Ne zamandır ‘dezenformasyonla’ mücadele adı altında adım adım bir sansür şemsiyesi kıta Avrupa’sının üzerine yerleştiriliyor. Hem de antikomünist Orwell’in 1984’üne rahmet okutturacak cinsten bir sansür şemsiyesi.

Orwell’in ruhu AB semalarında mı dolaşıyor?

Emrah Cilasun/Berlin

Kıta Avrupa’sında gelenekten sayılır, “makul Avrupa Birliği (AB) vatandaşı”, Kolombiya’dan gelen mis gibi kavrulmuş kahvesinin yanında mutlaka pazar günleri farklı gazeteleri alır ve bu gazetelerin sayfalarındaki sözüm ona pluralist münakaşaları keyifle takip eder. Artık kendisini haftaya hazır hisseder. Zira “aydınlanmış” ve “bilgilenmiş”tir. Mesai aralarında, dost sohbetlerinde “bu konuya dair benim de fikrim var” diyebileceği bir görüş sahibidir artık.
Oysa “makul AB vatandaşı” Le Monde’un, El Pais’nin, The Guradian’ın, Neue Züricher Zeitung’un, Frankfurter Algemeine’nin veya Tages Zeitung’un aralarındaki nüansa rağmen sahip oldukları dünya görüşünün tek ve bir olduğunu görmez ya da görmezden gelir.

Misal, münakaşa konusu Ukrayna mı? Mevzubahis ceridelerde ABD/NATO ve Rusya’nın Ukrayna üzerinde tepinen gangsterler olduğundan bahsedilmez. Meselenin, “otokrasiye karşı demokrasi savaşı” olmadığı, buz gibi emperyalist çıkarlar için her iki tarafın da insanları boğazladığı üzerinde zinhar durulmaz. Bu “pluralist” propaganda aygıtlarında Azov faşistleriyle Kadirov kasaplarının arasında hiçbir farkın olmadığını okuyamaz. Bunları yazacak entelektüelin, yazarın ve gazetecinin vay haline! Bitmedi. Akşam kanepeye kurulup da “yahu dünyanın aktüel haliyle alakalı şöyle aklı başında bir belgesel izleyeyim veya tartışma programına kulak misafiri olayım“ dediğiniz zaman misal, Fransız ve Alman devlet televizyonlarının ortak kültür kanalı ARTE’yi izlediğinizi düşünün. Dünyanın hangi dönemecinde olursanız olun, fark etmez! İster pandeminin, ister bir iklim krizinin ya da bir savaşın orta yerinde bu TV kanalları size sürpriz yapabilir. Aaaaaa! O da ne? “Büyük despot Stalin’in kitlesel katliamları” veya “Seks düşkünü Mao’nun gerçek yüzü” gibi “derin” içeriklere sahip “belgesel” veya “tartışma programları” sizi beklemektedir.

***

Böyle bir medya dünyasının orta yerinde ne zamandır, “dezenformasyonla” mücadele adı altında Avrupa Birliği’nin seçilen değil ama atanan komisyonlarınca adım adım bir sansür şemsiyesi kıta Avrupa’sının üzerine yerleştirilmektedir. Hem de antikomünist Orwell’in 1984’üne rahmet okutturacak cinsten bir sansür şemsiyesi. İnsan sormadan edemiyor: Yoksa Orwell’in ruhu AB’nin semalarında mı dolaşıyor?

2015’te AB'nin savunma bakanlığı olan Avrupa Dış Eylem Servisi (EEAS) "Rus dezenformasyonuyla mücadele etmek" adı altında EUvsDisinfo adında bir uygulama başlattı. Her ne kadar EUvsDisinfo’nun odak noktası şimdilik Rusya olsa da, AB Komisyonu bunun sadece bir başlangıç olduğunu belirtmekte ve 30'dan fazla ülkeden "devlet aktörünün" yanı sıra AB ülkelerindeki "devlet dışı aktörlerin" de hedefleri arasında bulunduğunu açıkça itiraf etmektedir. Bu hedefler şok edici derecede muğlak ve bilindiği kadarıyla zan altında kalma kriterlerine sahiptir. Ve sansür kılıcının yarın bir gün kimleri kapsayacağı büyük muamma olarak durmaktadır.

Oysa Sanat ve Beşeri Bilimler Araştırma Konseyi (AHRC), "dezenformasyon" tanımlamasının olağanüstü zor bir kavram olduğu ve yürütme makamlarına neyin dezenformasyon, neyin hata ve neyin gerçek olduğunu belirleme konusunda aşırı takdir yetkisi verilmesinin riskleri hususunda ciddi uyarıda bulunmuştur. Birleşmiş Milletler Düşünce ve İfade Özgürlüğü Özel Raportörü ile birlikte kaleme alınan ortak açıklamada dezenformasyona ilişkin "genel yasakların", "ifade özgürlüğünün kısıtlanmasına ilişkin uluslararası standartlarla bağdaşmadığı... ve kaldırılması gerektiği" bilhassa vurgulanmıştır.

***

Ama anlaşılan AB ve NATO mercileri aldıkları kararda ve attıkları adımda o denli isteklilerdir ki, AB'nin Çok Büyük Çevrimiçi Platformlar (VLOPs) olarak adlandırdığı büyük sosyal medya şirketleri, bu baskıda AB ile açıkça işbirliği yapmaktadırlar. İşbirliği Meta, Twitter, Tiktok ve Google'dan ana akım medyaya, oradan EEAS ve NATO gibi askeri kurumlara kadar uzanmaktadır. Ve tüm bu kuruluşlar ortaklaşa onaylanmış bir "doğruluk kontrol topluluğu"nu oluşturmaktadırlar. Bu aktörler hep birlikte, kimi nasıl hedef alacaklarını belirleme konusunda kendi aralarında koordinelidirler. Aldıkları önlemler, sosyal medya hesaplarına karalayıcı uyarı etiketleri yapıştırmaktan "görünürlük filtreleri" (genellikle “gölge yasaklar” olarak bilinir) koymaya ve tamamen kaldırmaya kadar uzanmaktadır.

Kimlerden bilgi alıp alınmayacağına karar verme yetkisine sahip olan AB'nin onaylanmış doğruluk kontrolörleri ağının önde gelen oyuncuları İspanyol devletine ait RTVE, kısmen Alman devletine ait medya şirketleri tarafından finanse edilen DPA, büyük ölçüde Fransız devleti tarafından finanse edilen AFP, devlete ait France TV gibi kuruluşlardır. Yani, ana akımın hoşuna giden şeyleri haber yaparsanız gazetecisiniz, hoşlarına gitmeyen şeyleri haber yaparsanız tehditsiniz.

***

Adım adım sansürün bu şekilde normalleştirilmeye çalışıldığı, büyük bir akıl tutulmasının yaşandığı AB “pluralizmi”nin göbeğinde, beş sene boyunca bıkıp usanmadan dünyanın dört bir yanında kapitalist emperyalizmin her türlü talanına karşı kamuoyunu haberdar etmeye çalışan Redfish, geçtiğimiz günlerde AB baskılarının somut bir sonucu olarak yayın hayatına son verdi. Redfish, yaptığı aktüel haber ve röportajlarla Batılı ve Avrasyalı emperyalistlerin tümünü, dünyanın neresinde olursa olsun faşist hareketlerin ve faşist rejimlerin tümünü, kadınları ve LGBTQ+’ları gadre uğratan, ezen ve sömüren dinci gericiliklerin tümünü insanlığa teşhir ediyordu. Dünyanın neresinde olursa olsun, özellikle yeni nesilleri, insanlığın tarihteki pozitif mücadeleleri hakkında bilgilendiriyor, bunların unutulup gitmesine engel olmaya çalıyordu. Bunun da ötesinde slogansal değil, tamamen somut arşiv belgelerine dayalı araştırmacı gazetecilik ilkeleri doğrultusunda yaptığı çalışmalarla, adeta ders kalitesine sahip, ödüllere layık görülen belgeseller yapıyor ve hatta bu belgeselleri parlamentolarda soru önergelerinin güvenilir kaynakça adresi oluyordu.

Dünya çapında farklı uluslardan ilerici ve solcu gazetecileri ve tarih araştırmacılarını bir araya getiren Redfish, son beş senedir yaptıklarıyla sol ve alternatif haberciliğin adeta öncü gücünü oluşturuyordu. Özellikle de Şubat 2022’de, Ukrayna üzerinde ABD/NATO-Rusya gangsterleri arasında başlayan emperyalist savaş, Redfish gibi sol alternatif bir medyayı Batı kamuoyunun gözünde bir diken haline getirdi. Oysa içeriğine karışmamak şartıyla, Ruply adlı Rus devlet şirketinin sadece yapılan belgesellerin satış haklarını kendi tekeline aldığı bir anlaşma üzerinden kendisini finanse etmesini bahane ederek yapılan bu yargısız infaz akıllara McCarthy döneminin “cadı avı”nı getiriyordu.

***

Ne ilginçtir ki, Batılı devlet desteği altında, saçından tırnağına bağımlı konumdaki koca koca medya kuruluşlarının varlığından (BBC, Deutsche Welle, France TV, AFP vb...) rahatsız olmayan sosyal medya tekelleri (Google, YouTube, Twitter, Facebook, Instagram ve TikTok) bir anda Redfish’i “Rusya devletince yönlendirilen medya” diye damgalamakta kati surette tereddüt etmedi. Hatta daha da ileri gidip takipçi sayısını düşürdüğü ve sınırlama getirdiği Twitter hariç tüm sosyal medya mecralarında takriben bir milyon takipçisi olan Redfish hesaplarını kapattı. Çalışanlarının maddi hayatlarını engellemek için, Almanya merkezli bir medya şirketi olduğu halde, bankalar, Redfish hesaplarını geçici de olsa dondurmakta beis görmedi. Almanya Gazeteciler Sendikası, “Redfish çalışanlarına basın kartı verilmemesi” kararı aldı. Demeye kalmadı, bu ortamda çalışma imkânlarının tamamen ortadan kalktığını gören Redfish yayın hayatına son verdiği haberini 22 Şubat’ta duyururken, o da ne? Gazeteciler Sendikası’nın Berlin-Brandenburg eyalet Başkanı Jörg Reichel, 24 Şubat tarihli tweetiyle Redfish’in yayın hayatına son vermesini “gazetecilik için iyi bir haber” olarak davul zurna ile duyurdu.

Sekiz yıl boyunca bir Nazi toplama kampında hapsedilen Papaz Martin Niemöller'in, şu sözleri insanın aklına burada adeta bir çivi gibi saplanıyor: “Önce Sosyalistler için geldiler ve ben sesimi çıkarmadım; çünkü Sosyalist değildim. Sonra sendikacılar için geldiler ve ben sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudiler için geldiler ve ben sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra benim için geldiler ve benim için konuşacak kimse kalmamıştı.”
İyi ki tarihten ders çıkartanlar da var. Niemöller’in sözlerini bir daha yaşamamak için canla başla mücadele etmekte kararlı gazeteciler var. Yayın hayatına son veren duyurusunda Redfish şöyle demiş: “Eski redfish üyelerinden bazıları radikal çevrimiçi içerik oluşturma çalış-malarını sürdürüyor ve yeni bir şey inşa etmek için çalışıyorlar. Onları şu adresten takip edebilirsiniz: @redstreamnet”.