Trip-hop müzik yapan Danimarkalı müzisyen Astrid ve ekibi İstanbul’daydı. 6 kişilik grubun tamamının delicesine Özdemir Erdoğan ve Barış Manço fanı olması sevindirici bir ders niteliğinde

Sokağın da dilinde Astrid Engberg

BURAK ABATAY- @abatayburak

Poetry Is Gone Şarkısında “Biz uyuyorken kendi hatalarımızın çocukları olduk... Ve ne akla hizmetle dünya kötüye giderken ona müdahale etmeyiz ki?” diye soran birisi Astrid Engberg. 2012 yılında Life Goes on ve 2013 yılında da Poetry Is Gone EP’leriyle özellikle Fransa’da büyük bir sükse yaratan 29 yaşındaki Danimarkalı trip-hop şarkıcısı geçen günlerde bir seyahat için İstanbul’daydı.

Kendisiyle Twitter aracılığıyla tanışmıştık ve İstanbul’a geleceğini söylediğinde de bir buluşma ayarladık. Onun hemen öncesinde de İstanbul ve müzik hakkında konuşurken, Astrid, Türkiye’ye gelmesinin, hayranı olduğu Özdemir Erdoğan’ın plaklarını direkt olarak alabilmesi yönüyle daha da bir önem kazandığını ifade etti. Bunun üzerine de Erdoğan ile bir araya gelip Özdemir Erdoğan’ı Danimarkalı başka bir şarkıcı, üstelik hayranı olan birisi ile tanıştırma fikri beni de çok heyecanlandırdı. Erdoğan’ı aradığımda böyle bir buluşmaya seve seve icabet edebileceğini söyledi. Erdoğan, Astrid ve ben randevulaştık. Randevulaştık randevulaşmasına ama İstanbul’un alışveriş merkezleriyle dolu bir cehennem olduğunu unuttuk. Astrid ile Cevahir AVM’de buluşacaktık ama bir yanlış anlaşılmayla o beni İstiklal’de bir AVM’de bekledi. Hal de böyle olunca büyük bir incelikle imzaladığı CD’leriyle bizi bekleyen Özdemir Erdoğan’ı önce epey bir süre bekletip sonra da kaçırdık. Ona bu hususla alakalı bir özür borcum var. Umarım yakın bir zamanda bu görüşmeyi gerçekleştirebiliriz.

Danimarkalı 6 kişilik bir ekibin tamamının delicesine Özdemir Erdoğan ve Barış Manço fanı olması sevindirici bir ders niteliğinde. Astrid’in deyimiyle genç Türk bestecilerin bu çılgın adamdan daha fazla faydalanabilmesi müzik için iyi bir lüks. Belki farkına varırız da.

Diyar diyar ses verdi
Astrid ile bir kahvecide müziğine dair konuştuğumuzda, müziğinin temel amacının sokağın renklerini göstermek olduğunu söyledi. Diyar diyar dolaşıp sokaktaki sesleri duymak, insanları görmek ve onların hikâyelerine kulak kabartmak, kendi müziğinin, hem kendisi tarafından hem de insanlar tarafından içselleştirebilmesi için neredeyse tek yolu olduğunu düşünüyor. Çocukken geçirdiği bisiklet kazasını anlattı Astrid. Yıllarca evden çıkamadığı o günleri anlatırken fikri yapısının da, müzikal altyapısının da bu dönemde atıldığından bahsetti. Sonrasında Avrupa’da, Amerika’da, Burkina Faso’da, Mali’de ve Paris’te geçirdiği yıllarda sıkça yukarıda bahsettiğim insanlığa kulağını kabartmış. O esnada okunan ezanın sokakta duyulmasıyla alakalı şaşkınlığını anlatırken yine müziği ve ritmi hissediyordu.

Yolda bir sohbet
Uzun sohbetimiz, uzun bir yolda, Mecidiyeköy’den Taksim’e giden yolda, sürdü. Müzikal çeşitlilikten beslendiğini ve Trip Hop’ın geçtiğimiz on yıldaki gibi devam etmediğini, artık daha fazla Jazz’dan, Hip-hop’tan beslendiğini söyleyen Astrid, dünyada Portishead, Massive Attack gibi isimlerle anılan bu türün Türkiye’de ne denli revaçta olduğunu da sordu. Çevremdeki insanların talep ettiği, dinlediği bir müzik türü olsa da, Türkiye’de henüz çok büyük bir kitleye hitap etmediğini üzülerek söyledim. Sonra ise Türk dilinde bir şeyler icra edilse,Trip Hop adına belki alan biraz daha genişler diye düşündük.
Müzik üzerine sohbetimiz, sokağın diline ve politize sözlere tekrardan geçtiğinde genel seçimler ve tabii ki Gezi Direnişi üzerine evrildi. Astrid’in Gezi Direnişi’ne duyduğu hayranlığı ve dünyayı bu denli etkilemesinden bahseden sözlerini işittiğimde Gezi Parkı’nın yanındaydık. “Duyduğun tüm bu hikâye tam da bu parkta yaşandı. Haftalarca burası bizim evimizdi. Ve bak, şu an da hâlâ bizim” dedim. Üzüldü. İronik buldu. “Ölen onca insana rağmen hâlâ burada olabilmemiz çok garip. Tüm bu olanları kabul etmek çok ilginç” dedi. Tezer Özlü’nün bildiğimiz o güzel sözlerini, “burası bizim değil; bizi öldürmek isteyenlerin ülkesi” cümlesini ona hatırlattığımda ise “Tekrar söyler misin?” dedi. Şaşkınlığı iki kat artmıştı. Cebinden telefonunu çıkardı ve “Bir daha söyle lütfen. Kaydetmek istiyorum” dedi. Bizim için sıradanlaşan bu duyguların, bir yabancıyı, özellikle de bir sanatçıyı bu denli duygulandırması beni de uzun uzun düşündürdü.

Yol boyu gördüğümüz Ortaçgil, Hüsnü Arkan, Ceza ve Birsen Tezer afişleri dinlemek için ona bir dolu kaynak sunarken hali hazırda ekibiyle beraber çaldıkları birçok şarkının sahibi Erkin Koray’ın afişi ona “Keşke bu konserde olabilseydim!” cümlesini de kurdurttu.
Astrid Engberg’in bu seyahatiyle beraber çok iyi bir müzisyeni yakınen tanıma şansına eriştim. Müzikal bütünlüğü itibariyle Trip Hop türünün iyi örneklerinden birini sunmaya devam eden Astrid yakın zamanda tüm söz ve bestelerinin yine kendine ait olduğu yeni bir EP ile karşımıza çıkacak. Onu kişisel web sitesinden, Facebook sayfasından takip etmek mümkün. Bir gün İstanbul’da canlı dinleme umuduyla...