Neden IŞİD tehdit değil?

MARY DEJEVSKY

Batılı bir perspektiften bakarsak, Irak Şam İslam Devleti’nin (IŞİD) geçen yıla damgasını vurduğu söyleyebiliriz. 2015, Paris’teki cinayetlerle başlayıp yine aynı şehirde gençliği ve uçarı hayatı hedef alan saldırılarla kapandı. Bu ikisi arasında, Tunus’ta ve Suriye’de pek çoğu İngiliz olan Batılı turistler öldürüldü, Palmira antik şehrinden arta kalanlar tahrip edildi ve turistleri taşıyan bir Rus uçağı, -muhtemelen içeri sokulan bir bomba marifetiyle- Sina’ya çakıldı.

Her katliam, dehşet söylemlerinin bir yenisini tetikledi. Haziran’daki Tunus saldırılarının ardından, David Cameron IŞİD’nin Batı’ya karşı varoluşsal bir tehdit teşkil ettiğini söylemiş ve terörist örgütle savaşı “bizim neslimizin imtihanı” olarak tanımlamıştı. Vekiller geçtiğimiz ay Suriye’de IŞİD karşıtı hava saldırılarının uzatılmasından yana oy kullanırken konuşmalarını faşizme dair göndermelerle süslemişti. Rus hava kuvvetlerini Suriye’ye sevk etmeden önce Putin, daha önce Hitler’in mağlubiyetini getirmiş olana benzer, daha büyük bir uluslararası ittifak için çağrı yapmıştı.

Devlet içinde bir karşıt odağın gelişmesinden yana duyulan endişeyi de hafife almamalı elbette. Sayılarının daha az olduğu tahmin edilse de 2000’e yakın genç İngiliz’in savaşçı ya da gelin olarak IŞİD’ye katıldığı söyleniyordu bize. O halde onlarla ülke içinde de mücadele edilmeliydi; seyehat engellemeleriyle, pasaportlarının geri alınmasıyla, caydırıcı hapis cezalarıyla; gözetimi arttıracak buna bezer bir çok önlemle milyonlarca pound harcamak pahasına.

Nihayetinde 2016 yılına günümüzün barbarlarıyla beraber girdik. Kapıları tutmuşlar, hatta şehrimizin duvarlarına kadar dayanmışlar. Peki gerçekten böyle mi? Ve eğer değilse, Birleşik Krallık ve Batı politikaları nasıl okunmalı?

Meseleye bir de diğer yanından bakalım: Geçtiğimiz yılın son günlerinde, Irak’ın ordusu (böyle söylemeye pek dilimiz varmasa da) IŞİD’yi Ramadi’den defedebildi. (Şüphesiz Batının hava desteğiyle) Şehir, artık ülkenin başbakanı tarafından ziyaret edebilecek kadar güvenli kabul ediliyordu. Diğer IŞİD kalelerinin kurtarılması muhtemelen bundan daha güç olacak. Asıl mücadelenin ise Musul’da yaşanacağı tahmin edilebilir; özellikle de IŞİD’in 18 ay önce burayı nasıl kolaylıkla istila ettiği düşünülecek olursa. Ama bunun için acele etmemeli.

Ama bu zafer çok büyütülmemeli; akıntının tersine döndüğünü ve IŞİD’in Ortadoğu’daki güçlü ilerleyişinin durdurulduğunu iddia etmek basiretsizlik olur. IŞİD Ramadi’yi yalnızca geçtiğimiz Mayıs ayından bu yana elinde tutuyordu. Yine de bu olay, IŞİD’in, tüm gücümüzle savaşmamız gereken, dünyayı ele geçirmeye kadir, handiyse varoluşsal bir tehdit olduğu düşüncesine takılıp kalanları susturmaya yetmeli.

IŞİD –ya da İslam devleti, ya da DAİŞ- nasıl olup da Batılı devletleri böylesi bir esaretin içine nasıl düşürdü? Bunun sağlam nedenleri var. Gerek IŞİD’in geçtiğimiz iki yıl içinde hızla ilerlemiş olması, gerek beslendiği fikirlerin direnci, gerekse de şeytani bir deha içeren propagandasının gücü -Batılıları dehşete düşüren, en gelişmiş teknolojilerin kullanıldığı kafa kesme videoları gibi- bunlardan bazıları. Bunlara bir de yapılacak fedakarlığın mükafatı olarak muhtemel cennet vaadini ekleyin; ki, Batılı gençlerin kimini cezbeden bu olmuştu.

Yine de böylesi bir tablo çizmek onun zayıflığını gözden kaçırmak olur. IŞİD’in ardındaki ideoloji Ortaçağ’dan, hatta Ortaçağ öncesinden kalma. Çoğunlukla, gelişmiş ülkelerin çoktan geride bırakmış olduğu, diğerlerinin ise aşmaya çalıştığı barbarca yöntemler kullanıyor. Çağdışılık ve modernlik ancak bu kadar iç içe geçirilebilirdi. IŞİD’in saltanıtının sürmesi ihtimali, korkutuculuğu bir yana, mantıklı mı?

Kaldı ki IŞİD içindeki unsurlar birbiriyle ne derece uyum içinde? Halihazırda gerçek kapasitesi ne derece büyük? İşin aslı, Ocak ayındaki Charlie Hebdo saldırısını IŞİD üstlenmemişti. –Bu “onur” El Kaide bağlantılı bir Yemenliye aitti. IŞİD içinde Paris saldırılarının emrini doğrudan verebilecek denli sağlam bir emir komuta zinciri var mı? Ve IŞİD bağlantılı olduğu varsayılan alt gruplar örgütün Libya, Tunus ve hatta Kenya’daki üst düzey yetkililerine ne derece tâbi? Tıpkı daha önce El Kaide örneğinde olduğu gibi, belki de bu dehşetli “IŞİD”, terörden yılmış Batı’da aşırırlıkçı grupların en çok korkulan haline gelmek için sahiplendiği bir çeşit markadan ibaret.

Ama cazibe merkezi olmasının dahi ardındaki asıl neden zorunlu olarak, takip ettiği radikal ideoloji olmayabilir. IŞİD büyük ölçüde Batı’nın başarısızlığının neticesinde Irak’ta yayıldı. ABD ve İngiltere Saddam’ı devirdikten sonra bölgeyi baştan başa saran karışıklıklara terk etti. IŞİD bu karmaşanın içinde, ne kadar ilkel yöntemlerle de olsa, güvenlik vaadiyle öne çıktı. ABD ve İngiltere Irak’ın eski hakimleri olan Sünnilerin kolunu kanadını kırmışken, IŞİD onlara bir çıkış yolu sundu. Suriye ve başka bir çok yerde de benzer şekilde, IŞİD, cezbesini kendi dini yöneliminden olduğu kadar bölgede büyüyen düzen arayışı ve intikam arzularından alıyordu.

Bu IŞİD’in gücünün sınırlarına dair bir ipucu verebilir. Eğer kendi içinde düzeni sağlayamıyorsa, eğer bir yerden çekildiğinde yerine bir vekil atayamıyorsa, otoritesinin güçten düştüğünü söyleyebiliriz. IŞİD’e karşı zafer kazanmanın tek yolu askeri güç olmayabilir ki, 2014’te Musul’un el değiştirmesi büyük ölçüde rıza yoluyla sağlanmıştı.

Bununla birlikte, her ne kadar IŞİD gözden düşmüş olsa da, Rusya da dahil olmak üzere Batı, henüz tehlikeden sıyrılmış değil. Örgüt o denli öcüleştirildi ki dış politikanın adeta olmazsa olmaz bir parçası haline geldi. Bugünse asıl dertleri, bu tiksinti verici ve hala değişmekte olan hareketin kökünü kazımaktan ziyade, bölgedeki kararsız güç dengesinden nemalanmak olan yabancılar tarafından Ortadoğu’ya müdahale etmenin gerekçesi olarak kullanılıyor.

IŞİD’e saplanıp kalmanın doğrudan zarar verici sonuçları da var. Bu yaklaşım Batılı devletleri, 30 yıllık Sünni ayaklanmasında olduğu gibi, son derece büyük problemlere gebe olabilecek bölgesel değişimlere karşı körleştiriyor. İçeride ise, İngiltere ve Fransa’ya Müslümanların ülkeye sorunlu entegrasyonundan dolayı diğerlerini suçlama şansı veriyor.

İşte barbar dediklerimiz bunlar; eğer olmasalardı, biz onları icat ederdik. IŞİD, elden ayaktan düşen hükümetlerin sorumlusu olarak karşımıza getirilen ilk canavar değil. Ama Ramadi’de uğradığı yenilgi, örgütün gerçek boyutlarını yeniden düşünmemiz yolunda bize cesaret vermeli.

(http://www.independent.co.uk/voices/why-isis-wont-actually-be-the-huge-threat-of-2016-a6791256.html)’den çeviren Defne Sarıöz