Beş kentimizde düzenlenen ‘Kadın Oyunları Festivali’nde ve bağımsız tiyatroların sergilediği oyunlarda tiyatromuzun kadın oyuncularının mükemmel performanslarına tanık oluyoruz.

Sahnelerimizde kadın sesleri

Geride bıraktığımız günlerde, İzmir 25. TÜYAP Kitap Fuarı’nda İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği ‘Edebiyat-Sinema Buluşması’ kapsamında, doğum günü olan 16 Mart’ta ‘Keşanlı Ali Destanı’ filmi ve Behçet Çelik ile Zeynep Oral’ın katıldığı bir söyleşi ile andığımız usta yazar Haldun Taner’in gazete yazılarından Tuncay Birkan’ın derlediği bir seçki yayımladı Yapı Kredi Yayınları. “Tek Adamın Değeri” başlığını taşıyan kitabı hararetle tavsiye ediyorum okurlarımıza. Öykülerden tiyatro metinlerine, edebiyatın hemen tüm alanlarında birer başyapıt niteliğinde ürünler veren usta yazarın kastı günümüzün ‘tek adam’ları değildi elbette. ‘Adam’ sözcüğünü ‘erkek’ anlamında değil, ‘insan’ sözcüğü yerine kullanmıştı hiç kuşkusuz.

Haldun Taner’e hak vermemek elde değil. İster bilim, ister sanat alanında olsun, yaratıcılık bireye ait olan bir özelliktir. Elbette, birkaç arkadaşın/meslektaşın bir araya gelip bir buluş ortaya koyduğu ya da bir sanatçı gurubunun ortaklaşa bir sanat eseri yarattığı durumlar vardır. Ama bunların istisna olduğunu kabul etmek gerekir. Tek bir bireyin yapabileceklerinin sınırı yok. Bir sanat eseri yaratmaktan, devrimlere öncülük etmeye, bir devlet yaratmaya kadar uzanır tek bir ‘adam’ın yapabilecekleri… ‘Yıldız’ sanatçıların ortaya çıkması işte bu çok özel yeteneklerin/özelliklerin bir bireyde toplanmasına bağlı. Bir bireyin kendine özgü hasletlerinin kitlelerde karşılık bulmasının sonucudur, o bireyin ‘yıldız’laşması… Kitleleri peşinden sürükleyebilen liderler için de aynı şey geçerli değil mi?

Toplu yaratımın söz konusu olduğu, sahne sanatları ve sinema gibi alanlarda da hemen her zaman o ‘tek adam’lar vardır. En zor zamanlarda bile tiyatro toplulukları kuran, nice zorluklara göğüs gererek, amaçlarını gerçekleştiren kahramanları anımsamamak elde mi? Muhsin Ertuğrul’u, Yıldız Kenter’i, Ferhan Şensoy’u, Muammer Karaca’yı, Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan çiftini, Genco Erkal’ı, Güner Sümer’i, Işıl Kasapoğlu’nu nasıl unuturuz?

Sahnelerden beyazperdeye uzanan uçsuz bucaksız evrende ’yıldız’ olmayı başaran kadınları ve erkekleri diğerlerinden ayıran bazı özellikler olmalı ki, onların ölümsüzlük mertebesine ulaşan yolculuklarının önünde kimseler duramıyor. Doğrudur, ‘yıldız’ların varlığı, kapitalizm ve tüketim ekonomisi için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Gençleri peşinden sürükleyecek, ürünleri ‘çok satan’ ‘yıldız’lara ihtiyaç duyar sanat pazarları. Yalnızca sinema/televizyon ya da müzik alanlarında geçerli değildir bu mevzu. Edebiyattan plastik sanatlara hemen tüm sanat alanlarında ‘yıldız’lar satış garantisidir.

Bunları bilmek, ‘yıldız’ların değerini alçaltmıyor. Öyle ‘yıldız’lar var ki, bu şansını kullanarak toplumcu görüşlerini yaygınlaştırmak için çaba gösteriyor. Sean Penn’i, Bono’yu, Roger Waters’ı, Joan Baez’i, Jean Seberg’i, Marlon Brando’yu, Ben Kingsley’i, Vanessa Redgrave’i, Chaplin’i, Yılmaz Güney’i, Fatma Girik’i, Müjdat Gezen’i, milletvekili adaylığını tüm kalbimle desteklediğim Mehmet Aslantuğ’u düşünün...

SAHNELERİMİZİN YILDIZLARI

Sahnelerimizin ve beyazperdenin yıldızları arasında kadın oyuncuların çok özel bir yeri vardır. Tıpkı dünya sinemasında olduğu gibi, sinemamızda filmlerin erkek karakterler üzerine kurulu olması genel bir kuraldı. Ama Cahide Sonku ile başlayıp, Türkan Şoray’la, Müjde Ar’la devam eden bir rüzgâr sinemamızda kadın ‘yıldız’lar üzerine kurulu filmlerin önünü açmıştı. Tiyatro dünyamızda Afife Jale’den Bedia Muvahhit’e pek çok öncü isimden söz edebiliriz. Günümüzde, artık ‘star sistemi’ geçerli değil. Büyük kısmı tiyatro ya da sinema eğitimi almış genç oyuncular başrolleri paylaşıyor. Onlar da, televizyon dizilerinde üstlendikleri roller aracılığıyla kısa sürede bol ‘yıldız’lı dünyamızda yerlerini alıyorlar.

İster sinema, ister tiyatro alanında olsun, yıllık değerlendirmelerde kadın oyuncular arasındaki yarışın, erkekler arasındaki yarıştan çok daha çetin geçtiğini söyleyebilirim. Çünkü çok sayıda üstün yetenekli kadın oyuncumuz var. Bazılarının, iki alanda birden ödülleri var. Zuhal Olcay gibi, yalnızca tiyatro ve sinema alanlarında değil, müzik alanında da ‘yıldız’ olmayı başaranlar var. Yardımcı rollerde de olsa tiyatroda ve sinemada iyi çıkış yapan, müzik dünyasında kısa sürede ‘yıldız’lığa ulaşan Gonca Vuslateri var…

KADIN OYUNLARI FESTİVALİ

Sözü bugüne getirelim. Atölye Kültür Sanat ve A.S.T. işbirliği ile 3 yıldır sürdürülen “Kadın Oyunları Festivali’nin Ayvalık ve Bandırma gösterilerinden sonra şimdi sıra Ankara’da. Ardından Antalya/Konyaaltı ve Çanakkale’deki oyunlarla festival sonlanacak. Festivalin ilk iki yılında tiyatromuzun kadın yıldızlarından Sumru Yavrucuk “Shirley”, Ayça Bingöl “Ben Anadolu”, Nazan Kesal ”Yaralarım Aşktandır”, Berna Laçin “Hayal Satıcısı” adlı tek kişilik oyunlarla seyircinin beğenisini kazanmıştı. Bu yılın programında da, “Tilkiler ve Kötü Kalpli İtler”le Algı Eke, “Düğün Şarkıcısı” ile Nergis Öztürk, “Ölü Kadınlar Diyarı” ile Rüçhan Çalışkur, “Anne” ile Defne Kayalar, “Prima Facie” ile Merve Conker, “Dışarıda Hiçbir Şey Var” ile Betül Arım gibi yıldız oyuncular var…

Festivalde yer almamış olsalar da, birkaç ismi anmadan olmaz. Tek başlarına seyirciyi büyüleyen nice oyuncumuz var. İlk anda aklıma gelenler : ”Toz” ile Zerrin Tekindor, “Kaldırım Serçesi“ ile Tülay Günal, “Lal Hayal“ ile Songül Öden, “Bütün Kadınların Kafası Karışıktır“la Selen Uçer… Ve, şu sıralar sahnelerimizin uzağında yaşamını sürdüren büyük oyuncu Işık Yenersu ile tiyatromuzun unutulmaz yıldızları Yıldız Kenter, Gülriz Sururi, Macide Tanır…

LUXEMBURG’DAN CELİLE’YE

Yakınlarda iki tek kişilik oyun izledim, ikisi de kadın kahramanları konu alıyor. Tiyatromuzun usta oyuncularından Jülide Kural, “Ben Rosa Luxemburg”da esaslı bir oyunculuk dersi vermekle kalmıyor, yapımcılıktan (Ateş Tiyatrosu) metin yazarlığına ve yönetmenliğe oyunun tüm yükünü sırtlayarak, ‘tek bir kadın’ın nelere kadir olduğunu kanıtlıyor. Oyunun arka planına ilişkin bilgileri verirken, didaktik olma tehlikesinin ustaca üstesinden gelen Jülide Kural, arka plandaki görüntülerin seçiminden sahne ve giysi tasarımına bütüncül bir başarıya imza atıyor. Bu mevsim izlediğim en güzel oyunlardan biri “Rosa Luxemburg”. Devrimci bir kadının dünyasını slogancı bir yaklaşıma taviz vermeden tüm incelikleriyle aktaran bu oyunu İstanbul’da ya da turnelerden birinde yakalayıp izlemenizi öneririm.

Ayşegül Yalçıner’in oynadığı, Kadıköy Halk Tiyatrosu yapımı “Celile” ise, yakın tarihimizden bir kadın kahramanı, Nâzım Hikmet’in annesi, Yahya Kemal’in sevgilisi, Osmanlı’nın ilk kadın nü ressamı Celile Hanım’ın yaşam öyküsüne odaklanıyor. Ali Yalçıner’in yazıp yönettiği oyunda Celile Hanım'ın duygu dünyasındaki fırtınaları ustaca yansıtıyor Yalçıner, ama -büyük ölçüde metnin yetersizliğinden- ölüm orucundaki oğlu için verdiği mücadeleyi vurgulamaktan uzak kalıyor. Osman Balcıgil’in “Ben Celile” romanında yansıttığı duyarlı ve dirençli kadından farklı bir karakter vardı karşımızda. Gene de, Yalçıner’in performansını izlemenizi öneririm. Belki bana değil, ona hak verirsiniz…

Sahnelerimizde kadın oyuncuların başarıları saymakla bitmez, hepsini sevgiyle selamlarken, Başkan adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözünü tekrarlamak isterim: “Kadınlar omuz omuza durduklarında aradan kimse geçemez”.