Yerelleştirerek değil ‘yerindenleştirerek’ olağandışı durumlara müdahale etmek çok daha etkili olacaktır. Prof. Geray’ın söylediği gibi “Kentte sağlıklı ve can güvenliği açısından elverişli ortamı yaratmak yerel yönetimlerin görevidir”.

Olağandışı dönemlerde güvenlikli kent
Fotoğraf: Depo Photos

Bülent Tanık*

“Ezilenlerin geleneği gösteriyor ki, içinde yaşadığımız olağanüstü hal istisna değil kuraldır. Buna denk düşen bir tarih anlayışına ulaşmak durumundayız. O zaman açıkça göreceğiz ki, gerçek olağanüstü hali yaratmak bize düşen bir görevdir.”
Walter Benjamin

Olağandışı dönemler, “hayatın günlük akışını kısmen ya da bütünüyle kesintiye uğratan, toplumsal-kentsel işleyişi olumsuz etkileyen, yıkıcı-yakıcı oluşum dönemleri” diye tanımlanıyor. Birdenbire ortaya çıktığı varsayılan ve toplumun çoğunun hazırlıksız yakalandığı pek çok doğa olayı ve toplumsal oluşum olağandışı durum olarak kabul ediliyor.

Kapsamlı yıkıcı etkiler yaratan deprem, sel, taşkın, heyelan, tsunami, volkan patlaması, kuraklık vb. yıkıcı etkileri görülen doğa olayları olağandışı durumlara kaynaklık eder. Kentsel-toplumsal yaşamı akamete uğratabilecek salgınlar, kargaşa, işgal, tedhiş ve savaş halleri ya da bunlara yol açabilecek gerginlik birikimleri de olağandışı durumlardır.

Hukuki ve yönetsel bağlamda olağandışı durumlar, sürekliliği olmayacağı varsayılan, kısa süreli, geçici “istisnai” haller olarak tanımlanabilirler. İstisnai hallerin süreğenlik kazandığı, yıllar süren sıkıyönetim ve olağanüstü hal dönemleri gibi olağandışılığın kalıcılaştığı ve olağanlaştığı dönemler de yaşanmaktadır.

Her ne kadar beklenmedik ya da bir anda ortaya çıktıkları düşünülse de olağandışı durumların öngörülebilirlikleri söz konusudur. Bunlar mutlaka şu ya da bu düzeyde ön işaretler verirler. Dolayısıyla hazırlıksız yakalanmak, bireyler için kimi zaman erkleri dışı olarak düşünülebilirse de toplumsal öngörüsüzlük için mazeret aramak anlamsızdır.

Toplumun esenlik ve güvenliğini sağlamak olağan zamanlarda olduğu gibi olağandışı durumlarda da devletin topyekûn sorumluluğu altındadır. Türkiye’de devlet idaresi merkez ve yerel olarak iki düzlemde yapılandırılmıştır.

İki düzey arasında bir bütünsellik ve sorumluluk süreğenliği anayasal olarak öngörülmekle birlikte, merkez ve yerel işbirliğinde bugüne kadar olumlu deneyimler kazanıldığından söz etmek mümkün görünmemekte.

Olağandışı durumların karşılanması sırasında “yaşam hakkının korunması” gibi, ahlak ve doğal hukuk kurallarını temel alan uygulamalar, meşruiyetlerini kendileri oluşturur ve önceliklidir. Yaşamın ve habitatın-yaşam ortamının korunmasını esas alacak eylemler, acil durumlarda kurumsal yetki ve sorumluluk açısından mevzuat sınırlamasına tabi tutulamaz. Ahlaki ve vicdani sorumluluk önceliklidir.

VERİMSİZ BİR YÖNTEM

Ülke ölçekli görev ve sorumlulukların icrası merkezi idarenin yetki ve vesayeti altında yürütülür. Merkez yerel düzeydeki sorumluluklarını, atadığı görevliler -örneğin vali ve kaymakamlar- üzerinden hizmetin yetki genişletilmesi, yerelleştirilmesi (dekonsantrasyon) ilkesi ile icra eder. Bu yöntemin yerel dinamiklerin güç ve yönelişlerinin kavranması, karşılanması ve yönetimi açısından etkililik, verimlilik ve demokratiklik açısında yetersiz kaldığı durumlar gözlenmektedir. Merkezin atanmış temsilcileri, konumları ve temsil ettikleri ve güçlerinin kaynağı olarak, kendilerini atayanların hassasiyetlerine daha açıktırlar. Bu nedenle yerel güçlerin yönelişlerinin anlaşılması, seferber edilebilmesi ve yönlendirilebilmesi konusunda daha az duyarlıdırlar.

Oysa yerinden yönetim örgütlenmeleri -belediyeler ve sivil örgütlenmeler- hız ve kucaklayıcılıkları, topluluklarını inandırma kapasiteleri açısından çok daha etkili olabilmektedirler. Bu yüzden yerelleştirerek değil ‘yerindenleştirerek’ olağandışı durumlara müdahale etmek çok daha etkili olacaktır.

ADA Kentliyim Dergisinin 1995/3 sayısında işlenen ‘Can Güvenlikli Kent Açık Oturumu’nda Prof. Dr. Cevat Geray’ın söylediği gibi “Kentte güvenlikli, sağlıklı ve can güvenliği açısından elverişli ortamı yaratmak yerel yönetimlerin görevidir.” Elbette yine Hoca’nın dediği gibi “Can güvenlikli kent konusuna yalnızca kent yönetimlerinin sorunları olarak bakmak uygun değil!”

Öte yandan o yıllardan bu yana neoliberal hegemonya, güvenliğin bir kamusal sorumluluk olmaktan çıkarılması ve kişilerin kendi güvenliklerini piyasadan sağlamaya yönlendirilmesi üzerinden çok yol almış bulunuyor. Devlet esas olarak kendini korumayı ana görevi olarak kabul etmiş demek yanlış olmayacaktır.

MERKEZ-YEREL DENGESİ

Türkiye Olağanüstü Hal Yönetimi ve Afetle Mücadele Örgütlenmesi’nin böyle bir bakış açısıyla; merkezileştirme, yerelleştirme ve piyasalaştırma neoliberal ilkeleri çerçevesinde oluşturulduğu görülecektir. Olağanüstü hal yönetimi ve afetle mücadele örgütlenmesinin model ve lafzındaki mükemmel mantığın o kadar mükemmel gerçekleşemediği gözlemlenmektedir. Bu kadar kapsamlı ve ayrıntılı modellerin işletilemediği ve kritik an durumlarının doğurduğu sorunların çözülemediği ve sistem akışındaki yapılamazlık görülmelidir.

“Benim modelim mükemmeldir” iddiası ile sonu gelmez acıların yaşanmasına devam etmemek için sistemin nerede tıkandığını içtenlikle incelemekte ve buna en baştan temel bakış açılarını sorgulayarak başlamakta yarar vardır.

Mevcut sistemin temel aksama noktalarından biri merkez-yerel dengesini iyi kuramaması hatta kurmamasıdır. Başkanlık sisteminin merkeziyetçi yaklaşımı yerel karar odaklarının yetki ve sorumluluk kapasitelerini geliştirmek ve bunlara da güvenmek üzerine oturtulmamıştır.

Yerel toplumsal ve siyasal yapıların muhalif kimlikler ya da tutumlar takınabilme olasılığı, muhtemeldir ki bu temel toplumsal güçleri, sistem kenarında tutmanın gerekçelerindendir.

Türkiye Afetle Mücadele Örgütlenmesi’nde AFAD-Türkiye Afetle Mücadele Ana Planı ve il bazlı uygulama planlarının neredeyse tamamında Belediyeler -itfaiye ve mezarlık hizmetleri dışında- ana ortak konumunda bile değildir.

Belediyeleri, özellikle büyük şehirlerde, hizmet tedariki beklenen herhangi bir piyasa unsuru düzeyinde değerlendirmek, afetle mücadele kurgusunu satın alınacak profesyonel hizmetler üzerine oturtmak ve olağandışı durum yönetimini merkezden atanmış görevliler üzerinden yürütmek, içtenlik, çabukluk ve toplumsal-siyasal sorumluluk gibi yeteneklerden sistemi mahrum bırakmakta ve baş aşağı durmaktadır.

*Şehir Plancısı, Ege Barış ve İletişim Derneği Başkanı