Çocuk dendiğinde çoğumuzun yelkenleri suya iniverir. Masumlar, savunmasızlar

Nuh’un kar topu, Berkin’ in misketleri

MURAT MÜFETTİŞOĞLU

Çocuk dendiğinde çoğumuzun yelkenleri suya iniverir. Masumlar, savunmasızlar. Ancak bir özellikleri var ki, onları yetişkinlerden derin biçimde ayırıyor. Seneler önce Nietzsche okurken fark ettim bunu. Ünlü filozof, insan ruhunun evrimini deve-aslan-çocuk metaforuyla anlatır. Hayatın yükünü bir deve gibi -sorgusuz sualsiz- taşıyan ruh, zamanla durumundan rahatsızlık duyarak otoriteye baş kaldırır ve bir aslan gibi davranmaya başlar. Derken, insanın baştan aşağı kendisi olduğu, her zaman her koşulda yaşama ‘evet’ dediği, yani yaşamı olumladığı varlığa, çocuğa dönüşür.  

Kendi iradesini başka bir “iradeye” teslim edenler için ruhun bu dönüşümünden söz etmek imkansızdır. O irade ki, din, cemaat, parti, örgüt, lider, devlet, komutan, örf’ i ve şer’ i kanunlar olabilir. İyi-kötü, doğru-yanlış, günah-sevap, ayıp-makbul, yasal-yasadışı türü karşıtlıklar üzerinden ilişki kuran, tepki veren bu insanlar, başkalarıyla hemhal olma, doğayla hemhal yaşama güdülerini daha en başında yitirdiklerinden, vicdan, sağduyu, akıl ve etik yoksunudurlar da. Daha fazla elektrik için binlerce ağacı kesebilirler; polis tarafından katledilen bir çocuğun annesini yuhalayabilirler; hakları için sokağa çıkan bir genci tekmelerle öldürebilirler; ‘aman dileyen’ bir yaralının kafasına sıkabilirler; muhalif bir gazetecinin boğazını kesebilirler; bir kadına tecavüz edip bedenini ateşe verebilirler; kırklarında kar sevinci yaşayan birinin kalbine bıçak sokabilirler. ‘Neden?’ diye sorduğunuzda çekinmeden, “sanayicimizin ihtiyacı olduğu için ağaçları kestik; liderimiz istediği için anneyi yuhaladık; peygamberimizin itibarı için kafasına sıktım; şeriat için boğazını kestik; erkekliğim için tecavüz ettim; dükkânımın camı için bıçağı soktum!” derler.

Aslında o kirli nedenleriyle birlikte acz içindedirler. Ve bir gün, kendilerini üreten iktidarın peşinden tarihin çöplüğüne gideceklerini iyi bilirler. Bir zamanlar çocuktular, şimdi hepsi büyüdüler, ama yanlış büyüdüler. Çocukluklarıyla yetişkinlikleri arasında muazzam bir fark oluştu. Sebepleri malum: içinden çıktıkları aile ve mahalle kültürü, tabi oldukları devletin eğitim anlayışı. Pek çoğu, adına “sağlam irade” dedikleri, anlamı ve kıymeti kendinden menkul iradeye biat etmekteler. ‘İnsan olmayan bu insanlar’ çocukken –aslında- iyiydiler. Çünkü dünyanın bütün çocukları iyidir; ağaçları, hayvanları, yaşlıları ve yaşamayı severler; onlar için, kendileriyle oyun oynayan bir yetişkinden daha iyisi yoktur; akıllarına yatmayan bir durum karşısında kilitlenir kalırlar; samimiyetsizliği hissederler, işin içinde aldatmaca olmadığı sürece de kimseye inanmazlar. Buyurunuz bir kaç mütevazı örnek:   

Ah bu çocuklar!
Arkadaşlarımdan biri çocukken babasıyla ilk kez ava gitmiş. Gecenin kör karanlığında ormanın içlerine doğru ilerlemişler. Derken önlerine bir tavşan çıkmış. Babası elindeki feneri gözlerine tutunca hayvancağız hareketsiz kalakalmış. Tüfeği hazırlarken feneri bizimkine uzatıp ‘ışığını tavşanın gözlerinden ayırmamasını’ söylemiş. Tavşan ışığa, arkadaşım tavşana bakıyormuş; zavallı hayvanın gözleri kocaman, burun delikleri acayip hareketliymiş. Babası tam tetiği çekecekken, feneri başka yöne doğrultup “baba yapma!” diye bağırmış... Sessizce azarlanmayı beklerken, babası “peki çocuğum” deyip başını okşamış. Adamcağız bir daha ava falan gitmemiş.
• • •
On yaşındaki kızımla Ümraniye taraflarında bir yerde kırmızı ışıkta durduk. Trafiğe takılmamak için direksiyon başında güzergah hesapları yaparken, “ne tuhaf” dedi arkadan. “Nedir tuhaf olan?” diye sordum. “Şu koskoca gökdelenlerle eski püskü evlerin yan yana olması” “Gökdelenler o kadar lüks olmasaydı evler de o kadar bakımsız olmazdı” gibi yaşına göre alengirli bir cevap verdim. Gülümseyerek, “Olsun, eski püsküler ama en azından bahçeleri var” dedi.  
• • •
Bir yaz akşamı, eşim, ablam ve o zamanlar dört yaşında olan kızımla birlikte pastaneye gittik. Dışarıdaki masalardan birine otururken, sandalyemin ayaklarından biri tretuvarın dışına taşınca oturmamla düşmem bir oldu. Eşimle ablam aynı anda kahkahayı patlattı. Onlar gülünce ben de güldüm kendime. Kızımsa ağlayarak yanıma geldi, boynuma sarıldı.  
• • •
Gezi Eylemleri’ nin o yaratıcı günlerinde sosyal medyada dolaşıma giren bir fotoğrafı anımsadım: Secdeye eğilmiş cemaati arkasına almış bir afacan, deklanşöre hınzırca gülümserken, minik parmaklarıyla zafer işareti yapmaktadır. Politik felsefe dergilerinden birinde bu fotoğrafın da kullanıldığı iyi bir yazı okumuştum. Yazar, çocukta içkin halde bulunan yaratıcı mizah duygusundan yola çıkarak kurucu politikalara gönderme yapmıştı.
• • •
Bir ilköğretim okulunun düzenlediği ‘meslekler ve çalışma yaşamı’ konulu bir panele maden mühendisi sıfatıyla davet edilmiştim. Dinleyicilerimiz yaşları 10 ile 13 arasında değişen öğrencilerdi. Benim dışımda, biyolog, reklamcı, hakim ve tiyatrocu olmak üzere dört konuşmacı daha vardı. Mesleklerimiz hakkında bilgi verdikten sonra çocuklardan gelen soruları yanıtlamaya başladık. Öğretmenleri, soruların öğrenciler tarafından doğaçlama sorulmasına özellikle dikkat ediliyormuş. Aklımda kalanlar: “Soma kazasında gerçekten 302 işçi mi öldü, yoksa bilmediğimiz şeyler mi var?” “Darwin’ in doğal seleksiyon teorisiyle Lamarck’ ın evrim teorisi arasında sizce çelişki var mı?” “Filmlerde sübliminal etki kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz?” (Reklamcı konuşmacı kavramı ilk kez duyduğunu söyleyince soruyu soran öğrenci açıklama yapmak zorunda kalmıştı.) “Günde ortalama kaç kişiyi hapse atıyorsunuz?” “Konservatuar sınavlarında bedensel kusuru olanların elendiğini söylediğiniz, küçüklüğünden beri oyuncu olmak isteyen bir kamburun hiç mi şansı yok?”  
• • •
Bu anekdotu da bir filmden arakladım, ancak çocukların öznel gerçekliğine iyi bir örnek olduğunu düşünmüyürum. Filmde şöyleydi bir sahne geçti: İllüzyonist, aralarında beş altı yaşlarında bir çocuğun da olduğu az sayıda seyirciye gösteri yapmaktadır. İçinde minicik bir kuşun olduğu kafesi masaya koyar, üstünü siyah bir kumaşla örtüp bütün gücüyle tepesine vurur. Çocuk dehşet içinde bağırmaya başlar: “Onu öldürdü! Onu öldürdü!”. Annesi, kuşun ölmediğini, sadece bir oyun olduğunu söyleyerek rahatlatmaya çalışır. İllüzyonist çocuğun yanına gelir ve cebinden kuşu çıkararak, “bak yaşıyor” der. Çocuğun sorusu çarpıcıdır: “Peki kardeşi nerede?” Gösteri bitip seyirciler dağıldıktan sonra illüzyonist masanın altındaki kuş cesedini alıp çöpe atar.