Emek kesiminin, işçisinden kamu çalışanına, beyaz yakalısından işsizine ve emeklisine kadar yatay bir örgütlenme içinde olması gerekiyor. Bu model, sendikal birlikler ya da işçi meclisleri şeklinde gerçekleşebilir.

Politik önderlik şart

HAZIRLAYAN: Atilla ÖZSEVER

Sendikalar, başlangıçta yardım sandığı derneği, kooperatif biçiminde kuruldu, daha sonra ekonomik, sosyal ve demokratik hakları için mücadele eden örgütler haline geldi. Örgütlenme uzun bir süreç aldı. İşten çıkarmalar, kara listeler ve diğer zor koşullar, sendikaların zahmetli bir süreç içinde oluşmasına neden oldu.

Sendikal hareketin tarihsel sürecine baktığımızda önce mücadele, arkasından da yasal haklar geldi. 1750’li yıllarda başlayan Sanayi Devrimi sonrasında İngiltere’de 1824’te ilk sendika kuruldu. 1825’te ise işçi ve işverenler arasındaki mücadele şiddetlendi, parlamento sendikal faaliyetleri kısıtlayan yasalar çıkardı. Bu kısıtlamalar, 50 yıl kadar sürdü.


İngiliz İşçi Sendikaları Konfederasyonu (TUC) 1868’te kuruldu. 1876’da sendikal hareket, hukuksal bir statü kazandı. 1890’da İngiliz işçileri lehine yasalar kabul edildi. 1906’da İngiliz İşçi Partisi kuruldu.

Türkiye açısından ise, grev hakkını içermeyen ve sendikalara siyaseti yasaklayan ilk sendikalar kanunu, 1947’de çıkarıldı. 1952’de Türk-İş kuruldu. Sol siyaset açısından Türkiye İşçi Partisi (TİP) 1961’de kuruldu, 274 ve 275 Sayılı Sendikalar Kanunu ile Toplu Sözleşme ve Grev Kanunu 1963’te çıktı, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) ise 1967’de kuruldu.

Siyasal mücadele önemli

Günümüzde işçi sınıfı partisiyle sendikal hareketin birbirini etkilemesi, hangisinin belirleyici olacağı, önemli bir tartışma konusu. Politik bir hareketin mi işçi sınıfı mücadelesini belirleyici olması gerektiği ya da sınıfın sendikal örgütlenmesi ve mücadelesi üzerine bir politik hareketin inşa edilmesinin daha uygun olacağı tartışması sürüp gidiyor.

Yeniden tarihimize dönersek; Haziran 1946’da sınıf esasına göre dernek kurma yasağı kalktıktan kısa bir süre sonra çok sayıda sendikal örgütler ve sosyalist partiler kurulmaya başladı.

Sol siyaset ile sendikal hareket arasındaki ilişki henüz yeni filizlenmeye başlamıştı ki 6 ay sonra Aralık 1946’da İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından sendikalar ve sosyalist partiler kapatıldı. Tabii ki bu yasaklama, sol siyasetle sendikalar arasındaki ilişkiye daha başlangıcında ket vurdu.

Ardından 1947 tarihli Sendikalar Kanunu ile sendikalara siyasetin ve grevin yasaklandığı bir yasa çıkarıldı. Böylece yasal olarak da sendikaların sosyalist hareketle ilişki ve bağ kurması daha doğmadan koparılmış oldu.

Demokrat Parti (DP) döneminde, 1952’de Türk-İş kurulmakla birlikte hükümetin çeşitli icraatlarını eleştiren sendikalar üzerinde baskılar artmaya başladı. İstanbul Gazeteciler Sendikası, 1957’de Kırşehir’de polisin muhalefet parti liderlerini takip eden gazetecileri coplaması ve foto muhabirlerinin fotoğraf makinelerine el koyması üzerine bir bildiri yayınladı.

Bu bildiri üzerine İstanbul Gazeteciler Sendikası, 5018 sayılı Sendikalar Kanunu’nun ilgili hükmüne göre “milli menfaatlere aykırı siyasi faaliyette bulunduğu” gerekçesiyle 5 Temmuz 1957’den itibaren 9 ay süreyle kapalı kaldı.

12 Mart ve TİP

Sendikaların siyasetle ilişkisi, 1946’da sadece altı ay sürdü ve ardından 1961 Anayasası’na kadar yasaklandı. 1961 sonrası 10 yıllık bir yasal ilişki süreci de, 12 Mart 1971 muhtırasıyla yeniden çember altına alındı. Memura sendikal örgütlenme hakkı ortadan kaldırıldı, sendikal etkinliklere sınırlama getirildi ve nihayetinde ülkemizin tek sol partisi olan Türkiye İşçi Partisi (TİP) kapatılıp yöneticileri tutuklandı.

TİP, 1965 seçimleri sonrasında etkin bir muhalefet görevi üstlendiyse de sosyalist soldaki parçalanmalar, parti yönetim kademesinin Milli Demokratik Devrim (MDD) - Sosyalist Devrim (SD) tartışmalarına fazla zaman harcaması, zayıflamasına neden oldu. TİP, daha sonra işçi sınıfı örgütleriyle yeterli bağlantı kuramadığı gibi parlamenter çizgiye de fazla ağırlık verdi. Bu sosyalist parti, 15-16 Haziran 1970 işçi direnişine siyasal yönden önderlik yapmada yetersiz kaldı.

Tüm bu koşullara rağmen TİP’in ordu içindeki cunta hareketlerine, 12 Mart 1971 muhtırasına kesin bir dille karşı çıkması, üzerinde durulması gereken bir noktadır. Sosyalist kesimler, 1960’lı yıllarda MDD tartışmalarından ve kimi zaman da orduya özel önem atfetmekten farklı bir çizgi izlemiş olsalardı politik süreç daha değişik bir yol izleyebilirdi. Keza bu kesimler, TİP’i güçlendirip işçi sınıfı ile daha yakın bir ilişki kurmasını sağlayabilselerdi solda daha farklı gelişmeler olabilirdi.

politik-onderlik-sart-888572-1.
TİP Genel Başkanı Mehmet Ali Aybar (soldan beşinci) milletvekilleri ve sendikacılarla birlikte.


12 Eylül’ün yasakları

12 Eylül 1980 darbesiyle de sendikalara siyaset yasağı getirildi. Burjuva sınıfı bu süreçte, çok bilinçli bir tavır gösterdi. Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu’nun (TİSK) genel kurulunda talep edilen ve işçi hareketine darbe vuran değişiklikler, büyük ölçüde 1982 Anayasası’nda yer aldı.

İşadamı Vehbi Koç’un ricası üzerine 1980 öncesinde MESS (Metal Sanayicileri Sendikası) başkanlığı yapan Turgut Özal, 12 Eylül cuntası hükümetinde de ekonomiden sorumlu Başbakan Yardımcılığı görevini üstlendi.

12 Eylül sürecinde işçi hareketi açısından olumsuz bir olay da, Türk-İş Genel Sekreteri Sadık Şide’nin cunta hükümetinde Sosyal Güvenlik Bakanlığı görevini kabul etmesiydi. Şide’nin askeri bir hükümette görev alması üzerine Türk-İş’in ICFTU’ya (Uluslararası Hür İşçi Sendikaları Konfederasyonu) üyeliği askıya alındı.

Türk-İş Genel Başkanı Şevket Yılmaz, Aralık 1986’daki kongre öncesinde bu konuda sorduğum bir soruya şu yanıtı vermişti:

“Türk-İş’in askeri idareye bakan vermesine karşıyım. Ancak Şide bakan olduğunda İbrahim Denizcier, Türk-İş Başkanıydı. 1982 kongresi sonucunda ben başkan olunca, genel sekreter seçilen Şide’ye ‘ya genel sekreterlik, ya bakanlık’ dedim. ICFTU, Türk-İş’in üyeliğini askıya almıştı. Sonuçta Şide, 1983’teki kongreye kadar Türk-İş’ten izinli sayıldı.”


Sonuç

Sendika-siyaset ilişkisi açısından AKP döneminde de hükümet yanlısı Hak-İş ve Memur-Sen konfederasyonlarının üye sayısının fazlasıyla arttığı dikkati çekiyor. Özellikle kamu işyerlerinde işçi ve kamu çalyışanlarının AKP yanlısı sendikalara üye olması yönündeki baskı ve tehditler sonucu bu sendikaların üye sayısında artış meydana geldi.

AKP iktidarının gerici, faşizan uygulamaları karşısında ilerici ya da mücadeleci sendikal örgütlenmeler, büyük zorluklar içinde bulunuyor. Bu koşullar içerisinde ne yapmak gerekir?

Dr. Şadi Ozansü ile 22 Mayıs 2021’de bir you tube kanalında “1961’den 2021’e Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi” başlıklı yaptığımız söyleşide, şu görüşler ortaya çıktı:

“İşçiler başta olmak üzere bu totaliter rejim karşısında olan tüm kesimlerin, örneğin İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınların, HES’lere itirazı olanların, partisi kapatılmaya çalışılan Kürtlerin, KHK ile görevlerine son verilen akademisyenlerin birer komite ile temsil edildiği bir platformun, bir nevi meclisin oluşturulması çok uygun olacaktır. Keza karar mekanizması açısından da sayısı daha sınırlı bir üst komitenin teşkilinde yarar vardır. Bu platform, bu meclis, barajsız, demokratik, güvenli bir seçim için mücadele vermelidir.”

İşçi sınıfı partisi için de şöyle bir model öngörüldü:

“1961’deki TİP’in ilk kuruluşunda olduğu gibi işçi hareketine politik yönden önderlik edebilecek bir kadronun oluşturulması gerekiyor. Böyle bir örgütlenme içinde çoğulcu tarzda çok sayıdaki sol, sosyalist parti temsilcilerinin bulunması, mücadeleci sendika liderlerinin yer alması ve giderek kitleselleşmesinin sağlanması uygun gözüküyor”.

Türkiye’de işçi sınıfının istihdam içindeki payı giderek artıyor. Toplumun üçte ikisi ücretiyle geçinen çalışanlardan oluşuyor. Ancak işçi sınıfının bu nicel ağırlığının bir nitel güç kazanması henüz mümkün gözükmüyor.

Bu nedenle birleşik bir emek hareketinin aydın kadroların da desteğinde bir mücadele programını ortaya koyması gerekiyor. Ekonomik ve siyasal mücadelenin bütünlüğü de dikkate alınarak bu emek programının antikapitalist bir perspektifi bulunmalıdır. Kuşkusuz işçi sınıfını ve emek kesiminin tümünü kapsayacak böyle bir siyasal partinin inşası ve öncülüğü de büyük önem taşıyor…


***

KAYNAKÇA

Aydın, Zafer (2010), “Kanunsuz” Bir Grevin Öyküsü, Kavel 1963, Sosyal Tarih Yayınları.
Aydın, Zafer (2020), İşçilerin Haziranı, 15-16 Haziran 1970, Ayrıntı Yayınları.
Aydoğanoğlu, Erkan (2010), İşçi Sınıfı Tarihi -Kısa Bir Özet, Tarem Yayınları
Çelik, Aziz (2020), “Bu ülkede grev hakkı yok”, Birgün, 12 Ekim 2020.
Çelik Aziz, (2021), “ 60 yıl önce işçilerin kendi partisi vardı”, Birgün, 15 Şubat 2021.
DİSK-AR (2017), Türkiye İşçi Sınıfının Görünümü Araştırması, DİSK yayını.
Işıklı, Alpaslan (1995), Sendikacılık ve Siyaset Cilt 1-2, Öteki Yayınevi.
Koç, Yıldırım (2010), Türkiye İşçi Sınıfı Tarihi, Epos yayınları.
Koçak, Hakan – Çelik Aziz, (2016), “Türkiye İşçi Sınıfının Ayağa Kalktığı Gün: Saraçhane Mitingi”, (Derleyenler: Makal, Ahmet, Koçak, Hakan, Çelik Aziz: Sınıf Sendika Siyaset, Türkiye Emek Tarihinden Kesitler, İmge Kitapevi Yayınları
Ozansü, Şadi – Özsever, Atilla, “1961’den 2021’e Türkiye İşçi Sınıfı Hareketi” İşçinin Kendi Partisi you tube söyleşisi, 22 Mayıs 2021.
Özsever, Atilla (2020), “İşçi Sınıfı Ne Zaman Ayağa Kalkar?”, Sosyal Politika ve İktisat Yazıları, Prof. Dr. Seyhan Erdoğdu’ya Armağan, Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayını.
Topal, Aylin – Yalman, Galip (2015), “2009-2010 Tekel İşçilerinin Direnişi, Öncesi ve Sonrası: Toplumsal Farkındalıktan Özelleştirme Mağduriyetine”, (Derleyenler Emre Özçelik- Erol Taymaz: Türkiye Ekonomisinin Dünü Bugünü Yarını, İmge Kitapevi Yayınları)
Türkiye Sendikacılık Ansiklopedisi (1996), (İstanbul, Kültür Bakanlığı ve Tarih Vakfı’nın Ortak Yayını).