Geçen hafta bugün döviz piyasasında olumlu bir hava esiyordu. Türk Lirası dolar karşısında hızla değer kazanarak 8,60’lardan 8,28’e kadar geriliyordu. Neden acaba diye merak edenlere “Pazartesi günü Erdoğan Biden ile görüşecek de ondan” yanıtı veriliyordu. Bu yanıtı verenler ne bekliyordu bilmiyordum. Ne olacaktı da Biden ile Erdoğan ilişkileri düzeltecekler, bunun sonucunda da ülkeye oluk oluk dolar akacaktı? Ama işte piyasa dediğimiz şey böyle bir yer: eğer durağan giderse para kazanmak mümkün değil, onun için dalgalandırmak gerekir. Bir seviyeden alıp ertesi gün başka bir seviyeden satarak para ancak böyle kazanılır. Yoksa yıllarca bekleyerek değil.

Beklenen gün geldi, görüşme gerçekleşti ancak piyasacıların beklediği sonuç çıkmadı. E, ne olacaktı şimdi? Evet, gerçekleşmeler satılır. Onlar da öyle yaptı ve dolara hızlı bir dönüş oldu. Kurlar 8,50 seviyesinin üzerine çıktı.

Bu hafta bir iki gün bu seviyelerde seyreden dolar TL kuru çarşamba günü FED tutanaklarının açıklanması ile birlikte yeniden hızla değer kaybetmeye başladı ve 8,60’ın üzerine çıktı.

Peki, bu tutanaklarda TL’nin değer kaybetmesine yol açacak ne vardı? Öyle teknik detaya boğmadan söyleyeyim. Olay şu: ABD iki sene sonra faiz artırımlarına başlayabilirmiş! Evet, yanlış okumadınız, iki sene sonra dolar faizleri artabilirmiş. Bizim bir haftalık öngörülerde bile bulunmakta zorlandığımız bir dönemde iki yıl sonrası olası durumların sonuçlarını dikkate alarak savrulan bir paramız var. O zamana kadar kim öle, kim kala, değil mi? Valla kimin hayatta kalacağını bilemem ama TL’nin darmadağın olduğu kesin.

Bu da bize gösteriyor ki TL, rüzgârda kontrolsüzce savrulan bir para birimi haline gelmiş. Hem de epey uzun bir zamandır. Yel nereden eserse TL onunla birlikte yol alıyor. Bir oyana bir bu yana. Dalgalanmanın bu kadar yüksek olduğu bir parayı dikkate alarak ekonomik kararlar vermek pek de akıl karı bir iş değil. Aldığınız bir karar bir iki saat içerisinde anlamsız kalabilme ihtimali içeriyorsa ne yaparsınız? Her aklı başında insanın yapması gerekeni yaparsınız: uzak durursunuz. Öyle ha bire inen çıkan bir parada olmaktansa en azından daha istikrarlı olduğunu düşündüğünüz varlıklarda pozisyon alırsınız. Bu, döviz olur, altın olur, gayrimenkul olur, hatta ikinci el araba bile olabilir. Ama TL olmayacağı kesin. Zaten vatandaş da bunu yapıyor.

ÇIPA

Rüzgârda kontrolsüz bir biçimde savrulan ulusal paranızı bir şekilde bir yere demirlemeniz lazım. Hani şu iktisatçıların çıpa diye yıllarca atıfta bulundukları şeyden bahsediyorum. Demirlediğiniz zaman elbette sabit kalmayacak ama belli bir alanın dışına da çıkamayacak.

Geçmişte değişik çıpalara atıf yapılırdı. Mesela AB üyeliği süreci buna bir örnektir. Ama artık o yok. Oradan çoktan demir aldık. Şimdi dalgaların sürüklediği kontrolsüz bir hal aldı.

O zaman nereye çıpa atmalı? Ne yapmalı da bu savrulmanın önüne geçilmeli?

Yok öyle beklediğiniz gibi ekonomik uygulamalara atıf yaparak bir çıpa önermeyeceğim. Çünkü o eşik aşılalı yıllar oluyor. Bütçe dengesiymiş, MB’nin sözlü yönlendirmesiymiş… geçin bunları. Bu dedikleriniz normal bir ülkede yakında takip edilen ve sonuç doğuran şeylerdir. Artık Türkiye oralarda değil.

Mafyanın bir milletvekilini maaşa bağladığını ülkede güvenlikten sorumlu bir Bakan’ın iddia ettiği, medya mensuplarının kara para aklayanlar ile iktidar sahipleri arasında arabuluculuk yaptığı iddialarının ortalıkta dolaştığı, eski bir Başbakan’ın servetinin bu ülkenin milli gelirinin yüzde 4’ü seviyesine ulaştığı iddialarının yabancı basında yer aldığı, kamu kaynaklarının hunharca bir grup yüklenici arasında pay edildiğini herkesin bildiği ve bütün bunlar olurken yargının kılını kıpırdatmadığı bir ülkede aradığımız ve ihtiyaç duyduğunuz çıpanın ne olduğu gayet açık: Adil ve etkin bir hukuk sistemi. Hesap soran, çıkar sağlayanları cezalandıran, vatandaşına güven veren bir hukuk sistemi tesis edilmeden, TL’nin savrulmasının önüne geçilmesi de mümkün olmayacaktır. Ama unutmayın, savrulan sadece bir makro gösterge olan kurlar değil, onunla birlikte 84 milyonluk ülkenin geleceği de.