28 Eylül’de doğum gününü kutladığımız Levent Kırca ile tanışıklığımız 1984 yılına dayanır. Zincirlikuyu’daki Hodri Meydan Kültür Merkezi’nin Genel Sanat Yönetmeniyken… Daha önce de söz etmiştim sanıyorum, orada verdiğimiz bir konser sonrası Levent ağabey bize Tuncer Cücenoğlu’nun yazdığı “Kadıncıklar” isimli bir oyunun tekstini vermiş ve bu oyunun müziklerini yapmamızı istemişti. O gün başlayan dostluğumuz ölümüne kadar da devam etmişti. Onunla beraber birçok müzikli oyun, “Olacak O Kadar” başta olmak üzere birkaç da televizyon programı yaptık. Muhalifti Levent Kırca. Aykırıydı. Sadece iktidara değil, muhalefete de, tiyatro sektöründeki bazı oyuncu ve yapımcılara da karşıydı. Genellikle sakin biriydi ama sinirlendiği zaman gözü hiçbir şeyi görmezdi.

Zaman zaman hem kafamı dağıtmak hem de eski günleri yâd etmek için “Olacak O Kadar” televizyon programının eski skeçlerini izliyorum. Ne kadar güzelmiş. Olacak O Kadar seyredenler, bu mini skeçlerde sarhoş var diye içkiye başlamadı, yobazlar ve din tüccarlığı yerden yere vuruluyor diye dinden soğumadı, yolsuzlukların altı çizilirken ben de yarın rüşvet alayım demedi. İnsanlar ailece televizyon karşısına geçip, hem güldüler hem de ülkenin gidişatı hakkında fikir sahibi oldular. Hoşgörü iklimi varmış ülkeyi yönetenlerde de, vatandaşlarda da. Levent Kırca’nın mizah anlayışı, döneminin güldürü sanatçılarından biraz farklıydı. Siyasiydi. Eleştireldi. Mesaj kaygısı -zaman zaman didaktik de olsa- taşırdı.

AH, O YILLAR…

Levent Kırca sonraki yıllarda bazı meslektaşlarının hafif dalga geçmesine neden olan güldürürken düşündürmek fikrinden hiç vazgeçmedi. Belki de başarısının en büyük sırlarından birisi de buydu. 24 yıl bir komedi programını sürdürdü. Dile kolay. O yıllar gerçekten de farklıymış. Mesela dönemin en önemli siyasi figürlerinden Süleyman Demirel, ülkenin en yüksek makamında otururken yüksek enflasyondan şikâyet ederek, enflasyonun sadece bir pahalılık sorunu olmadığını, toplumu da bozduğunu, hırsızlıktan soyguna ve fuhuşa kadar birçok olumsuzluğa yol açtığını söyleyerek ahlaki bir çöküntüye de yol açtığını söylemiştir. Ve de bundan dış mihrakları sorumlu tutmamıştır.

Günümüzde ahlak ve namus denilince akla sadece kadınlar üzerinden hayata geçirilmesi istenen bir kurallar bütünü geliyor. Yolsuzluk ahlaksızlık değil mi? Partizanlık ahlaksızlık değil mi? Kul hakkı yemek ahlaksızlık değil mi? Ufacık çocukları taciz etmek ahlaksızlık değil mi? Hukuksuzluk ahlaksızlık değil mi? Ahlakı sadece dekoltede, mini etekte, şortta ararsanız ve ahlak algısını bunlar üzerine kurarsınız toplumun ahlaken çöküşünü de hızlandırırsınız.

Geçen gün Sayın Cumhurbaşkanımızın yine enteresan bir videosunu izledim. Konuşmasında, özetle, “Sırf daha iyi bir arabaya binebilmek, daha yeni bir telefon alabilmek ve daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle başka ülkelerin, başka toplumların kapısına varanlara acıyarak bakıyoruz” dedi. Niye? İnsanların şu kısacık ömürlerinde daha iyi bir arabaya binmek, daha yeni bir telefon alabilmek hakları değil mi? Sonra bu istekler niye süfli (aşağılık) istekler olsun?

SAMİMİ BİR İTİRAF

Ama özellikle bir müzisyen olarak en çok da şu kelime dikkatimi çekti. Daha çok konsere gidebilmek gibi süfli heveslerle başka ülkelerin kapısına varan… Sayın Cumhurbaşkanı da artık Türkiye’ de konser yasaklarının farkında ki böyle bir cümle kurmuş. Düşünsenize ülkenizdeki keyfi konser ve festival yasakları yüzünden Türk Vatandaşları konser izleyebilmek için başka ülkelere gitmek zorunda kalıyorlar. Cumhurbaşkanımızın bu gözlemi sanırım konserleri yasaklayan birçok kaymakam, vali, belediye başkanı ve rektörler için savcılığı da harekete geçirecektir. Çok teşekkür ederiz sayın Cumhurbaşkanım ben iki senedir yazıyorum ‘bu müzik ve konser yasakları ne zaman son bulacak?’ diye sizin samimi bir itirafınız müzik sektörünü de bu kaostan kurtaracaktır. Saygılarımla...