Hayatta her şey değişir, değişiyor. Bizler gideriz, hâkimler gider. Ama örneğin Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği karar değişmeyecek ve tarihin bir köşesinde hep hatırlanacak. Nasıl hatırlanacağını ise gelecek günler belirleyecek.

Mümkünse gülümseyin
Fotoğraf: BirGün

19 Kasım’da bir haber gözüme çarptı. Atatürk Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrencilere yönelik söyleşide konuşan Danıştay 10. Daire Başkanı Yılmaz Akçil, ‘gülümseme’ ve ‘adalet’ten bahsetmişti.

Mesleki tavsiyelerde bulunan sayın Akçil “gülümseyen bir hukukçu olmanın değerine” dikkat çekerek, öğrencilere “Mümkünse gülümseyin” tavsiyesinde bulunmuş.

Haberi okurken 28 Nisan 2022’ye gittim, İstanbul Sözleşmesi duruşmalarının ilk celsesi aklıma geldi. Bilindiği üzere; Türkiye, 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı ile İstanbul Sözleşmesi’nden ayrıldığını duyurdu. Tek adamın verdiği ‘İstanbul Sözleşmesi’nden imzayı çekiyorum, çektim’ kararının iptali için sivil toplum kuruluşları, barolar, muhalefet partileri ve yüzlerce kadın süreci yargıya taşıdı. Danıştay 10. Dairesi Başkanı, Danıştay tarihinde ilk kez bu kadar kalabalık bir duruşma yapıldığını söylemişti.

28 Nisan günü sadece Danıştay tarihinde değil; AKP’nin kadına yönelik ayrımcı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini doğuran ve itinayla besleyen politikalarıyla mücadelemizde de tarihi bir gündü.

Duruşma salonunda yüzlerce, ülkede milyonlarca kadın; hep bir ağızdan “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” diyordu. Duruşma başladıktan kısa bir süre sonra salona alınmayan kadınlardan haber geldi, hızlıca bina dışında kalan arkadaşlarımızın yanına gitmek için salondan çıktık. Ancak dışarı çıkmadan evvel 10. Daire Başkanı’na hitaben; “arkadaşlarımızın hemen içeri alınmasını, gerekirse merdivenlerde oturacağımızı, ayakta duracağımızı ama bir kadının bile dışarıda kalmasına izin vermeyeceğimizi” söyledim. Başkan’ın verdiği yanıt biraz ilginçti: “Ya salon çökerse?” gülümseyerek söylemişti. Oysa biz gülümseyemiyorduk çünkü o anda aklımızdan “Hukuk sistemi çökmüş, salon çökmüş çok mu?” cümlesi geçiyordu. Dışarı çıktık, akıl alır gibi değildi. Danıştay’ın önünde arkadaşlarımızın biber gazına maruz kaldıklarını, darp edildiklerini, bina önünden süpürüldüklerini, kapıya sıkıştırıldıklarını, önlerine barikat kurulduğunu öğrendik. İlk duruşma, bir hukuksuzluğun başka bir hukuksuzlukla perçinlenmesiyle başlamıştı. Dışarıda tek bir kadın kalmayana kadar hepimiz arkadaşlarımızın içeri girmesi için uğraştık.

Cumhurbaşkanlığı İdari İşler Başkanlığı Hukuk ve Mevzuat Genel Müdürlüğü Anlaşmalar Daire Başkanı ve vekili, dilekçelerimizi özensiz bulduklarını ifade ederek söze başladılar. Sözleşme’nin feshedilmesinin hukuka uygun olduğunu ve kadına karşı şiddeti önlemede zafiyet yaratmadığını savundular. Dilekçelerimizi okumadıkları gibi örneğin Muğla’da IŞİD yöntemleriyle katledilen Pınar Gültekin’i öldüren Cemal Metin Avcı’nın davanın beşinci duruşmasında “İstanbul Sözleşmesi’nin iptal edilmesi iyi oldu” cümlesini de bilmiyorlarmış demek ki diye geçti aklımdan. Yani sözleşmeden imzanın çekilmesinin kadınları, çocukları, LGBTİ+’ları katleden erkeklere ne kadar cesaret verdiğinin de farkında değillerdi. Bunca acının yaşandığı, günde en az beş kadının erkek şiddetine maruz kaldığı, çocukların türlü istismara uğradığı bir ülkede yaşayıp, hakikatlerden böylesine bihaber olmaları da pek tuhaf gelmişti. Son duruşma tarihi olan 23 Haziran’a kadar da bu tuhaflığı yoğun olarak hissettik.

Uzun süredir; kadınların kazanılmış haklarına yönelik topyekûn bir savaş başlatıldığının, sözleşmeye karşı olanların Anayasa’nın pek çok maddesine karşı olduğunun, sözleşmeye karşı olan erkeklerin imtiyazlarını kaybetmek istemediklerinin, kadınları karanlık bir koridora çekmeye çalıştıklarının farkındayız. Sözleşmeye sahip çıkarak hayatlarımıza sahip çıkıyoruz. Tüm gücümüzü ortaya koyarak mücadele ediyoruz. Bir tarafta tek adam varsa diğer tarafta biz milyonlarız. Ve muktedir Türkiye kadın hareketinin kararlılığının ve mücadele azminin farkında. Bunu bir kez daha 28 Nisan’da, 7 Haziran’da, 14 Haziran’da, 23 Haziran’da gösterdik.

Neden bu kadar emek? Çünkü bu kavga karanlıkla aydınlığın kavgası. Hukukun gücüne, adalete, toplumsal cinsiyet eşitliğine inananların mücadelesi. Bu erdemlere inanan herkesin bu mücadelede olması gerekiyor.

Sözleşmeden çekilme kararıyla şiddetle mücadelenin aksatılmadığını iddia edenler başlarını kuma göme dursunlar biz hatırlatmaya devam edelim; zira Akp’nin panzehiri hafıza. 4 Haziran 2020’de Zeytinburnu’nda gece saatlerinde Nurtaç Canan vurulmuş, ağır yaralanmıştı.

Nurtaç’ı vuran eşi Ragıp Canan’dı. Nurtaç ayrılmak istediği için vurulmuştu ve öleceğini düşündüğü için kendi kanıyla yere, “Annem babam hakkını helal et, üzülmeyin, beni Ragıp vurdu, kurtuldum” yazmıştı. Ragıp Canan ise vurduktan sonra kaçmış, daha sonra gözaltına alınmıştı. Ölümünü kurtuluş olarak gören bir kadının kanı ile yazdığı yazıyı okurken tüyleri diken diken olanlarız. Bununla birlikte, erkek şiddetinin adeta savaş rakamlarına ulaşmasına sebep olanlarla, failleri palazlandıranlarla, basının cinsiyetçi dili ile, mahkeme salonlarında savunma adı altında toprağın altında olan kadınlara yönelik aşağılayıcı ifadeler kullananlarla, erkek şiddeti ile mücadeleyi bir devlet politikası olarak kabul etmeyen zihniyetler ile derdimiz. Hukuk devleti yolundaki mücadelemizi sürdürmemiz yolunda derin soluklar almamızı sağlayacak adil kararların peşindeyiz.

19 Temmuz’da Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin Cumhurbaşkanlığı kararının iptal istemini 2’ye karşı 3 oy ile reddetti. Oysa biz de gülümsemek isterdik. Mümkündü de. Tarihin onurlu sayfalarında yer alacak bir karar verilseydi gülümserdik. Olmadı. Davamızı İdari Dava Daireleri Kurulu’na taşıdık. Vazgeçmiyoruz çünkü İstanbul Sözleşmesi’nin teminatı bizlerin kararlılığı ve mücadelesidir.

Hayatta her şey değişir, değişiyor. Bizler gideriz, hakimler gider. Ama örneğin Danıştay 10. Dairesi’nin verdiği karar değişmeyecek ve tarihin bir köşesinde hep hatırlanacak. Nasıl hatırlanacağını ise gelecek günler belirleyecek. Biz milyonlarca kadın da yaşamlarımıza, haklarımıza, birbirimize sahip çıkmanın onuruyla hayatımıza devam edeceğiz. Bu yıl da 25 Kasım’da Taksim Tünel’de toplanmamıza yasak kararı geldi. Her yıl 25 Kasım ve 8 Martlarda “Toplanmanız yasak” diyorsunuz ama biz yine de buluşuyoruz. Anlayın artık, ne yaparsanız yapın kadınların bir arada olma iradesini kıramayacaksınız.

Geleceği; her düzlemde toplumsal cinsiyet eşitliği ilkesini benimseyen, eşitliği hayata geçirmek için mücadele eden kültürler şekillendirilecek. Ne demişler; son güler, iyi güler.