Aradan geçen beş güne rağmen, Taksim’deki halk düşmanı kanlı terör saldırısı etrafındaki soruların azalması bir yana arttığını söyleyebiliriz. Net olan tek bir şey var geçmişte örneklerini çokça gördüğümüz gibi iktidarın bu saldırıyı seçim öncesi politikalarına dayanak olarak kullanacağı. Bu konuda çok mahir olduklarını Haziran-Kasım 2015 arası deneyimledik. Yurttaşının esenlik ve güvenliğinden sorumlu olan iktidarın açık ihmaller nedeniyle bile hesap vermeden, “muhalefetmiş gibi” kendi lehine çevirebilmesi iktidarın mahareti kadar muhalefetin çekingen tutumundan da kaynaklanıyor.

Nihayetinde tarihinde iktidarların organize ettiği/yol verdiği pek çok provokasyonun yaşandığı bir ülkede, birçok yurttaşın kaygıyla Haziran-Kasım 2015 dönemini hatırlaması anlaşılır ve haklı olmakla birlikte, iktidarın aynı sonucu elde etmesi pek olası görülmüyor. Doğrusu dillendirilmesini de doğru bulmuyorum. İlk anda yalnızca İçişleri Bakanı tarafından doğrudan ABD’nin sorumlu tutulması, ancak bu tutumun Cumhurbaşkanı ve diğer bakanlarca paylaşılmaması da bu yönde bir propagandayı daha başta işlevsel olmaktan çıkardı. Propaganda ve toplumu yönlendirme anlamında bir “dağınıklık” görülüyor. Akit gazetesinin Kılıçdaroğlu’nu ima eden iğrenç haberi gibi iktidar medyasının girişimleri pek yankı bulmadı.

İçişleri Bakanının ABD’yi sorumlu tutması daha çok, Türkiye’de her zaman “satan” son yıllarda iktidarın da keşfettiği “ABD karşıtlığı retoriği” gibi duruyor. Bu oldukça da konforlu; siyasi sorumluluğu kendinden uzaklaştıran, ispatı da mümkün olmayan, alıcısı çok olacak bir söylem. Ancak aynı savunma paktında olunan, bir sürü istihbari ve askeri iş birliğinin olduğu egemen bir ülkeye karşı, mantıksal sonuçları düşünülmeden, daha şüpheli ifade vermemişken böyle “iddialı” bir açıklama yapılması gerçekten ilginç. “Bakanlardan böyle açıklamalar çok duyuyoruz, sorumsuzca bir açıklama” denilip geçilmemeli. Yine aynı açıklamasında İçişleri bakanı "Bize ne cevap verildiğini ne mesaj verildiğini iyi bir şekilde biliyoruz” dedi. Neye karşı cevap verildi? Mesaj ne? Açıklamayı yapan İçişleri Bakanı ve ülkenin istihbaratı ona akıyor. Olgusal karşılı varsa da retorik bir söylemse de bu açıklamanın arkası bırakılmamalı.

Pek sorulmayan ama dolaylı olarak bulanıklığı artıran bir diğer konu, şüphelinin henüz resmen ifadesi alınmamışken (resmi ifade için dün adliyeye çıkarıldı) itiraflarının ve suç ortaklarının kimliklerinin basına sızdırılmış olması. Bunun emniyetin “hızlı sonuç alma başarısını” göstermek amacıyla yapılmış olma ihtimali tabii ki var. Ama suç ortaklarının yakalanması ve delillerin etraflıca toparlanması sürecinde büyük yanlış olduğu da tartışmasız.

Erdoğan “Terörün dini, dili, ırkı yok. İşte orada 15 yaşındaki bir yavrumuz da şehit oldu. 3-4 yaşlarında bir yavrumuz da yaralandı” dedi. İçişleri bakanı ise “6 terör şehidimiz var” diye açıklama yaptılar. İktidara yakın medya da aynı nitelendirmeyi yaptı. Ancak tarihimizin en kanlı terör saldırısı olan “Gar Katliamında” yaşamını yitirenlerle ilgili “şehit” demek bir yana, nerede ise hayatını kaybedenleri suçlu gösterdiler, yuhaladılar. Şu soruyu da sormak gerek “Gar Katliamı’nda yaşamını yitirenler niye şehit değil?”

Ortada üstlenilmemiş ve tüm boyutlarıyla aydınlatılmamış bir terör eylemi var. Bu durum “terörizmin mantığı” açısından büyük bir soru. Henüz soru çok ve ancak etkin bir soruşturma sonrasında sorular azalabilir. PKK saldırıyı üstlenmedi, Salih Müslim ÖSO ve Sultan Murat Tugayları’nı adres gösterdi. Hatta bir Mısır televizyonunun bir ses kaydına dayanarak Müslüman Kardeşler’in “Erdoğan’ı hedef alan eylemler” yapabileceklerine dair haberi, saldırı ile ilişkilendirildi. Saldırı şüphelisinin Türkiye’nin kontrolündeki bölgeden -ki İçişleri bakanı saldırı sırasında oradaydı- gelmiş olduğu yönündeki açıklamalar da yapıldı. Bir diğer spekülasyon da saldırının, Demirtaş’ın hasta ziyareti ve AKP’nin HDP’yi ziyaretiyle geliştiği iddia edilen iktidar-HDP yakınlaşmasını ve yeni bir açılım sürecini engellemek için yapıldığı iddiası. Tam burada Demirtaş’ın bir polisin aracında yakalanan patlayıcı ile ilgili sorusunun -Taksim saldırısı ile ilgisi olsun olmasın- önemli olduğunu vurgulamak isterim. Önemli miktardaki bu patlayıcı, taş ocağında kullanılmayacağına göre; nereden nereye gidiyordu? Daha öncesi sonrası var mı? Yakalayan da polis olduğuna göre farklı yapılar mı var? Yanıtlanması gereken sorular. Dediğim gibi bu soru ve iddialar zaman içerisinde azalacaktır.

Saldırının hazırlık süreci gözetildiğinde bazı iddiaları hemen eleyebiliriz. Ama tüm bu tartışma ve yaşadığımız katliamdan çıkarmamız gereken asıl sonuç; iktidarın kendisini en güçlü gördüğü güvenlik alanında da iflas ettiğidir. Eğit donat projesinden, güvenlik şeridi amacıyla giriştiği sınır ötesi maceralara, beslediği koruduğu yapılardan sığınmacı politikalarına kadar iflas etmiş bir politika. Değişimin tartışıldığı bu günlerde hamasete kapılmadan muhalefetin de kafa yorması gereken devasa bir sorun.

Yazımı Selçuk Candansayar’ın salı günkü yazısından bir alıntı ile bitiriyorum: Düşünün, ifade edin. Saldırıların amacının ne olduğu üzerine düşünün. Kitleye yönelik katliamlar toplumun siyasal düşüncesini değiştirmeye yöneliktir. Siyasal düşüncenizi korkunun buyruğuna sokmayın, aklınızla bakın, aklınızla ifade edin.