ODTÜ yönetimi tarafından açığa alınan Bekiroğlu ve Mutlu akademide yeni bir tasfiye sürecinin başladığını söylüyor. AKP’nin üniversiteleri de dönüştürdüğünü vurgulayan akademisyenler “Aslolan mücadeledir” diyor.

ODTÜ yönetimi tarafından açığa alınan akademisyenler: Aslolan mücadele
Fotoğraf: BirGün

Nazlıcan UZUNER

Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Rektörlüğü geçen günlerde araştırma görevlileri Sibel Bekiroğlu ile Mehmet Mutlu’yu açığa aldı. 10 gün boyunca ODTÜ Rektörlüğü önünde eylem yapan akademisyenler mücadelelerini bundan sonra farklı yollarla sürdürecek. Bekiroğlu öğrenciliği de dahil 15 yıldır, Mutlu ise 10 yıllık ODTÜ’lü. Rektörlük önünde nöbetlerini sürdüren Mutlu ve Bekiroğlu’yla görüştük.

Sizin başınıza gelenler de düşünülünce ODTÜ’de Verşan Kök göreve geldiğinden beri yaşananlar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sibel Bekiroğlu: Verşan Kök aslında 15 Temmuz sürecinden sonra yaşadığımız KHK süreçleri, tek adamın hayalinde olan memleket düzeni üzerinden de üniversitelerin de şekillendirilmesi projesi ile ODTÜ’ye gelen biri. Sanırım ilk kez Binali Yıldırım için kullanılan bir tabir vardı “düşük profilli yöneticiler” diye, buraya da aynı şekilde “düşük profilli”, atanmasının hakkını verecek yöneticiler getirildi. Verşan Kök de onlardan biriydi. Tıpkı Melih Bulu, Naci İnci ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektörü Handan İnci gibi. Kendisinin yönetmediği ama yönetirmiş gibi yaptığı bir görev çizgisi var. Verşan Kök’ün ODTÜ’ye gelişinden bu yana çok fazla hak ihlali yaşandı, özellikle öğrenciler bu dönemde oldukça etkilendi. Onur Yürüyüşleri engellendi, Devrim Yürüyüşleri engellenmeye çalışıldı. Onun dışında öğrencilerin toplanmasının, afiş veya ozalit asmasının bile suç haline geldiği bir sürece doğru evrildi. Bunun devamında, senin de dediğin gibi, bizim açığa alındığımız bugünlere geldik. Bu zaman diliminde çok şey oldu, hak ihlallerinin çetelesini tutsak tutamayız. ODTÜ öğrencileri bir karne yapmıştı, Verşan Kök bu karneyle sınıfta kalmıştı. O günden bu yana hala geçer not alamamaya devam ediyor.

Mehmet Mutlu: Verşan Kök’ün adaylığından bugüne, 2 dönem görev yaptığı süre boyunca söylemlerinin dönüşümü ODTÜ’nün ama aynı zamanda üniversiteleri hedef alan otoriter zihniyetin nasıl dönüştüğünü de çok iyi özetliyor. Bu da aslında Türkiye’nin hikâyesinin paralelinde devam eden bir hikaye. Verşan Kök rektör adayı olduğunda ODTÜ’lü olduğunu, hatta Gezi’ci olduğunu telaffuz ediyordu. Sendikamız Eğitim-Sen’in, ODTÜ Mezunları Derneğinin, Öğretim Elemanları Derneğinin ve ODTÜ öğrencilerinin ortak girişimi ile başlatılan ODTÜ Ayakta imza kampanyasının imzacılarından biriydi. Ama vardığımız noktada bırakın adının Gezi ile anılmasını, 3 hafta önce Onur Yürüyüşü’nde okulumuzdaki LGBTİ+’ları doğrudan hedef gösteren kararlar aldı ve bu şiddetin zeminini hazırladı.

Bundan sonraki süreçte ne yapmayı planlıyorsunuz?

S.B: Biz buraya gelirken şöyle bir gerekçeyle geldik ve oturduk: Biz neden açığa alındığımızı bilmiyoruz. Bize bir disiplin soruşturması olduğu söylendi ama bu disiplin soruşturmasının içeriğine dair bir şey söylenmedi. Birkaç gün önce Mehmet’e doğrudan, bana da avukatım aracılığıyla bunun bir ceza davası ile ilgili olduğu söylendi ama hala içeriğe dair bilgimiz yok. Sendikamız yine bu konuyla görüşmek üzere rektörlükten bir görüşme talebinde bulunmuştu ancak rektörlük tarafından olumsuz olarak yanıtlandı. Bunca gündür bizi muhatap almıyor ve hakkımız olan bilgi edinme sürecinden çekiniyorlar. Aslında bizi tedbiren açığa alma değil cezalandırma süreci işlettiklerini anlıyoruz. Örneğin bizim taşıt giriş kartlarımız, öğrenci ve personel kimliklerimiz okul kapısındaki turnikelerde çalışmıyor yani fiilen okula girişimiz engelleniyor. Hem eğitim – öğretim olanaklarından hem de buradaki sosyal olanaklardan faydalanmamız engellenmiş oluyor. Bu bir cezaya dönüşmüş durumda. Biz buna farklı şekillerde karşı çıkmaya, Boğaziçi’ndeki hocalarımız gibi bu yönetime sırtımızı dönmeye devam edeceğiz.

M.M: Biz, hakkımızdaki haksız hukuksuz bu uygulamaya tepki göstermek ve aynı zamanda iademizi talep etmek için buraya oturduk. Muhatap alınmak istiyorduk ama aradan geçen süre içerisinde esasında bizim muhatap alacağımız bir ODTÜ yönetimi olmadığını fark ettik. Artık, benim açımdan ODTÜ’yü seçilmiş yöneticilerin yönetmediği görülüyor. Burası bir itiraz mekanı olarak kuruldu ama kendi yolunu bulup bir üretim mekanına dönüştü. Hikayenin devamında da kendi yolunu adımlamaya devam edeceğini düşünüyorum. En önemlisi şu, mücadelenin kendisi biçim değiştirse de aslolan mücadele!

Akademinin son durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

S.B: Bunu bir tasfiye sürecinin başlangıcı olarak tanımlıyoruz. Bizden önce Boğaziçi’ndeki akademisyenlerin açığa alınması ile başlayan, ODTÜ Kuzey Kıbrıs kampüsündeki iki hocamızın “başarısızlık” gerekçe gösterilerek işlerinden edilmesi ile devam eden, yine Bolu Üniversitesindeki hocamızın işine son verilmesi ile ilerleyen ve bize uzanan bir süreç. Absürd gerekçelerle bunların yapılması ve bunu yaparken de karşı koymanız bile zul gelen bu absürd süreçlerde sizi yıpratmaya ve yalnızlaştırmaya çalışıyorlar. Yalnızlaştırma politikası, yeni tasfiye dalgasının da en belirleyici faktörlerinden biri bana kalırsa.

M.M: Türkiye’deki toplumsal, siyasal ve ekonomik dönüşümün paralelinde üniversitelerin de dönüştüğünü düşünüyorum. Bilhassa AKP iktidarı döneminde, Karl Marx’ın da “Burjuvazi kendi suretinde bir dünya yaratmak istiyor” dediği bir biçimde, AKP de kendi zihniyetinde bir üniversite yaratmak istiyor. Bu üniversitenin mekanizması atanmış yöneticiler, atanmış rektörler aracılığıyla işletiliyor. Üniversitenin şimdiki haline en çok karakterini veren, mayasında tek adam yönetimi zihniyetinin olduğu ama arka planda Türkiye’ye dayatılan neoliberal dönüşümün olduğu bir düzen.