Ergenekon ve sol tartışmasına Milliyet’ten Ece Temelkuran ve Evrensel’den Fatih Polat da katıldı. Ergenekon, BirGün ve Hrant Dink tartışması

Ergenekon ve sol tartışmasına Milliyet’ten Ece Temelkuran ve Evrensel’den Fatih Polat da katıldı. Ergenekon, BirGün ve Hrant Dink tartışması

FATİH POLAT

fpolat69@yahoo.com

 

Ergenekon tartışması, belli liberal kesimler açısından bir süredir, derin devlet örgütlenmeleriyle mücadele hedefi yerine, bu sorunu bahane ederek, “solu elekten geçirme” faaliyetine dönüşmüş bulunuyor. Taraf gazetesinin bazı yazarlarının başını çektiği ve hakim medyanın da göz ucuyla izleyerek yer yer sayfalarına taşıyarak “motive ettiği” bu tartışmanın insanı düşündüren, kızdıran ve biraz da güldüren “taraf”ları var.

Gazetemizde etraflı bir biçimde değişik yönleriyle değerlendirilen bu tartışmaya dair, biz bu köşede sadece bazı noktalara dikkat çekmek istiyoruz.

“Sol”un Ergenekon savunuculuğuna soyunan kesimlerine karşı sol içinde de epey bir süredir ciddi bir tartışma yürüdüğü biliniyor. Ancak, bazı liberal çevreler, gazeteler ve yorumcular bu tartışmaya daha farklı bir noktadan dahil olarak, sola karşı “Ergenekon’a karşı çıkmanız yetmez, aynı zamanda AKP’ye de destek vermelisiniz” demeye getiren bir basınç uygulamaya başladılar. Kimileri de, “Ben Ergenekon ile mücadele ederken AKP ile aynı safta durmayan bir üçüncü seçenek öneren arkadaşlarla aynı safta olabilirim, ama o safta Stalinistler de varsa düşünmek lazım” demeye getiren yaklaşımlar sergilediler. Yani sola yönelik liberal aydınlardan gelen sorgulama yaklaşımının ekseni Birgün’den başlayarak daha geniş bir platforma doğru genişletildi.

Öncelikle bu tartışmada başı çekenlerin, AKP’yi Ergenekon operasyonunu derinleştirerek JİTEM ve bütün derin devlet örgütlenmelerinin üzerine gitmesi yönünde zorlamak yerine, solu AKP’ye destek vermeye zorlama çizgisinde ısrar etmeleri bu zorlamayı yapanların kendi pozisyonlarını ele veriyor. Yani Ergenekon’un nasıl ki, “sağ” ve “sol”da sözde sivil destekçileri varsa, aynı durum AKP açısından da söylenebilir.

Ve bu tartışmada solun önemli temsilcilerinin bugüne kadar derin devlet örgütlenmeleriyle mücadelede başı çektiğinin özellikle üzerinden atlanılıyor. 1980 öncesinde ve sonrasında yaşanan pek çok “faili meçhul” cinayetin ardından düzenlenen cenaze törenlerin “Kahrolsun MİT, CIA, Kontrgerilla” sloganını atanlar acaba “liberaller” miydi? Ama doğru ya zaten onlar böyle bir sloganı fazlasıyla arkaik bulur. Üstelik “CIA”yi de işin içine katmak, solun emperyalizmle mücadele adına öne çıkardığı ulusal takıntılarından başka ne olabilir ki (!)

Bu tartışmada bizim açımızdan “yesinler birbirlerini” denilip üzerinden atlanamayacak bir önemli nokta ise, Taraf gazetesi yazarları ile BirGün gazetesi yazarları arasında yürüyen Hrant Dink tartışmasıdır. BirGün gazetesinin yayın kurulu üyelerinden birinin Hrant Dink için “Atın bu Ermeniyi” dediği dedikodusu ile başlayıp, ardından BirGün gazetesini Hrant Dink’in katledilmesinden sonraki sahiplenmesi nedeniyle “samimiyetsizlikle” suçlamaya varan yazılar, bizce ahlak ve vicdan sınırlarını zorlamakla kalmıyor, bir tuhaf çürümeden besleniyor. Bu çürüme Türkiye’de, neoliberal dönemde öne çıkan tipik bir davranış biçimi oldu. Yer yer sol içi hesaplaşmanın bir unsuru olarak, solun en “liberal” kesimleri tarafından sergilenen yer yer de dışarıdan gelen bu yaklaşım, akıl izan sahibi sıradan bir insandan destek görmez. Bu tarz polemikleri yapanların da bu ülkenin “sıradan insanları”yla pek bir ilgileri zaten yoktur. Onlar açısından önemli olan, Türkiye medya ortamında görecekleri ilgidir.

Bu sorunlu tartışmanın üstünü örtmemesi gereken en önemli noktalardan birisini ise, BirGün gazetesinin yazarlarının Hrant Dink’e sahip çıkmak konusunda gösterdiği örnek tutum oluşturuyor. Şu açıktır ki, öncelikle BirGün gazetesi ve ÖDP çevresinin bu konuda aldığı açık tutum, geniş bir çevrenin harekete geçirilmesinde etkili olmuştur. Elbette geniş bir çevrenin gösterdiği katılım önemli olmuştur, ancak eğer gazetesi bu kadar açık, net ve sürekli bir biçimde arkasında durmasaydı acaba Etyen Mahçupyan mı bu katılımı örgütleyecekti?

Bizce Agos çevresi de, bu açıdan sağduyulu ve soğukkanlı davranmalı ve Etyen Mahçupyan’ın ya da başka “sağ liberallerin” dolduruşuna gelerek -Hrant Dink’in de gazetesi olan- BirGün gazetesi ve yazarlarına yönelik önyargılı yayınlardan kaçınmalıdır.

 

***

ECE

TEMELKURAN

 

ecetem@hotmail.com

 

Sol ‘ayaklar’ ve sağ kafalar üzerine: Bıktık abiler!

Hiçbir zaman tam anlamıyla iktidara gelmemiş, dayak yemekten paçayı hiç kurtaramamış, bilip gördüğü tek şey işkence, katliam, açlık, yakılmak, yıkılmak olmuş Sol, her nasılsa bugün bu ülkede ‘bütün kötülüklerin anası’ ilan edilmiş durumda. Bu, Sol’un yaşadığı belki de en merhametsiz ve en insafsız saldırı. Zira, ‘Anlaşılmamaktan daha kötüsü yanlış anlaşılmaktır’ misali, solcu olduğun için öldürülmekten daha kötüsü solcu olduğun için faşist ilan edilmektir.

Bu öyle bir operasyon, öyle bir yekvücut saldırı ki, kurşunlanmaktan beter. Çünkü zalim bir şüphe düşürüyor insanın içine. Çünkü her şeyden daha çok şunu düşünüyorsun:

“Yanlış mı düşünüyorum?”

Bunu düşünmekten düşünemez hale geliyorsun.

Bugün Sol’un, aydınları ve siyasetçileri de dahil, içinde olduğu büyük sıkıntı budur. Herkes geceleri evinde nerede durduğunu, ertesi gün faşist ilan edilmemek için nerede durması gerektiğini düşünüyor. Yazarlar, ‘Sekter-Didaktik-Otoriter Liberal Çete’ tarafından belirlenen, ‘demokrasi, özgürlük, sol, hukuk standartlarına’ uyup uymayacakları endişesiyle, bir entelektüel sabotaja kurban gitmemeyi dileyerek yaşıyorlar.

 

ENTELEKTÜEL SABOTAJ

Şöyle bir düşünün:

Cumhuriyet gazetesi, gazetenin yazarları, yazar-çizer çevrelerinde ne zaman karikatürleştirilmeye başlandı? Eleştiriler haklıydı ama düşünün, nasıl karikatür haline getirilmeye başlandılar? Sonra kendini Sol ile tarif eden bilim adamları, üniversite hocaları ne zaman İstanbul’da fikir üreten çevrelerce alaya alınmaya başlandı? Başlangıçta hakikaten tuhaf gelmiyordu. Ama işler nasıl Ahmet İnsel’in, Fuat Keyman’ın, BirGün gazetesinin entelektüel sabotaja uğramasına vardırıldı? Nuray Mert nasıl TİT’çi ilan edildi?

Bu memleketin en ciddi kurumu olan Anayasa Mahkemesi, düne kadar hiç kimse olan yazar çizer tayfasının ağzında “Biz onların ne mal olduğunu biliyoruz” diye anılmaya başlandı? Bütün bu süreç nasıl meşrulaştırıldı?

Çember nasıl genişletildi düşünün. Ve düşünün, bu çemberin içinde niye hep kendini öyle ya da böyle Sol ile tarif etmiş insanlar vardı? Benim (her ne demekse) ‘kadrolu Solcu’ olduğumu yazdırmak için çaçaron çocuklar nasıl köşe yazarı kılığına sokulup ortalığa fırlatıldılar? Bu ülkede en çok Sol’un imanını gevretmiş derin devlet nasıl oldu da Solcuların marifetiymiş gibi abrakadabralandı?

 

ORTADOĞU’NUN ‘RENKLİ DEVRİMİ’

Benim fikrim odur ki, bu akıl tutulması sürecini, bu anlam karmaşasını, aydınların birbirine çarparak karşılıklı yok olmasını, zorunlu ideolojisizleştirilme operasyonunu ilk kez Türkiye yaşamıyor. Başka ülkelerin başka bir biçimde yaşadığı ‘renkli devrim’ sürecini Türkiye’de ılımlı İslam projesi ve bu projenin eski Solculardan devşirip vitrine koyduğu yazar-çizerle oluşturulan fikri atmosferle yaşıyor.

Bugün yaşadığımız süreç, Ortadoğu’nun ‘renkli devrim’ sürecidir. Bizim ise bu atmosfer koşullarında ölmemiz, yok olmamız ve bunu yapmaya öncelikle kendimizden şüphe duyarak başlamamız gerekiyor:

Ben demokrat değil miyim?

Ben özgürlükçü değil miyim?

Sol, fena bir şey mi artık?

 

İKTİDARA FARE, SOL"A ASLAN

Bugün, bizim trajedimiz tek başımıza düşünmektir. Kolektif aklı kendi ideolojik duruşunun doğal yöntemi olarak kabul etmiş Sol için tek başına düşünmek yok olmanın, yenilginin başlangıcıdır.

Devrim Sevimay’ın, net, doğrudan ve yalın sorularla yazı dizisi olarak başlattığı ‘Sol Tartışıyor’ yazı dizisi bu yüzden önemli. Bu gazetelerde, bu kâğıt yapraklarda biraz da doğruları söyleyenlerin, kafası net olanların ve ezilenlerin yanında duranların sözleri yayımlansın yahu! Eşitlikten bahsetmeden demokrasi nutku atanların; dini sorgulamadan özgürlükten söz edenlerin; iktidarın peşinden fare gibi koşup Sol muhalefete aslan kesilenlerin verdiği derslerden bıktık!

 

***

Ne istiyorlar?

HAYDAR İLKER

 

Özellikle yaşanan bu son dönemde, içim fena halde sıkılıyor, ruhum daralıyor. Çok farklı duygulara kapılıyorum. Kapıldığım öfke bana yirmili yaşlarımın hayalini bile kurduruyor. Geriye dönüş olmadığı için gerçeğe dönüyorum.

İhanetler de gördüm, ayrılıklar da yaşadım ama böylesi bir pespayeliği daha önce görmemiştim. Bu da postmodern pespayelik olsa gerek.

Bir şey yapmalı. İnönü Alpat olsam şiir yazar, Cumhur Gazioğlu olsam karikatür çizerdim. Yazar da değilim. Ya susup her şeyi içime atacaktım ya da yazmayı deneyecektim. İkinciye karar verdim.

Yayınlanırsa, kuruluşunda küçük de olsa emeğim olan, halen sakladığım, ilk sayısını bulmak için yoğun çaba sarfettiğim, BirGün gazetesinde, okur olarak da olsa ilk yazım olacak.

Konu ‘’Atın bu Ermeni"yi’’iddiası.

BirGün yazarları, konuyu titizlikle araştırıp, değişik yönleriyle değerlendirdi. Çokta iyi yaptılar. Hepsinin eline, emeğine sağlık. Tatmin olmamak için art niyetli olmak gerek.

Okur cephesinden bakınca da söylenecek şeyler aynı.

Şöyle ki;

-Bazı yazarlarımızın, ülkenin diğer önemli sorunlarını atlayarak hep aynı konulara odaklanmaları, içinde benim de olduğum kimi okurlar tarafından zaman zaman eleştirilmiştir.

-Gazetenin ve yazarlarının sıkı birer takipçisi ve denetçisi olan okurlar, gazetenin yayın politikalarını yönetimlerle paylaştıkları gibi yazarlara ve yazdıklarına yönelik düşüncelerini de yeri geldiğinde bizzat kendileriyle kimi zamanda yönetimlerle paylaşmışlardır.

Tüm bunlar hiç kimsenin karşı çıkamayacağı son derece doğal şeyler. Ama sanki eksik olan bir şey var. Hani bir ‘’uyanık’’ (deliye can kurban) kuyuya bir taş atar da kırk saf ve temiz çıkarmaya çalışırmış ya, biraz öyle oldu galiba. Kişisel olarak biraz rahatlama adına olsa da, sizlerin ve de yazılarını zevkle okuduğum, çoğunu yakınen tanıdığım BirGün yazarlarının anlayışla karşılıyacaklarına olan inancımla diyorum ki; böyle bir ırkçı-faşist söylemin BirGün gazetesinde yeri yoktur. BirGün camiası içerisinde böyle bir lafı edecek tek bir kişi yoktur.

Slogan gibi oldu ama benim de hissiyatım bu.            

Saruhan Oluç’a:

Birkaç gün önce, uzun bir aradan sonra telefonla da olsa ilk kez konuştuk (ben aramıştım). Kısa da olsa malum konuyu görüştük. Konuya yönelik açıklamalarını BirGün"de yapacağın beklentisi içerisindeydim ama sen Taraf’ta yazdın.

Öncelikle belirteyim ki bu moda tanımıyla hiç de şık olmadı.

İkincisi, yapman gereken sadece ve sadece, senin de içinde yer aldığın Yayın Kurulu"nda, konuya yönelik yapılan tartışmaları siyasi görüşlerinden bağımsız olarak açık ve net bir şekilde ortaya koymaktı.

Son olarak; siyasi görüşlerini, indirgemeci ve ertelemeci olarak değerlendirdiğin anlayışlara yönelik değerlendirmelerini, Taraf’ta dahil olmak üzere istediğin yerde yazabilirsin. Bunda hiçbir beis yok. Ama, senin yaptığın bu değil Saruhan. Seninkine en hafif tanımıyla insafsızlık denir, fırsatçılık denir.

•••

Sol, ne denli güçsüz ve zayıf olsa da, dibe vursada öyle bir damara sahip ki, devletin ve egemenlerin tüm uğraşlarına karşın kurutulamadı.

Bu damar devrimcidir, demokratikleşme sorununu es geçmez ama esas olarak emek-sermaye çelişkisi temelinde düzen karşıtı mücadeleyi savunur. Sayısının azlığına, düşmanın çokluğuna bakmadan inatla mücadelesini sürdürür.

Bu damar; rejim sorunu etrafında, laiklik ve liberal demokrasi ekseninde sürdürülen politikaların ikisinin de düzenin savunulması noktasında birleştiklerini, bunlardan birinin peşine takılmanın yanlış olduğunu, doğru olanın bunlar dışında düzene karşı bütünlüklü bir siyasetin örülmesi olduğunu söyler.

İşte kurutulmak istenen bu devrimci damardır.

Nuray Mert’in de belirttiği gibi: Bu durumda sol bir kez daha ve bu kez kökü kurutulup gözden tümüyle düşecek bir hükmen mağlubiyetin hedefi haline gelmiş vaziyette. Tartışma halindeki iki kanat arasında ısrarla üçüncü bir alan açmak için çaba gösterenlere biraz olsun kulak vermek yerine büyük bir öfke ile üzerlerine gitme tavrının başka türlü anlaşılır tarafı yok (bkn.BirGün 31.08.2008).

 

CEMİL ERTEM’E...

Kendisi için bir anlam ifade etmeyeceğini bile bile, Cemil’e de bir şeyler söylemek istiyorum.

Cemil, duyduğuma göre bu aralar çok yoğunmuşsun. Bir üniversitede ders vermenin yanı sıra bir televizyon kanalında işe başlamış, günlük bir gazetede de yazıyormuşsun. Tebrikler.

Birikimini sana daha rahat, daha paralı bir yaşam sağlayacak alanlarda kullanmak istemene itiraz etmeye hakkım yok. Bu senin bireysel tercihin.

Ahir ömrümde ben de rahat edeyim demiş olabilir bunun için geçmişe sünger de çekebilirsin. Paniğe kapılıp merdivenleri çok hızlı tırmanmak isteyebilirsin.

Sana söyleyebileceğim tek şey, kırkından sonra gözü bürüyen hırs sağlığa zararlıdır.

Kimden neyin intikamını alıyorsun, çamur atmak da neyin nesi. Vicdan, hak, hukuk, adalet, insaf gibi kavramlarla hiç mi ilgin kalmadı. Çamur atarak yeni çevrende daha sağlam yer edineceğini mi sanıyorsun?

Sen saf değiştirdin ancak yol, yordam, adap nedir bilmiyorsun. Seni ve senin gibileri tanımlayan o kadar çok sıfat var ki hangi birini yazayım.

Yalnızca merak ettiğim bazı şeyleri sormak istiyorum.

2004"te BirGün gazetesi Yayın Kurulu"nda yapıldığını iddia ettiğin konuşmayı (sen o toplantıda var mıydın, yoksa sendeki bilgiler kulaktan dolma mı bilmiyorum) neden dört yıl sonra gündeme getiriyorsun?

O ırkçı-faşist söylem kullanıldı ise neden BirGün’den hemen ayrılmadın?

Sen nesin, kimsin, nasıl birisin Cemil Ertem?

Son olarak, kadim dostum Oğuzhan Müftüoğlu’na bir anımsatma.

Bir meramı ifade etmek için ‘’sahte dost’’ tanımı kullanılabilir ancak kanımca dostun kadimi, eskisi, yenisi olur ama sahtesi olmaz. Dost dosttur. Dost gibi gözüküp her türlü melaneti yapanlara ise sahte dost değil de sahtekâr demek gerekir.