OHAL yargılamaları

KONUK YAZAR: MUSTAFA KARADAĞ - Yargıçlar Sendikası Başkanı

Voltaire günümüz Türkiyesi’nde yaşıyor olsaydı büyük ihtimal Silivri veya Sincan Cezaevlerinden birinde tutuklu olurdu sanırım. “Düşüncelerine katılmıyorum, ama senin düşüncelerini savunma hakkını sonuna kadar destekliyorum” sözü nedeniyle çoktan terörü veya terör örgütünü övme suçlamasının şüphelisi olurdu.

15 Temmuz Darbe Girişimi şekilli terör eylemini müteakip ilan edilen OHAL ile siyasi iktidar kendine göre bir terörle mücadele başlattı. Fethullah Gülen cemaatine mensup asker, polis, yargıç, savcı ve bürokratların hükümete karşı bir darbe girişiminde bulunduğunu iddia edip devletin bu terör örgütü mensupları ile irtibat ve iltisaklılarından arındırılmasının amaçlandığı söylendi. Söylendi diyoruz çünkü halihazır bu vakanın gerçekliğine dair kesinleşmiş bir mahkeme kararı yok.

Diğer yandan Fethullah Gülen Cemaati ile siyasi iktidarın ortaklaşa hareketleriyle oluşturdukları yargı pratiği 2007 yılından ama ille de 2010 referandumundan sonra ciddi hukuksuzluklara imza attı, adalete güven endeksinin azalmasında ciddi rol oynadı diyebiliriz. Zira hepimiz oynanan kötü hukuk oyununun içindeydik ve yakından izledik, yargının bağımsızlığından günbegün uzaklaştığına tanıklık ettik. 2013 yılındaki MİT krizi ertesinde siyasi iktidar-cemaat ilişkileri sekteye uğradıktan sonra 17-25 Aralık sürecinde ortaklık tamamen bozuldu ve nihayetinde 2014 HSYK seçimlerinde hükümet bir şey olmaya gayretli yeni ortaklarıyla devletin tüm olanaklarını kullanarak girdiği HSYK seçiminden kazanarak çıktı ve yargı iktidarını tamamiyle ele geçirdi.

Muhalefete, gazetecilere, hukukçulara, akademisyenlere bir süre Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan yapılan soruşturmalarla ayar giderek daha yaygınlaştırıldı. Bu arada Cemaat’e ait olduğu iddia edilen şirketlere kayyumlar aracılığıyla el konuldu. Bu şirketlerin sadece paralarına el konulmakla yetinilmeyip Dünya demokrasilerine örnek teşkil edecek şekilde şirketlere ait gazete ve televizyon kanallarının yayın politikaları da değiştirilip hükümet yanında yer almaları sağlandı.

Bu hatırlatmadan sonra, soruşturanların sorumsuzluğunun yasa ile temin edildiği, bütün yasal teminatların kaldırıldığı OHAL sürecindeki soruşturmalara kısaca ve örnekleme yoluyla göz atmak gerekirse sanıyorum söyleyeceklerimizde eksiklik ve yanlışlık olmaz.

Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay ve Hüsnü Mahalli, hasarlı da olsa sıralarını savdılar şimdilik. Kadri Gürsel, Ahmet Şık, Mahir Kanaat ve Cumhuriyet yazarları olduğu gibi birçok gazeteci “savma” aşamasında.
HDP milletvekilleri dokunulmazlıklarının kaldırılmış olması nedeniyle tutuklu. Belediye Başkanları teröre destek verdiklerinden bahisle cezaevinde halen. Onca şehrin yok edilmesine neden olan o tünellerin kazılmasına göz yuman siyasi iktidar temsilcileri ve bürokratları hakkında yapılan bir işlem yok halihazırda.

Fethullah Gülen Cemaati’ne destek veren, birlikte hareket ettiğine dair bir tek delil bulunmayan Türkiye’nin ilk yargıç ve savcı derneği YARSAV, 667 sayılı KHK ile kapatılırken, hükümet himayesinde kurulup dernekleşen, hükümetten aldığı güç ile mesleğe yeni başlayan tüm yargıç ve savcılar baskıyla üye yapılarak her geçen gün daha da büyütülen, ancak Uluslararası Yargı Kuruluşları tarafından yargı bağımsızlığından yana tavır almadığı için itibar görmeyen Yargıda Birlik Derneği ise Saray’da ağırlanarak tembihini almakta ve karar merciileri gereğini yapmakta.

YARSAV’ın başkanı Murat Arslan ve Fethullah Gülen Cemaati’yle ilgisi olmadığından şüphe duyulmayan bazı üyeleri tutuklanıp mesleklerinden uzaklaştırılırken, cemaat-hükümet yargısının önde gelen aktörlerinin itiraflarının sızdırılmasını önlemeyerek O zamanın Başbakanı’nın bu aktörlerin yargısal veya yargıyı ilgilendiren faaliyetlerinden haberdar olduğu, hatta dahlinin bulunduğu sonucunu doğuran izlenimlere sebebiyet verdiği söylentilerine maruz kalan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı görevinden alınmakta.

Başta Anayasa Mahkemesi olmak üzere bütün mahkemeler, siyasi iktidar temsilcilerinin telkinleri yönünde davranarak hak ve özgürlükleri esas alan içtihatlarından vazgeçmekte, OHAL mağdurlarının yasa önünde hak arama olanakları ortadan kaldırılmakta, tüm OHAL işlemleri ve eylemleri yargısal denetim dışında bırakılmakta.

En son OHAL’in olağan rejim haline getirilmesi amacıyla ve OHAL koşullarında bir Anayasa değişikliği referandumuna gidilmekte. Toplum siyasi iktidar eliyle yeniden ayrıştırılıp, bir kısmı ötekileştirilmekte. Laiklik, demokrasi, Cumhuriyet ve bu ülkenin her şeye rağmen oluşturabildiği demokrasi gelenekleri darmadağın edilmekte.

Bu eylemli tespitlerden sonra sanıyorum şu cümleyi kurabiliriz. Hukukun üstünlüğüne dayalı, laik, demokratik Cumhuriyet’le hesaplaşma içine giren siyasal İslamcı karşıdevrim süreci sona varmak üzeredir. Muhalifler her geçen gün çoğalır şekilde yargı eliyle tasfiyeye tabi tutulup bir kısmı tutuklanarak, bir kısmı korkularına esir edilerek etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.

Ve 18 maddelik Anayasa değişikliği referandumu memleketimiz için çok ama çok önemli bir dönemeçtir. Referandumda Türkiye’nin kazanması hayırlı bir şeydir.