Türkiye, Suriye’de “oyun kurucu” olarak değil, 2013’ten itibaren işler sarpa sarmaya başladığında Körfezin piyonu olarak Körfez sermayesiyle radikal örgütlerin silahlanmasına yardım etti

Suruç ve Suriye: Baltayı taşa vurmak

BEHLÜL ÖZKAN - @behlulozkan

Hitler’in son 10 gününü anlatan Çöküş (Der Untergang) filminin bir sahnesinde Hitler generalleriyle sığınakta toplantıdadır. Kızıl Ordu Berlin’e girmesine rağmen generalleri Hitler’e durumun vahametini, Nazi Almanyası’nın çöktüğünü anlatamazlar. Hayal âleminde yaşayan Hitler, artık gerçekte var olmayan Nazi ordularının Berlin üzerine yürümesini ve Kızıl Ordu’ya taarruz etmesini emreder. Jeopolitiğin ve bilimin gücünü arkasına aldığını sanan, yenilmez olduğuna inanan Hitler, çöküşü kabullenemez. Ta ki birkaç gün sonra, Sovyet toplarından atılan bombalar sığınağına ulaşana kadar.

MİSYON BENZERDİ

20. yüzyıl gücünün sınırsız olduğunu sanarak ülkelerini uçuruma sürükleyen siyasetçilerle dolu. ABD’nin Irak’ı, SSCB’nin Afganistan’ı, İsrail’in 1982’de Lübnan’ı işgali… Yüz binlerce insanın yaşamına mal olan, hepsi de hezimetle biten maceralar. Bunun son örneği AKP iktidarının Arap isyanlarıyla Ortadoğu’da uygulamaya başladığı Pan-İslamcı dış politika.

Davutoğlu’nun teorisyenliğini yaptığı Stratejik Derinlik merkezli dış politika; 1989 sonrası Doğu Avrupa’da Sovyet yanlısı rejimlerin çöküşüne benzer şekilde, 2011’de de Ortadoğu’da büyük bir dönüşümün başladığına karar verdi. Buna göre nasıl Almanya Doğu Avrupa’da değişimin öncülüğünü yaptıysa, Türkiye de Ortadoğu’da benzer misyonu üstlenecekti. Ancak bu benzerliği kurmak kelimenin en hafif anlamıyla “naiflikti.” Ne Ortadoğu’nun şartları Doğu Avrupa’ya benziyordu ne de Türkiye’nin Almanya gibi bu dönüşüme öncülük edecek gücü ve birikimi vardı.

TÜRKİYE BEDEL ÖDÜYOR

Öncelikle Doğu Avrupa ülkelerinin hemen hemen tamamının nüfusu 2. Dünya Savaşı sonucunda ciddi ölçüde homojenleşmişti. Bu ülkeler geçtiğimiz yüzyılda ulus devletleşme sürecini tamamladılar. Bunun yegâne istisnası Yugoslavya’ydı. 1990’larda yaşanan iç savaşta Yugoslavya halklarının başına gelen yıkım bugün hâlâ hafızalarda. Irak, Suriye, Yemen başta olmak üzere Ortadoğu devletlerinin hemen tamamı etnik, mezhep ve dini açıdan farklı grupları içeren mozaiği andıran yapılar. Aşiret bağları hâlâ çok güçlü, sanayileşme ve şehirleşme açısından Doğu Avrupa ile kıyaslanamayacak durumdalar. Tunus’tan Suriye’ye uzanan coğrafyanın İhvan kökenli partilerin iktidara gelmesi ve AKP’nin liderliğinde kurulacak İslami bir düzenle değişeceğini hedeflemenin bedelini, bugün Ortadoğu toplumları ve Türkiye çok ağır ödüyor.

ORTADOĞU; YANGIN YERİ

Bunun önde gelen sorumlularından biri, dış politikasının merkezine her krizi fırsata çevirme amacını koyan Ahmet Davutoğlu. Türkiye’nin 1923 sonrası dış politikasının temel kriteri olan “ihtiyat” kavramına Davutoğlu karşı çıkıyor. Ona göre dış politikada 2002 öncesi yaşadığımız sorunların önde gelen müsebbibi; Irak, Filistin başta olmak üzere Ortadoğu’nun sorunlarına geçmişte ihtiyatla yaklaşmış olan Cumhuriyet hükümetleri. Davutoğlu Türkiye’nin Ortadoğu’nun tüm sorunlarının bir parçası olması gerektiğini ısrarla her fırsatta vurguluyor.

Türkiye’yi 2011 sonrasında yangın yerine dönen Ortadoğu’nun sorunlarının tarafı yapmaktan gururla bahsediyor. Ancak gelinen noktada Tunus Dışişleri Bakanı Türkiye’nin “Tunus’ta terörizme destek vermesini istemiyoruz” derken, Mısır ve Irak Ankara’nın iç işlerine karışmasını protesto ediyor.

İSLAMCILAR SİLİNDİLER

Pan-İslamcı maceranın baltayı taşa vurduğu yer Suriye. Ankara Esad karşıtı protesto gösterilerinin başlamasıyla, Katar ve Suudi Arabistan ile birlikte hareket ederek muhalefeti silahlandırmaktan çekinmedi. Davutoğlu’nun amacı Esad sonrası AKP’ye yakın İhvan’ın Suriye’de iktidara getirilmesiydi. Bu politika iki ciddi sorunu görmezden geldi. 1982 Hama Katliamı sonrasında İhvan Suriye’de ciddi ölçüde zayıflamıştı. Irak’ın işgali öncesinde ABD’nin desteklediği Ahmet Çelebi neyse, 2011 Suriyesi’nde İhvan da o konumdaydı. İç savaşın başlamasıyla birlikte AKP’nin bel bağladığı İhvan ve ılımlı İslamcılar silindiler.

İkinci sorun başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez krallıklarının seçimle iş başına gelen İhvan partilerini kendi rejimlerine tehdit olarak görmeleriydi. Tunus’tan Suriye’ye kadar İhvan partilerinin iktidara gelmesi bunları, Körfez ülkelerinde yaşayan toplumlar için otoriter krallık rejimlerine karşı çekim merkezi haline getirecekti.
İşler sarpa sardı

Dolayısıyla Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri, Mısır’da Mursi’nin devrilmesine, Suriye’de muhalefetin silahlandırılarak iç savaşın alevlenmesine ve İhvan’ın sahadan silinmesine öncülük ettiler. Türkiye, Suriye’de sürekli tekrarlandığı gibi “oyun kurucu” olarak değil, 2013’ten itibaren işler sarpa sarmaya başladığında Körfezin piyonu olarak Körfez sermayesiyle radikal örgütlerin silahlanmasına yardım etti.

Bugün gelinen noktada Suriye’deki yangının alevleri Türkiye’yi sarıyor. IŞİD, Suruç saldırısında olduğu gibi bombalar patlatıyor, Türkiye vatandaşlarını hedef alıyor. Aynı IŞİD bayrağını Türkiye sınırlarının karşısındaki Cerablus’ta dalgalandırıyor.

DAVUTOĞLU NE YAPIYOR

13 yıllık iktidarın sonunda ülkeyi uçurumun kenarına getiren siyasal İslam’ın Kürt sorunundan dış politikaya söyleyecek sözü, ortaya koyacak vizyonu kalmamış durumda. Olanları şaşkınlıkla izleyip garip demeçler veriyorlar. Davutoğlu ne yapıyor diye sorarsanız, geçen hafta yaptığı bir konuşmayla yazıyı bitirelim: “AK Parti hareketi bir insanlık hareketidir ve insanlığa parlak bir gelecek için yürüyen bir harekettir… İnşallah Osmanlı’nın düzenini, adaletini, bugünlere ve yarınlara getireceğiz.”