Kurşun dökmekten, batıl inançlardan söz etmiyorum kuşkusuz. Büyük şairimiz Nâzım Hikmet’in yazdığı “kurşun eritme” çağrısını hatırlatıyorum. Haksızlıklarla, eşitsizliklerle, adaletsizliklerle mücadeleye, daha yaşanabilir bir dünyayı kurmaya bazen aydınlar, sanatçılar, bilim insanları çağırır, bazen de karşılaşılan kötülükler. Bulaşıcı hastalıklar, savaşlar, afetler insanları daha iyisi için çabalamaya zorlar. O zamanlarda, şimdi olduğu gibi, “hava kurşun gibi ağır”dır, “hava toprak gibi gebe”dir, aynı zamanda “yüreklerin kulakları sağır”dır. El ele vermek, yılmadan, muhatapları duyana kadar “bağırmak”, “kurşun eritmeye çağırmak” gerekir. Yoksa? Birileri ağız ağıza kongrelerde halay çeker, sonrasında daha çok insan ölür, hastalanır, aç, işsiz kalır. Sorumlusu da hayatını, işini, aşını kaybedenler olur.

SALGIN KONTROLDEN ÇIKTI, SORUMLUSU HEPİMİZ MİYİZ?

Sağlık Bakanı yaptığı açıklamalarda salgındaki hızla kötüye gidişi verdiği rakamlarla ortaya koydu. Pek çok bulgu salgın yönetimindeki zaafları gösteriyordu, ancak konuşmasını “vakaların artmasında sorumlu hepimiziz, 84 milyon” diye tamamlayarak her birimizi kötü gidişten sorumlu tuttu. Gerçekten öyle mi? Sorumlu herkes mi? Hastalananlar, ölenler kendi yanlışlarının kurbanı mı oldu?

Uzmanlar aylardır uyarıyor, yapılması gerekenleri ısrarla sıralıyor ancak bilimsel olana göre başka öncelikler ağır basıyor. Gerçek, bütünlüklü bir salgınla mücadele ortaya konamıyor, hastalık ve ölüm sayılarında rekor üstüne rekor kırılıyor. Alanın uzman kurumlarından Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) salgın yönetiminde bilimin sesine kulak verilmesi çağrısı yaptı. Mevcut hasta sayısı ve ölümlerin salgının önceki dönemlerinde görülmediğini belirten Dernek, hastalığın kontrolsüz bir şekilde yayıldığını, sağlık sisteminin yükü karşılamakta zorlandığını belirtti. Bu aşamaya gelinmesinde en önemli nedenin, salgın yönetiminde, özellikle birinci dalgadan sonraki dönemde bilimsel önerilerin yeterince dikkate alınmaması olduğunu ifade etti. Bu aşamada toplumda yayılımın azaltılmasının çok zor olduğunu belirtip tüm kısıtlamaların daha sıkı uygulanmasını istedi. Özellikle, kişilerin evde kalmasının temin edilmesi, kritik olmayan işlerin kapatılması veya uzaktan çalışmaya geçilmesi, sağlık, gıda gibi temel alanlarda çalışanların en üst düzeyde destek ve güvenlik önlemleriyle çalışmaya devam etmesi, eğitimin sürdürülebilmesi için gerekli koşulların sağlanması ve bakımevleri ile huzurevlerinde sıkı tedbirlerin alınması gerektiğini bildirdi.

Hal böyleyken gerek “kısmi kapanma” adıyla açıklanan tedbirler gerekse aşılama hızları salgını, ölümleri kısa sürede durduracak kapasitede görünmüyor. Salgının ekonomik olarak vurduğu halk kesimlerini rahatlatacak kamusal destekten ise haber yok.

EŞİTSİZLİKLER ARTTI

Dünya Sağlık Örgütü, Dünya Sağlık Günü nedeniyle yayımladığı mesajında COVID-19’un yoksulları, ayrımcılığa ve dışlanmaya uğrayanları, yaşam ve çalışma koşulları kötü olanları daha fazla vurduğunu duyurdu. Dünyada bir yıl içinde 119 ile 124 milyon arası kişinin salgın nedeniyle aşırı yoksulluğa sürüklendiğini belirtti. Ekonominin iyi gitmesi ile halk sağlığını koruma, gıda ve su güvenliği, yeterli beslenme, iklim krizinin durdurulması gibi yaşamsal ihtiyaçlar arasında seçim yapmak zorunda olmadığımıza vurgu yaptı. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerine yatırımın önemine, sağlığın temel belirleyenlerine, yoksulluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe, beslenme yetersizliklerine, yaşanabilir kentlerin önemine değindi. Salgın sonrası için daha adil ve sağlıklı dünya talebini yineledi.

Nasıl olacak? Nâzım’a dönüp, COVID-19 nedeniyle tekrar yüzümüze çarpan eşitsizliklere ve haksızlıklara karşı çağrısını hatırlayalım:

“Hava toprak gibi gebe.

Hava kurşun gibi ağır.

Bağır

bağır

bağır

bağırıyorum.

Koşun

kurşun

erit-

-meğe

çağırıyorum.....”