), s. 161.