12 Eylül bir kaç kötücül generalin ve şürekâsının marifeti olarak ele alınamaz. 12 Eylül sadece işkence ve zulüm manzumesi de değildir. Sadece bunlar konuşulursa, 12 Eylül ile inşa edilen yeni rejim; bugün de devam etmekte olan toplumun örgütsüzleştirilmesi süreci, emeğe giydirilen deli gömleği, toplumun hücre yapısının değiştirilmesi gerçeği atlanmış olur.

Öncelikle 12 Eylül askeri darbesi 24 Ocak 1980 kararlarından ayrı ele olarak kavranamaz, sosyal ve iktisadi boyutundan soyutlanarak ele alınamaz. 12 Eylül olmasaydı 24 Ocak kararları uygulanamazdı. Bunu sadece 12 Eylül karşıtları ve mağdurları söylemiyor.  24+12 budur. Dönemin muktedirleri ve sermayedarları da aynı fikirdeler:

Şu ifadeler Rahmi Koç’a ait: “12 Eylül harekatından önce her şeyi demokratik bir sistem altında yapmak zorundaydık. Bu da karar almak, yasa ya da yönetmelik çıkarmak için aylar geçmesini gerektiriyordu. Yani her şey güç ve uzun zaman içinde gerçekleşebiliyor, her şeye politik açıdan bakılıyordu. Ekonomik yaklaşım hep arkadan geliyordu. Askeri yönetim altında fark, alınan kararların parlamentodan geçmesi gibi bir zorunluluk olmadığından çok hızlı hareket edebiliyor ve üstelik askeri yönetim yanlış yapsa bile bunu kısa sürede düzeltebiliyor. (...) En büyük fark askeri yönetimin zamanında ve doğru kararlar almasıyla çok değerli zaman tasarrufumuzun olmasıdır.” Bu değerlendirmeler ve daha fazlası 26 Ocak 1982 tarihli Cumhuriyet’te yer alıyor.

 

Emeğe giydirilen deli gömleği

12 Eylül’ün ardından yapılanlara bakılınca, sermaye çevrelerinin bu değerlendirmeleri daha bir anlam kazanıyor. 12 Eylül ile sendikal faaliyet askıya alındı ve yüz bine yakın işçinin grevi sona erdirildi. DİSK yöneticileri hapse atıldı ve idamla yargılandı. DİSK 1991’e kadar faaliyet gösteremedi. Sadece DİSK değil diğer sendikalar da 1984’e kadar toplu sözleşme bağıtlayamadı ve sendikal faaliyet yürütemedi. 2364 sayılı yasa ile özgür toplu pazarlık düzeni askıya alındı. Toplu iş sözleşmeleri Yüksek Hakem Kurulu (YHK) adlı tahkim kuruluna devredildi. Aslında hükümete devredildi demek daha doğru. Çünkü YHK demek hükümet demekti. Kurulda çoğunluk darbe hükümetindeydi. YHK 4 yıl boyunca, sendikaların 12 Eylül öncesinde elde ettikleri hakları tek tek toplu iş sözleşmelerinden ayıkladı.

Sendikal faaliyetler, toplu sözleşmeler ve grevler askıya alınırken Türkiye’nin en büyük işveren örgütünün (MESS) eski başkanı Turgut Özal darbe hükümetinin başbakan yardımcısı oldu. Böylece 24 Ocak kararları dikensiz bir gül bahçesinde uygulanma olanağı buldu. Bu arada, Evren’i yargılamakla övünen AKP’nin Özal’a sahip çıkması manidar değil mi?

Toplu çalışma ilişkilerindeki bu otoriter düzenlemeler yanında işçilerin bireysel hakları konusunda da inanılmaz sınırlamalar gündeme geldi. 12 Eylül öncesi işverenlerin en önemli şikayet konusu olan kıdem tazminatı ve ikramiyeler de darbeden nasibini aldı.

Darbeden sadece 35 gün sonra kıdem tazminatı hakkı budandı. 17.10.1980 tarih ve 2320 Sayılı Kanunla kıdem tazminatı tavanı asgari ücretin 7.5 katı ile sınırlandı ve bu hükme aykırı davrananlar için hapis ve para cezası getirildi. Ardından 11.12.1982 tarih ve 2762 Sayılı Kanun ile yapılan başka bir değişiklik sonucunda kıdem tazminatı tavanının asgari ücretle bağı koparıldı. Kıdem tazminatı tavanı en yüksek devlet memurunun bir hizmet yılı için alacağı azami emeklilik ikramiyesi ile sınırlandırıldı.

6772 sayılı işçilere ilave tediye yapılmasına ilişkin kanunda 17.4.1981 tarihinde yapılan değişiklik ile işçilerin toplu iş sözleşmeleri ile en çok dört ikramiye alması hükme bağlandı. Böylece 12 Eylül 1980 öncesinde olduğu gibi sendikaların toplu iş sözleşmesi ile ikramiye sayısını artırmasının önüne geçilmiş oldu.

Ardından 1982 Anayasası ve 2821 ve 2822 sayılı sendikal yasalar gündeme geldi. 1982 Anayasasının ve sendikal yasaların işveren örgütlerinin (TİSK) talepleri doğrultusunda hazırlandığı belgeleriyle ispatlı. Böylece 12 Eylül ile sindiren sendikal harekete ve emeğe bir deli gömleği giydirilmiş oldu. Sendikalaşmayı değil sendikasızlaştırmayı hedefleyen bir mevzuat yürürlüğe girdi. Toplu sözleşme ve grev hakkı budandı.

Peki sonuçta ne oldu? Birincisi, ücretler ciddi biçimde bastırıldı. 1980-1990 dönemine ilişkin neredeyse bütün ücret serileri reel ücretlerde yüzde 40-50 oranında bir gerilemeye işaret ediyor. Böylece 24 Ocak ile hedeflenen yeni sermaye birikimi modeli güvence altına alınmış oldu. Daha da vahimi sendikaların gücünde yaşandı. 1980’lerde yüzde 22 civarında olan sendikalaşma oranları aradan geçen 32 yılda yüzde 6 düzeyine geriledi. Kuşkusuz gerileme sadece nicel değil nitel açıdan da yaşandı. Sendikalar uysallaştırıldı.

Bugün 12 Eylül ile kurulan çalışma rejiminin temel direkleri dimdik ayakta. 24 Ocak ile başlayan esnekleşme,  güvencesizlik ve sendikasızlaşma süreci çalışma hayatının her alanında devam ediyor.