Siyaset Bilimci Dr. Yağcı, son 20 yıldaki gelişmeleri “Piyasa-sandık-başkan” arasında yaşananlar üzerinden ele alıyor. Yağcı, “Sandık temelli politikalar sürdürülmez noktaya götürebilir. Sonuç çıkmaz sokak olabilir” diyor.

Sandığa yatırımın sonu çıkmaz sokak

Semra KARDEŞOĞLU

Siyaset Bilimci Dr. Alper H. Yağcı ile Ekonomist Prof. Dr. Hasan Tekgüç, AKP döneminde yaşananları farklı boyutlarıyla ele alan bir çalışmaya imza attı. Çalışma “Piyasa, Sandık ve Başkan Arasında/ Türkiye’de Ekonomik Dönüşüm ve Tıkanma” adıyla İletişim Yayınları tarafından kitap haline getirildi.

21’nci yüzyılın iki on yıllık sürecine ilişkin sadece onlar değil, 7 başlıkta araştırmacıların makalelerine yer verildi. Bu başlıklar üzerine çok düşünülüp tartışılan hemen hepimizin hayatını bir biçimde dahil olan başlıklar. Örneğin, “Eğitimin dönüşümü” “Kadın ikilemi” “Yoksulluk ve Sosyal Yardımların Dönüşümü, “Savunma Sanayinin Gelişimi” gibi bölümlerden oluşuyor.

Dr. Alper Yağcı ile son 22 yılda yaşadıklarımıza ilişkin sohbet ettik.

Son 22 yılda neler geldi başımıza? Siyaset bilimci olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Neden “Piyasa, sandık ve başkan”?

21’inci yüzyılın ilk çeyreği AKP ile örtüşen bir dönem oldu.  Bu süreci değişimleriyle ele almak istedik. Ben siyaset bilimci, Prof. Tekgün ekonomist. Çok yüzlü, karmaşık ve kendi içinde çelişkiler barındıran bir süreç oldu. Piyasa (ekonomi, sermaye), sandık (seçmen) ve başkan da (lider). Bu üçlünün belirleyici olduğunu ve ortaya çıkan politikaların bu üçünün pazarlık ve çekişmesiyle anlayabileceğimizi ortaya koymak istedik. Ne kadar otoriterleşme olsa da seçim sandığı dayanak noktası. Türkiye’yi bütünüyle demokratik bir ülke olarak değerlendirmek zor olsa da. Sermaye, seçmen ve ideolojik yönelim arasında sürekli bir çekişme ve pazarlık var. Burada da dönüşüm ve tıkanmalar yaşanıyor.

Bunu popülist bir siyaset, sandığa endeksli bir siyaset olarak özetleyebilir miyiz? Örneğin insanlık dışı bir hayata mahkum edilen emeklilere yaşatılanlar. Maaşlara yapılacak zamların oranının bile sandığa endeksli olarak düşüp yükselmesi. Yıllarca reddedilen ve karşı çıkılan EYT’nin genel seçim öncesi devreye girmesi gibi.  Sandığa endeksli bir politika sorunları çözebilir mi?

Siyasetçinin kısa ve uzun vadeli planları var. Günü kurtarmaya yönelik kısa vadeli bir çözümdü EYT. Türkiye’ye uzun vadede katkısı olacak bir adım değil.

Üstelik bir günle iki kişinin emeklilik süresi arasına yıllar girdi değil mi?

Hakkaniyetten yoksun bir takvim kazası oldu. Bizde istihdam düşük, çalışan emekli oranı düşük. Bağımlılık oranı yüksek. Her çalışan çok fazla insana bakmak zorunda. Şimdi bu meseleyi örneğin, basit bir neoliberalizm kuralıyla değerlendirmek yetmiyor. Çünkü siyasetin daha öncelikli olduğu ekonominin türev olduğu bir akıl var ortada.

Bu tabloda kim kazanıp kim kaybediyor sizce?

Son 20 yılın en büyük kaybedeni eğitimli üst orta sınıf. Geniş bir alt orta grupta buluşma var.

ÜCRETLİLERİN KAYBI BÜYÜK  

Bugün ücretlilerin çok büyük bir bölümünün asgari ücretle çalıştığı düşünülürse bu yoksullukta eşitlenme değil mi? Asgari ücret açlık sınırı altında. AKP “Kimsesizlerin kimsesi ve yoksulların partisi” olma iddiasıyla ortaya çıkmıştı. Bugünkü tablo ne gösteriyor?

Özellikle son üç yılda dengesiz bir enflasyonist büyüme politikasına geçilmesiyle gelir dağılımında çok büyük bozulmalar gördük. Ücretliler, sabit gelirliler enflasyon karşısında gelirlerinin eridiğini gördü. Ama işverenler enflasyona karşı fiyat artırarak kendini koruyabildi. Daha önce birikimi olanlar yeni birikimler kattı bu süreçte. Çok düşük faiz oranlarıyla aslında ucuz fonlara erişim sağlayabildiler. Durum bu oldu.

“TÜM OKULLAR İMAM HATİP OLSUN” DENİLDİ

Kırsaldan kente göç edenlerin eğitim ve sağlığa ulaşmasının kolaylaştığından söz ediyorsunuz. Üniversite mezunu sayısı arttı. Geçmişte eğitimle hayat standardınızı yükseltmek mümkündü. Okula hiç gitmemiş anne babanın akademisyen bir çocuğu olabiliyordu. Ya bugün? Yoksulun çocuğunun üniversiteye gitmesi hayat standartı anlamında çok da büyük bir değişikliğe yol açmıyor. Katılır mısınız buna?

Evet eğitimle ilgili nicel olarak genleşme var. Nitel olarak siyasi propagandanın derinleşmesi ve dinileşme var. Kız çocuklarının okula gitmesini engellemek istemiyor iktidar. Herkesi okula göndermek ve okulda dini eğitim vermek istiyor. Ancak bu talep nasıl karşılık görüyor. Bakın, kaynakların akıtılmasına ve büyük teşviklere rağmen imam hatiplere giden öğrenci sayısı artmıyor düşüyor. “Çocuğum imam hatipte eğitim görsün” diyenlerin oranı düşük, yüzde 12 -13. İktidar bunu yapamayınca ne oldu? Tüm okulların imam hatipleşmesi yönünde adım atıldı. Ben bunu kaygı verici buluyorum.

Eğitimin üniversite ayağında da sorunlar devasa. Üniversite sayısı arttı ama yarıda eğitimini bırakıp giden de çok. Bu dikkat çekici değil mi?

Bugün Avrupa’da bu kadar çok üniversiteye giden yok. Türkiye bir sanayisizleşme yaşadı. Avrupa’da teknik eğitim ve meslek eğitimi alan kişi de saygı görür ve üniversite mezunlarına yakın bir gelir elde edebilirsiniz. Sırf üniversite eğitimini genişletmek için sayı arttı. Üniversitelerin, inşaat faaliyetlerini artırıcı, kuruldukları yerde ekonomiyi canlandırıcı etkisi dikkate alındı. Kısa vadede ödüllendirici etkisi var. Ama ne oldu, herkes üniversiteye gidince, yaygın hale gelince gelirine yaptığı katkı azaldı. Bir doyma noktasına geliyoruz artık. “Üniversiteye gitmeyeyim, pek de faydası yok, ben çalışmaya başlayım” diyenler artacak. Nitekim son 5 yılda 2 milyon öğrenci üniversiteyi bırakmış. Bu bir politika başarısızlığı. Algı tamam da ama sanayi-eğitim bağlantısını kurmadan olur mu? YÖK niye var? İhtiyaca göre kontenjan oluşturulması gerekmez mi?

İsteyen herkesin üniversiteye gitmesi iyi bir şey değil mi?

Mesele şu, bugün giden öğrenci profilindeki biri 5 sene sonra kendi gitmek istemeyecek. Gerekli görmeyecek. Taşrada uluslararası ilişkiler/kamu yönetimi bölümleri var. Ama hayal ettikleri iş yok. Devlette çalışmayacaksınız kamu yönetimi niye var? Yabancı dille eğitim vermeyecekseniz uluslararası ilişkiler bölümünü niye açıyorsun? Amaç diplomat yetiştirmekse çok özel bir eğitimi olmalı.

SAĞLIK SİSTEMİ İNŞAAT SEKTÖRÜNÜN PARÇASI GİBİ

Sağlıkta da benzer bir durum yok mu? Hastane binası var ama hizmet verecek sağlık personelini kaybediyoruz.

Sağlık sistemi, sağlık faydalanıcısı için yapılmış. Sağlık çalışanını posası sıkılacak bir kaynak olarak görürseniz, maksimum faydayı alıp gereğinden fazla halka verirseniz doktor da kaçar. Hekimler, entelektüel olarak da kültürel olarak da çok kıymetlidir bu ülke için. Türk modernleşmesinin öncüleri aynı zamanda.

Kitapta anlattığınız da bu değil mi? Yani sandığa yatırım yaparken insanı atlamak

Evet, başta olumlu işleyen ödüllendirici görünen ve sandıkta oy da getiren politikalar, aslında sürdürülemez bir noktaya doğru götürebilir. Dönüşüm ve tıkanma diye söz ettiğimiz de bu. Eğitimde de var. Tamam güzel üniversite mezunlarımız var çokça. Ne yapacak bu insanlar? Öğretiyorsunuz ama öğrettiğinizi entegre edemiyorsunuz reel hayata. Sonuç ne oluyor: Çıkmaz sokak.  Sağlıkta da böyle. Tamam iyileşme var. Anne ve bebek ölümleri çok azaldı. Ama bunlar kolay kısmıydı. Şu vurgulanmalı, rant yaratmak için bu politikaları araç olarak kullanmaya başlamak. Eğer sürekli iktidarda olursanız, zorlayan da yoksa (muhalefet olarak) geneli memnun etmekten uzaklaşıyorsunuz, iş yandaş grupları tatmin etmeye dönüyor. Sağlıkta örneğin şehir hastaneleri büyük inşaat yapalım mantığıyla yapıldı. Bu sağlık politikasının bir parçası değil, inşaat politikasının bir parçasıydı. İnşaat rantının devam etmesinin yolu. “Biz inşaat yapalım hem hizmet görünsün hem de inşaat firmalarının işine yarasın” mantığıdır bu.

Başa dönecek olursak “Piyasa-sandık-başkan” dediniz kitabınıza. Yaşananları bu üçü üzerinden değerlendirmek yeterli mi?

Şunu görmek gerek mevcut iktidar, seçmeni dinliyor oradan gelen verilerle değişikliğe gidiyor. Bunu yapmayan otoriter iktidarlar da var. “Ben iktidarda kalacağım sen beni değiştiremezsin. Eğer politikalarımı değiştirmek istiyorsan, bir bakalım. O zaman şöyle yapalım: Çok mu canınız yandı, dur o zaman biraz öte tarafa dönelim. Seni küstürdüysem ne yapalım sana. Yani cevap verme kapasitesi var. Bu üçlü mekanizmadaki çekişmeleri görmek gerekiyor. Yani piyasa Hiçbiri tek başına durumu anlamakta yeterli değil. Bu karmaşık hikâyeyi muhalefet görmeli. Tepe liderliği, Türkiye’yi daha İslamcı bir yere çekmek istiyor. Bu seçmenin taleplerine uymayabilir. Sermaye ile de örtüşmüyor olabilir. Sağlık, eğitim ve makro ekonomi konusunda dengesiz ve enflasyonist politikalar sabit gelirliyi ezdi. Gelir dağılımı bozuldu. Tıkanma yaşandı. Bunu çekişme, pazarlık, dönüşüm ve tıkanma olarak özetleyebiliriz. Gelinen son nokta gelir dağılımındaki bozulma ve 3 4 yıldır süren geriye gidiş.