Şimdi birileri, özelleştirmelere engel olunarak memleket zarara uğradı diyor. Halkın çıkarlarını korumak vatan hainliği ise yazın üç sütun üstüne, ‘Vatan hainliğine devam...”

HAZIRLAYAN: N.İLTER ERTUĞRUL*

Derviş’in yasasıyla T ihalesine çıkmak nasip(!) olmadı. Ecevit’in "en büyük hata''sı olduğunu yıllar sonra anlayabildiği, Dünya Bankası’nın resmi ağızdan "biz gönderdik'' demeye çekinmediği Derviş’in başlattığı "erken seçim'' tartışmasıyla Türkiye, alelacele erken seçime gitti. Seçmenlerin dörtte birinin oyunu alan AKP, TBMM’de üçte iki çoğunluk elde etti.

Hukuken genel başkan olmayan Recep Tayyip Erdoğan’ın adı oy pusulalarına yazıldı. AKP’nin ilk işi Anayasa’yı değiştirmek ve yasaklı genel başkanını önce milletvekili, sonra da başbakan yapmak oldu. Baykal’ın CHP’si de, bu değişikliği destekledi. Siyasi partiler yasasına göre yeni kurulmuş siyasi partilerin "iki yıl içinde genel kurul'' yapma zorunluluğuna uymayan AKP "münfesih'' duruma düştü. Cumhuriyet Başsavcılığı'da bu duruma karşı hiçbir şey yapmadı.Münfesih AKP’nin T alanındaki ilk icraatı, bir yasayla Aycell ile Aria’yı birleştirmek oldu.

"YANARIM, YANARIM”

3 Mayıs 2004’te, bir "Yener Süsoy Röportajı''nda, Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin aynen şunları söylüyordu:

"Telekomun özelleşmemesine yanarım, Özelleştirme davalarında benim çok muhalefetlerim oldu; mesela Telekom konusunda Başkan Yekta Bey’le Sezer’in görüşlerini hiç tasvip etmedim, karşı oy kullandım. Yener Bey, çok doğru yaptığımı bugün daha iyi anlıyorum, Telekom o zaman 20 milyar dolar ediyordu, şimdi indi 2 milyara. Arkadaşlara şunu anlatamadığıma yanarım; bütün idari işlemler kamu yararına tesis edilmek zorundadır. Edilmez ise bunun yargı denetimi idari yargıya aittir, Danıştay gereğini yapar.'' T özelleştirmesi için son yasa, "T’nin özelleşmemesine yanan'' Anayasa Mahkemesi başkanı Bumin’in bu açıklamasından dört gün sonra, 7 Mayıs 2004’te TBMM başkanlığına sevk edildi.

Onbir yıldır T’yi satamayanlar; "Türk Telekomun özelleştirme çalışmalarında gelinen noktada, özelleştirmenin gerçek değerinde ve en uygun koşullarda sonuçlandırılmasını teminen, birtakım ilave düzenlemelere ihtiyaç duy''muştu... Ayrıca; "beklenen özelleştirmenin ülke için en uygun şartlarda gerçekleştirilmesi, özelleştirme ile amaçlanan hedeşere ulaşılabilmesi, Türk Telekomun özelleştirme sonrasında faaliyetlerini etkin ve verimli bir şekilde sürdürebilmesi için bir takım yasal değişikliklere gerek'' vardı. Gerekçe şöyle diyordu:

"Türk Telekom gibi katrilyonlarla ifade edilebilen büyüklükte sermayeye sahip olan bir şirketin özelleştirilmesinde, yabancı yatırımcıların da ihaleye katılması yoluyla rekabet ortamı içerisinde hak ettiği değeri bulabilmesini ve bu şekilde değerinin artırılmasını teminen; 406 sayılı Kanunun ek 17 nci maddesinin üçüncü fıkrası da madde metninden çıkarılmıştır. Bu düzenleme ile amaçlanan husus, Türk Telekom hisselerinin mutlaka yabancı yatırımcılara devri olmayıp, yukarıda belirtildiği şekilde Türk Telekomun gerçek değerinde ya da bu değerin üzerinde özelleştirilmesinin sağlanmasıdır.'' Hangi değer? Acaba, AKP’nin bu yasa ile yükselteceği "değer'', Ertuğrul Özkök’ün ya da "T’nin özelleşmemesine yanan'' ve bu açıklamasındaki "ihsas-ı rey'' nedeniyle CHP’nin açtığı iptal davasına girmemesi gereken Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin’in "2 milyar dolar''ı mıydı, yoksa T’nin on yıl önce bunun en az 10-15 katı olan değeri mi?

GEREKÇE Mİ, GEREKÇELİ KARAR MI?

Yasanın neyi değiştirdiğini anlamak pek kolay değildi. İfadeler yine gizli kapaklıydı ve işin içinde olmayanlara çok az şey söylüyordu:

"406 sayılı Kanunun ek 17 nci maddesinin birinci fıkrasının birinci cümlesinde yer alan ''devamı süresince tekel mahiyetinin yaratabileceği sakıncalar da dahil'' ve ikinci cümlesinde yer alan ''yeni şirketler kurulması veya kurulu bulunan şirketlere iştirak edilmesi, uluslararası telekomünikasyon birliklerine katılınması veya uluslararası anlaşmalara taraf olunması'' ibareleri ile aynı maddenin üçüncü fıkrası madde metninden çıkarılmıştır.''Bir de nedense, yabancı şirketlere konmuş sınırlamayı tümüyle kaldıran madde topu topu 56 (ellialtı) sözcükken, gerekçesi 1416 (bindörtyüzonaltı) sözcüktü. Madde gerekçesi, âdeta, Anayasa Mahkemesi’ne açılabilecek bir iptal davasına karşı yazılmıştı.

Yasayı hazırlayanlar; "Ulusal güvenlik ile ilgili olarak millî yararların korunmasına yönelik tedbirlerin alınması şartıyla T hisselerinin % 45’inden fazlasının özelleştirilmesine ve yabancı gerçek veya tüzel kişilerin T’deki hisse oranının % 45’in üzerine çıkmasına ilişkin olarak Anayasal bir engel bulunmadığı'' kararına da varmışlardı. Çünkü, onlara göre; T "hisselerin çoğunluğunun, hatta tamamının özelleşmesi ve yabancı gerçek veya tüzel kişilerin T’deki hisse oranının % 45’in üzerine çıkması halinde dahi, Türk Telekomun üstlendiği hizmetlerde ulusal güvenliğin ve millî yararların korunması ve bağımsızlı ğın tehlikeye düşmesini etkin olarak engelleyecek başka yasal önlemler bulunmakta''ydı. Tabii, sözü edilen önlemlerin gerçekten olup olmadığını ya da "önlem'' denen şeylerin neyi önleyip neyi önlemediğini kurcalamaya gerek yoktu; ne de olsa bu işlerde "güven esas''tı. Sözü edilen "güvence'' şuydu:

"Telekomünikasyon Kurumuna; aykırılık halinde ilgili işletmecinin bir önceki takvim yılındaki cirosunun % 3’üne kadar idarî para cezası uygulamaya, millî güvenlik, kamu düzeni veya kamu hizmetinin gereği gibi yürütülmesi amaçları yla gerekli tedbirleri almaya, gerektiğinde tesisleri tazminat karşılığında devralmaya ya da ağır kusur halinde imtiyaz sözleşmesini, telekomünikasyon ruhsatını ya da genel izni iptal etmeye ilişkin olarak yetki verilmiş bulunmaktadır.'' T’yi alacak şirketin "ağır kusur''(!) işleme, işlese de Türkiye’nin bunu "uluslararası tahkim''de kabul ettirme ihtimali bulunmadığına göre; sözleşmeye aykırılık halinde Telekomünikasyon Kurulu’nun verebileceği ceza, "bir önceki takvim yılındaki cironun % 3’üne kadar idarî para cezası''ydı. Hasan Pulur üstad, "du bakali, n’olucak'' mı yakışır buraya, yoksa "amma da çok muşsunuz'' mu; "el yardı m''!

"GİBİYİM, GİBİYİM, GİBİ, GİBİYİM....''

Son yasanın Anayasa’ya aykırı olduğu, aslında "kesin gibi''... "Kesin'', çünkü Anayasa Mahkemesi’nin daha önceki kararları ortada. "Gibi''lere gelince... Yasa tasarısı TBMM’ye sevk edilmeden dört gün önce "Anayasa Mahkemesi Başkanı'' sıfatıyla Mustafa Bumin’in, "T’nin özelleşmemesine yandığını'' söylemesi "gibi''... Bu röportajın, tam da tasarının meclise sevk edileceği günlere denk getirilmesi "gibi''... Tasarı gerekçesinin, sanki "bazıları''nca okunmuş ya da kaleme alınmış izlenimi vermesi "gibi''... Gerekçenin, "gerekçe''den çok "gerekçeli karar''a benzemesi "gibi''...

Daha önceki davalarda çoğunlukla bir ay dolmadan, en uzun süreninde bile birkaç ay içinde karar veren Anayasa Mahkemesi’nin, çıkışından bu yana bir yıl geçmesine karşın, karar vermek bir yana, yasayı görüşmek için bile "gündem''e almaması "gibi''... AKP grubu adına TBMM’de konuşan Samsun milletvekili Mustafa Demir’in "Kanunda zamanla yapılan değişikliklerle Yüksek Mahkemenin endişelerinin giderildiği güvencesinin Anayasa Mahkemesi başkanı Mustafa Bumin’in, "T’nin satılmamasına yanması''yla bir bağlantısı olup olmadığını zaman gösterecek. Fransa'nın hisselerin yüzde 63,5'ünü, İsviçre'nin yüzde 65,5’ini, Almanya'nın yüzde 58’ini, Belçika ve Yunanistan’ı n yüzde 51’ini kamu elinde tutmasının bir anlamı olup olmadığını da.

Yalnızca T konusunda ne düşündüğümüzü göstermek açısından, ilk T davasının ilk dilekçe taslağına yazdığımız, Soysal tarafından "arife tarif'' hale getirilen sözlerimizin orijinalini aktarmakla yetinelim: "Birinci Dünya Savaşı sonunda dayatılan Mondros Mütarekesi ile Osmanlı Devleti’nin ‘bütün haberleşme birimlerine el konması’ bile, ancak dört yıllık bir savaş yenilginin sonunda, üstelik İşgal Kuvvetleri’nin Şili müsaderesi ile olmuşken, bu yetkiyi şimdiden yabancı şirketlere tanımak, manda yönetimlerine bile yakışmaz.'' Burada aktarılanlar, T savaşımının "hukuksal'' yönüne ilişkin ve on yıldır yapılanların yalnızca bir yanını anlatıyor; bunun dışında birçok kişi ve kuruluş kendi alanında mücadele etti, ediyor, edecek.

Çorbada tuzu bulunan herkese "medyun-u şükran''ız.. "Biz buradayız –başka bir davada– bekleriz efendim'' deyip bitirmek vardı ama, şu "vatan hainliği'' meselesine değinmemek "bazıları''na haksızlık olacağından, izninizle onunla bitirelim.

VATAN HAİNLİĞİ MESELESİ

Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün 13 Kasım 2003’te yayımlanan "Yüce Divan Yolu Onlara Kapalı'' başlıklı yazısının bir bölümü şöyleydi: "Milliyet gazetesi dün çok önemli bir şey yaptı. Özelleştirilmesine çalışılan Telekom’un değerinin bundan 10 yıl önce 20 milyar dolar olarak belirlendiğini, bugün ise değerinin 4 milyar dolar civarına indiğini yazdı. Evet 1990’lı yılların başında Telekom’un değeri 20 milyar dolardı. Bugün aradan 10 yıl geçtiği halde, değeri yükselmek yerine 4 milyar dolar düzeyine indiyse, Türkiye’nin kaybettiği bu paranın bir sorumlusu aranmayacak mı? Peki bu özelleştirmeyi geciktirenler hesap verecek mi? Hayır.

Dediğim gibi, onlar hesap vermeyeceği gibi, akıl almaz bir pişkinlikle özelleştirmeyi savunanlara hakaret etmeye, iftira atmaya devam edecek. Türkiye’nin trajedisi işte budur. "Dürüst'' ve "namuslu'' postunun bu kadar ucuz oldu ğu ikinci bir ülke yoktur. Ve ne yazık ki bu insanları Yüce Divan’a gönderecek bir kanunumuz da yok.'' 11 Şubat 2004’te, aynı konuda ikinci yazıyı yazan E. Özkök, "dürüst ve namuslu postu bu kadar ucuz, ikinci bir ülke yok'' derken, haklıydı... Nasıl olmasın? Meselâ, T’yi ne pahasına olursa olsun satmak için, gizli bakanlar kurulu kararı çıkaranlar, Mesela, bakanlar kurulu kararına aykırı ÖYK kararı alanlar, Mesala, milyarlarca dolarlık cep telefonu lisansını beş yüz milyon dolara ihalesiz verip, bir de yasayla kazanılmış hak sağlamaya kalkanlar, Mesala, kendileri de cep telefonu ihalesine gireceği için, bir başka cep telefonu şirketinin ABD borsasına girişini manşetten veren; ama, çıkarları çatışınca yerden yere vuranlar ya da rakip bir telefon şirketinin piyasadan çekilmesi için yabancı şirketlerin dedektişiğini yapanlar, Mesela, tam seçim öncesi Çiller’in mal varlığını bağışlayacağı yalanına halkı inandırmak için basın yoluyla seçmen üzerinde baskı kurarken, kişinin doğru haber alma hakkı hiç umurlarında olmayan; ama, aynı kadın hükümetin önde gelenleriyle telefonlu iş takibini banda aldırıp açıklatınca "hak ve özgürlük''ler aklına gelenler, Mesela, genel yayın yönetmeni olmaktan başka bir sıfatı olmadan gazete patronunun ticari işlerini en üst düzeyde takip ederken, yaptıkları iş ortaya çıkınca, birden grupta "yönetim'' görevine getirilenler.

Mesela, şaibeli ya da iptal edilmiş ihalelerle özelleştirmeden pay kapanların bu haberlerine hiç itibar etmezken, "hayırsever işadamı'' rolünde açtıkları okulları manşete taşıyanlar, Mesela, mahkeme kararlarını uygulamayan hükümetleri alkışlayıp, sonra yargıya güveni yok etmek için kampanya açanlar, dürüst, namuslu, vatansever... Ama, inandıkları şey için mücadele edenler, halkın çıkarlarını korumaya çalışanlar, hakkını edebiyle yargıda arayanlar, bir de –nedense– açtıkları her davayı kazananlar; nâdürüst, namussuz ve "yüce divanlık'' vatan haini... Peki, kabul... N’apalım, fermanı siz yazdınız, yaftayı kendi elinizle astınız boynumuza: "Yazın, üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla (Biz) vatan hainliğine devam ediyoruz hâlâ''...

* Mülkiye mezunu (1987). ADD kurucu üyesi, ilk genel sekreter yardımcısı (1989). Mümtaz Soysal’ın milletvekili danışmanı (1993-1999). KİGEM (Kamu İşletmeciliğini Geliştirme Merkezi) kurucu üyesi, ilk genel sekreteri (1994-1998), halen yönetim kurulu üyesi. Mülkiyeliler Birliği Genel Sekreteri (2000-2001).