Ortadoğu’dan kaçan beş kadın sanatçının üretimleri Tütün Deposu’ndaki Kadınların Göç Hafızası sergisinde bir araya geliyor. Küratör Kıvırcık, son yıllarda kadınlara ve göçmenlere karşı ötekileştirici dilin yükseldiğini söylüyor.

Sınırları sanatla aşan kadınlar
Fotoğraf: BirGün

Deniz Burak BAYRAK

Göç tüm dünyanın karşı karşıya olduğu büyük bir sorun. Baskıcı rejimler, yoksulluk, savaşlar buna sebep olan başat sebepler. Türkiye de politik savrulmalar, seçim oyunları, coğrafi ve konjonktürel gerekçelerle özellikle Orta Doğu’dan gelen göçlere oldukça açık bir pozisyonda. Göçmenlerin büyük çoğunluğunu da yerinden yurdundan edilen kadınlar oluşturuyor. Birçok toplumda görünmez olan, ötekileştirilen, öldürülen kadın, göç gerçeğiyle de yüz yüze olunca travmatik bir panorama ile karşılaşmamız mümkün oluyor. Buna Türkiye’de akıl almaz bir biçimde yükselen ırkçılık ve dil kirliliği de ekleniyor. 

Tütün Deposu’nda açılan “Kadınların Göç Hafızası” adlı sergi ile ülkesinden kaçmak zorunda kalan birçok kadın sanatçı olduğunun da farkına varıyoruz. Bu sergi aslında farkındalık yaratacak bir projenin, “Ötekinin Hafızası” projesinin bir parçası. Kadın Eserleri Kütüphanesi ve Bilgi Merkezi Vakfı (KEKBMV) tarafından yürütülen proje; Türkiye’de yaşayan ve üretimlerini burada yapan, ülkelerindeki savaşlardan, otoriter rejimlerden, özgürlüklerinden mahrum edilen kadınların bir çığlığı. Eserleri sergilenen beş kadın sanatçı; Farah Trablsie, Maryam Mazrooei, Sara Shahzadeh, Sinur ve Walaa Tarakaji. Serginin küratörü ise yüksek mimar, sivil toplum gönüllüsü ve KEKBMV Genel Kurul üyesi Nilgün Kıvırcık. 

Farah Trablsie, "Watan"

KADINLAR VE ZORUNLU GÖÇ

Nilgün Kıvırcık, proje ve sergiye ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtladı. “Özellikle son üç yıldır hem kadına hem de göçmen kadınlara yönelik çok ciddi bir ötekileştirici dil yükseliyor. Biz de ırkçılığın yükselişi ve kadın düşmanlığını bir araya getiren bir şeyler yapmak istedik. Kadın Eserleri Kütüphanesi üzerinden bir şeyler yapmak istedik. AB tarafından da destek gördük” diye söze başlayan Kıvırcık, bundan sonra ne yapmaları gerektiğini düşünmeye başlamış. Önce sanatçıların kimler olması gerektiği üzerine kafa yormuşlar. Bu kadınların özellikle “zorunlu göç” ile gelen kadınlar olması gerektiğini düşünmüşler, odakları ise Ortadoğu olmuş. Çünkü Ortadoğu çatışmalar ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği konusunda sayısız örnek verilebilecek bir coğrafya. Üretimlerini sergilemeye karar verdikleri beş kadın İran ve Suriye’den kaçan sanatçılar.

Sanatçılarla temasın nasıl kurulduğunu soruyoruz, nasıl ulaştıklarını merak ediyoruz. Sosyal medyanın büyük yardımı olduğunu söyleyen Kıvırcık, ayrıca Göçmen Kadınlar Derneği Kırkayak Kültür-Göç ve Kültürel Çalışmalar Merkezi’ndeki bağlantıların izlerini de sürmüşler. “Temel hedefimiz aslında bir sergi yapmak değildi” diyen küratör, kütüphanenin bir bilgi merkezi olduğunu, Türkiye’den birçok ismin arşivlerine sahip olduklarını belirtip ekliyor: “Biz kadınların hafıza merkeziyiz. Bir arşiv kurumu olmamıza rağmen göçmen kadınlara ilişkin elimizde hiçbir şey yoktu. ‘Göçmen kadınların da arşivini tutabilir miyiz?’ diye başladık.”

GÖÇ DÜNYANIN GERÇEĞİ

Bu arşiv tutma motivasyonunu soruyoruz. Küratör şu yanıtı kaydediyor: “Çünkü biz göçmenlere hep buradan gelip giden insanlar olarak bakıyoruz. Göç artık dünyanın bir gerçeği, sınırların bir hükmü kalmadı. Bir arada yaşamayı öğrenmek zorundayız. Bir arada yaşama kültürünün ne kadar önemli olduğunu biz kurum olarak özümsedik. Bir yandan çok genç bir nüfusu göçlerle kaybediyoruz. Bütün otokratik rejimlerde yaşayanların trajik kaderi böyle.”

Cinsel yönelim baskıları, politik etkiler, kendini gerçekleştirememe, geleceksizlik… Daha sayılabilecek birçok sebep var. Kaçıp gidenlerle çoraklaşan bir kültür ortamı gelenlerle rengarenk bir çehre kazanıyor. Çok küçük bir örneği olan bu sergideki üretimlerle göçmenliği tanımak, anlamak ve hafızalarda saklamak mümkün. 

Maryam Mazrooei, "Bizim devrimimiz bir kadındır"

EŞYALAR VE HATIRALAR

Sergi hazırlanırken sanatçıların katılacağı eserleri belirleme aşamasında onların hatıraları da ortaya dökülmüş. Bu bir yanıyla çok travmatik ve birçok acıyı da tetikleyen bir süreçmiş. Kendi ülkesini, ailesini, dostlarını, eşyalarını bırakıp gelen kadınlar bunlar. Konfor alanını bırakıp başka bir yere gitmek zorunda olmayanların anlaması zor diye düşünüyoruz. “Yanınızda getirebildiğiniz eşya var mı?” diye sorarken bile çok dikkatli olmaya çalıştığını belirten Kıvırcık, tüm sanatçıların ellerinde ne varsa getirdiklerini ifade ediyor. 

“Hepimizi aynılaştırmak istiyorlar. Zaten göç kavramını son yüzyılda biz yarattık. Bizi sınırların içine hapseden bu yeni yüzyılı sanatla aşmak iyi bir yol. Hepimiz birilerinin ötekisiyiz. Dil ve sınır bariyerlerinin olmadığı yeni bir dünyayı hayal etmeyi sürdürmeliyiz.” diyen Nilgün Kıvırcık küratörlere de sesleniyor: “Küratör ya da bizim gibi yaratıcı kaynaklara sahip insanların sınırları sanatla aşmaya çabalayan insanlarla iş birliği içinde bu tip projeleri yapması gerektiğini düşünüyorum.”

Göçün bir kadın sanatçı için ne demek olduğunu anlayıp onların perspektifinden dünyaya bakacağınız sergi 6 Nisan’a kadar ziyarete açık.

Sara Shahzadeh'nin eskizlerinden

∗∗∗

PROJENİN DİĞER ETKİNLİKLERİ

Sergiye paralel olarak farklı disiplinlerden sanatçıların üretimleri ve söyleşiler de her cumartesi sanatseverlerle buluşacak. Etkinlikler ücretsiz. Takvim şöyle:

• “Bir Arada Yaşamak” üzerine Sivil Toplum ve Göçmenler Konuşuyor. 16 Mart, saat 14.00

• Displaced/Nomad Performance. 23 Mart, saat 14.00

• Performans: Ben de Bir Kadınım. 30 Mart, saat 14.00