Batı'nın düşünsel kültürü öylesine mağrur ve içine kapalıdır ki bir m

Batı'nın düşünsel kültürü öylesine mağrur ve içine kapalıdır ki bir model olarak ne zaman Türkiye'nin bahsi açılsa, bakış açısı Türkiye'nin Müslüman dünyaya bir model olarak alınmasıyla sınırlanır. Türkiye'nin model olarak alınması gereken, hiç de azımsanmayacak başka bir yönü daha vardır. O da Batı için bir model olması.

Türkiye'nin insan hakları sicili hep kabarık olmuştur. Gerçi bazı yorumcular alışılageldiği üzere sorunun iyiye gittiğine dikkat çekiyorlar. Ancak söylenenler mühim bir gerçeği görmezlikten geliyor: Türkiye'nin kendi nüfusu, özellikle de Kürtlere karşı açtığı belalar önemli ölçüde, ABD'den alınan devasa askeri yardımlara, olan bitenlerde ABD'nin rolünün bilinmesine izin vermek istemeyen ve aralarında Clinton'ın ciddi suçlarının da olduğu en kötü gaddarlıkları bile büyük ölçüde bastıran aydınların (basın-yayın da dahil) korkaklığına ve sahtekârlığına dayanıyor.

BATI'YA MODEL

Türk demokrasisine ve laikliğine değinmek hatalı olmaz, ama bu konuda da söylenecek çok söz var. Korkunç 1990'lı yılların en berbat suçlarından biri olan, Kürtlerin şiddetle bastırılması bunun için iyi bir örnektir. Batılı entelektüellerin aksine, Türkiye'nin önde gelen yazarları, sanatçıları, gazetecileri, akademisyenleri ve yayınevi sahipleri, hem bu şiddetli baskıları ve zalim yasaları protesto ediyorlar hem de muhtemel tehlikelere aldırmadan sürekli olarak ve cesurca direniyorlar. Aynı esnada Batı'daki muadilleri bu suçlarda kendi paylarını takdir edilecek türden bir baskıyla hasıraltı etmeye çalışırken, kafaları tuttukları kırık aynaya bakmakla, ne kadar yüce ve görkemli oldukları için, başkalarının suçlarını kınamakta gösterdikleri olağanüstü cesaret için kendilerine hayranlık duymakla meşgul oluyor. (Ya da belki de o suçlara doğru bir şekilde tepki vermekteki başarısızlıklarıyla.) Bu karşılaştırma çarpıcı olduğu kadar önemlidir de, hatta o kadar önemlidir ki nasıl gerçek kayıtlar sert bir şekilde örtbas edilmek zorundaysa, bu karşılaştırmanın da egemen düşünsel kültür dünyasına girmesi neredeyse tahayyül bile edilemez.

ABD'NİN YAKIN MÜTTEFİKİ

Türkiye'nin AB'ye girmesinden ABD'nin elde edeceği çıkarlar, kaynaklar meselesini aşıyor. Türkiye İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana ABD'nin yakın bir müttefiki oldu. Örneğin daha öldürücü nitelikteki Polaris denizaltıları yerini alana kadar nükleer füzeler için kalkış üssü sağlayarak Soğuk Savaş düşmanının kuşatılmasında Türkiye'nin bir payı oldu. Öte yandan, İran (Şahlık döneminde), İsrail (1967'den beri) ve Pakistan'la (aralıklı olarak) birlikte Ortadoğu'nun kritik önemi haiz enerji üreten bölgelerinde ABD çıkarlarını koruyan çevre ülkelerinin bir parçasıydı. İsrail ile Türkiye arasındaki ilişkiler 1958'den beri devam ediyor ama son yıllarda iki ülke birbirine çok daha yakınlaştı. Türk hükümeti Irak sorununda halkının yüzde 95'inin düşündüğü gibi bir tavır alınca ABD'nin onurunun zedelenmesinin bir sebebi de yukarıda belirttiklerimdi. Ardından Türkiye'nin demokratik açıdan güven sağlama konusundaki eksiklikleri kınanıyor, (medyanın, demokrasi savaşının uzakgörüşlü lideri olarak tanımladığı Paul Wolfowitz tarafından) bu zalimane kararın çıkmasına izin verdiği için Türk ordusuna sert suçlamalarda bulunuluyordu. Geçen zaman içinde bu sorunların çoğu çözüldü ama şimdi Türkiye'nin doğal bir ticaret ortağı olan İran'la arasındaki ilişkiler de dahil olmak üzere başka muhtemel çelişkiler var. Bu ve başka gerilimlere rağmen, Türkiye'nin sadık bir bağımlı ülke olmaya devam edeceği ve AB'ye girmesinin de Avrupa'nın ekonomik dinamoları olan Almanya ile Fransa'nın etkisini azaltacağı düşünülüyor. İkinci Dünya Savaşı'ndan beri ABD'nin politikalarını belirleyenlerin en büyük kaygılarından biri, uluslararası ilişkiler bakımından Avrupa'yı daha bağımsız bir konum almaya sürüklüyor olup olmadıklarıydı. Eski Sovyet uydularının AB'ye katılmasında ABD'nin verdiği destek, insanı kısmen benzer düşüncelere götürüyor: ABD bu ülkelerin Washington'ın emirlerine daha sıkı bir şekilde uymasını bekliyor.

Her zaman olduğu gibi, resmi çevrelerde söylenenlere kulak asmaya pek de gerek yok.

Noam Chomsky 29 Haziran 2004/ Çev.Erkal Ünal