Siyasal iktidar, seçimden sonra patlamaya ayarlı mayınları ekonominin temellerine yerleştirmiş durumda. Erdoğan kazansa da kaybetse de mayınlar patlayacak.

Önceki gün 2022 yılı dış ticaret açığının 110 milyar dolar ile Cumhuriyet tarihinin rekorunu kırdığını öğrendik. Dün ise ocak ayı verileri yayımlandı. Aylık bazda tarihimizin en büyük dış ticaret açığı gerçekleşti; 14,3 milyar dolar.

Bir ekonominin kaldıracağının çok üzerinde dış açıkla yuvarlanıyoruz. Zaten döviz kıtlığı olan bir ülkede dışarıya rekor tutarlarda döviz akıtıyorsunuz. O halde, 2 basit soruyu cevaplayalım. Neden bu kadar açık veriyoruz ve nasıl döviz sabit kalıyor? Bu sorulara cevap verirken aynı zamanda seçimden sonra nasıl bir tabloyla karşı karşıya kalacağımızı da anlayabiliriz.

DÖVİZ NASIL SABİT KALIYOR?

2021 yılının son çeyreğinde başlanan faiz indirimleri sert bir döviz şokuna neden olunca, yılın sonunda Kur Korumalı Mevduat devreye sokuldu. Böylece dolar talebi TL görünümlü dolara yönlendirilerek döviz kurları kontrol altına alındı. Yurtiçindeki döviz talebini baskıladıktan sonra sıra yurtdışından döviz bulmaya geldi. Bu noktada yabancıya konut satışları, Varlık Barışları ve Erdoğan’ın arka kapı diplomasisi yoluyla para bulması sağlandı. Gelen para geçici bir rahatlama yaratabilirdi. Buna karşın, enflasyonu kontrol altına almak bu kadar kolay olamadı. Bu çok tehlikeli bir sonuç doğuracaktı…

Çünkü tuhaf bir balon şişmeye başlamıştı. Tüm varlık fiyatları artıyor ama dolar sabit kaldığı için varlık sahipleri dolar bazında da zenginleşiyordu. Öyle bir aşamaya gelindi ki, İstanbul’daki bir evi satıp Miami’de ev alabiliyordunuz.

Hem dolar sabit kalıyor, hem de enflasyon var. Bu ortamda ne yapmak gerekir? Yarın alacağınız mal ve hizmetleri fiyatlar daha fazla artmadan bir an önce almak son derece akılcıdır. Bunu tüketici olarak bizler nasıl yapıyorsak, işletmeler de benzer davranış içine girdiler. Peki, yarın alacağım mal ve hizmetler için yurtiçinde yeterli üretim var mı? Böyle bir üretime girişmek bugünden yarına olacak iş değil, o halde hazır dolar sabitken ithalat en kârlı çözüm olacaktır.

GÜVENLİK SUBABI DEVRE DIŞI

Faiz indirimlerinin döviz kurlarını yükseltmesi aslında piyasanın dış açığın patlamasını engelleyen bir güvenlik subabıydı. Piyasaya bedava para pompalarsanız ithalatın patlayacağını düşünen piyasa aktörleri döviz talebini artırır, kurlar yükselir ve sonuç; faiz indirimleri sert bir devalüasyona neden olur, ithalat azalır, büyüme yavaşlar ve dış açık kapanır. Bu bir çeşit güvenlik subabıdır ama o subabu da kaldırdılar. Sistemin dış ticaret açığını azaltabileceği herhangi bir fren mekanizması yok. Hem piyasaya son derece ucuz para pompalıyorsunuz hem de bu para dolar bazında değerli kalıyor. Birkaç dakika düşünerek bu yöntemin ithalatı patlatacağını tahmin etmek zor olmaz. Zaten patladı.

Bu noktada, operasyonun ikinci adımına geçildi. Madem bedava para dağıtıyorsunuz, aklı çalışan her işletme bu imkândan faydalanmak isteyecektir. Helikopterle para saçılan bir ülkede şemsiye açmak ahmaklıktır. Böylece tüm işverenler bankalara kredi çekebilmek için akın etti. Hatırlarsanız Merkez Bankası Başkanı İSO toplantısında bu yüzden işverenlerle kameralar önünde tartıştı. Peki, herkese kredi verilmeli miydi? Her isteyene para verilirse enflasyona ne yapacaktınız? Zaten ortada böyle bir kaynak da yoktu. Hikâyenin bu aşamasında devreye BDDK tebliğleri girmeye başladı. Bankalara “kimlere kredi verilebilir” sorusuna yanıt veren yönergeler gönderildi. Her hafta tebliğlerin sayısı arttı. Bir bankacı kaynağım son 1 yıldaki tebliğ sayısının 200’ü aştığını söylüyor. Tabloyu daha berrak hale getirmek için vurgulayalım, neredeyse bedava para dağıtan bir sistem tasarlıyorsunuz ve bu paradan kimin istifade edeceğini de siz belirliyorsunuz. Paranın tek patronusunuz yani…

Böylece, İstanbul’da İzmir’de, Antalya’da iş tutan sermaye sahipleri, Ankara’da ofisler açmaya başladılar. Amaçları BDDK tebliğlerinde kendilerinin de krediye uygun hale getirilmesini sağlamak için lobi yapmaktı. Bugün kelli felli patronlar haftada bir iki Ankara’nın yolunu tutuyorlar. İktidarla iletişim kanalları sunan aracılara rüşvet veriyorlar. Bu aracılık faaliyeti bir sektöre dönüşmüş durumda. Bu sayede seçim sürecinde sermayenin ipleri Ankara’dan tutulabiliyor. İktidara destek varsa para var. Seçim para işi sonuçta… Destek yoksa bankadan para çekemezsiniz.

Hem dövizi tutuyorsunuz hem enflasyon yaratarak büyüyorsunuz. Para dağıtmaya da devam ediyorsunuz.

Böyle devam eder mi? Hemen herkes, bu yöntemin seçimden sonra büyük krizle sonuçlanacağını farkında. Çünkü dış ticaret açığı sürdürülebilir olmanın çok ama çok ötesinde. Sonsuza kadar dışarıya döviz sızdırarak hayatınıza devam edemezsiniz. İthalatta frene basmak zorundasınız ama bunun bedeli ekonomik olarak küçülmek, bu da işsizlik demek.

Seçimde Erdoğan kazanırsa, ekonomik dengeler altüst olunca dış güçlerin devreye girdiği anlatılır. Halk derin bir yoksullaşma dalgasıyla boğuşurken muhalefet zaten seçim yenilgisinin travmasını yaşayacağı için Erdoğan için sorun olmayacaktır.

Muhalefet kazanırsa… Bu durumda, sistemin temellerine yerleştirilmiş mayın muhalefetin kucağında patlar. Bu patlamanın etkilerini bugünden görmek ise çok zor.