Batı’nın desteğiyle İsrail, Gazze Savaşı’nı bölgesel bir çatışmaya çevirmek isterken tepkiler büyüyor. Savaşın bedelini halkların ödediğini belirten Sosyalist vekil Cassif, “Faşist hükümeti durduracak olan da halk” diyor.

Umudun kaynağı halkların iradesi
Fotoğraf: Sraya Diamant

Umut Can FIRTINA

Batı Şeria’da baskıyı artıran İsrail, Gazze Şeridi’nde katliamları sürdürürken, Netanyahu yönetimi ve Batılı destekçilerine tepkiler çığ gibi büyüyor. İsrail’de ve dünya çapında aşırı sağcı Binyamin Netanyahu hükümetinin istifası ve Gazze’de ateşkes talebiyle halklar meydanları bırakmıyor.

İsrail’de 7 Ekim’den bu yana ilk kez üst düzey bir isimden istifa geldi. İsrail askeri istihbarat şefi Tümgeneral Aharon Haliva’nın görevinden istifa ettiği açıklandı. Haliva’nın istifası, yaşananların sorumlularının hesap vermesinin önü açılması için önemli bir adım olarak değerlendirildi.

İsrail Komünist Partisi üyesi ve İsrail meclisi Knesset’te HADASH milletvekili Ofer Cassif, bölgede yaşananlara ve İsrail’de hükümete karşı yükselen isyana ilişkin BirGün’ün sorularını yanıtladı.

En sıcak konuyla başlayalım. İsrail ile İran arasındaki karşılıklı saldırılar hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu durum oldukça karışık. İki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Birincisi, herhangi bir devletin egemenliğine yönelik her ihlale karşıyım. İsrail egemen bir devlet ve bu egemenliği koruma hakkı var. İran’ın saldırısı bu yüzden kabul edilemez ve yasadışıdır. Ancak şunu unutmamalıyız ki İsrail defalarca Filistin, Suriye, Lübnan ve İran’ın da egemenliğini ihlal edecek eylemlerde bulundu. Bunu uluslararası medyada gördük, İsrail defalarca İran toprakları içinde suikastlar ve diğer saldırılara dâhil oldu. Buradaki soru, nasıl başladığı değil nasıl sona erdirileceği. Bu büyüyen tehlikeyi sona erdirmenin yolu, tüm devletlerin ve halkların egemenliğine saygı gösterilmesi. Buna kendi topraklarında kendi bağımsız devletlerini kurma hakkı olan Filistinliler de dâhil. Anahtar bu.

BirGün’e konuşan İsrail Komünist Partili milletvekili Ofer Cassif,
yıllardır işgal karşıtı eylemlerde aktif olarak yer alıyor. 
(Fotoğraf: BirGün)

İsrail ve İran gerilimi ne kadar gerçek? Bir savaşa dönüşür mü? Kimin ne çıkarı var?

Bir sosyalist olarak en yüce değerin insanlar, onların yaşamları ve refahlarının olduğuna inanıyorum. İsrailli, İranlı, Filistinli, Türk ya da Amerikalı, hiç fark etmez. Her insan başlı başına bir değer. Siyasi, ideolojik ve ahlaki olarak benim nihai arzum, bireylerin yaşamlarına saygı duyulan bir topluma ulaşmak. Ne yazık ki karşımızdaki iki hükümet de birbirine benzer şekilde saldırgan, demokrasi olmayan hükümetler.

Otoriter rejimler arasında bir günah keçisi bulmak oldukça popüler bir politika. Netanyahu hükümetine benzer şekilde milli gurura halkın refahından çok daha fazla önem veriyorlar. İki rejimin de sürüp giden karşılıklı saldırılarının sebebi bu.

SENTETİK ÇATIŞMA

İsrail ile İran arasındaki gerilim bir dereceye kadar sentetik, siyasi motivasyonları olan bir çatışma. İkisinin de belli çıkarları var. Netanyahu hükümeti bunu şişirerek uluslararası toplumun dikkatini Gazze’deki katliamlardan ve Batı Şeria’daki etnik temizlikten uzaklaştırmak için kullanıyor. Dünyanın dikkati dağılmışken İsrail, özellikle son haftalarda Batı Şeria’da da etnik temizliğe hız verdi. Elbette İsrail ile İran arasındaki gerilime ve bunun bir savaşa dönüşmesi riski konusunda dikkatli olmalıyız.

Ortada büyük bir bölgesel savaş riski var ve giderek büyüyor. Ve eğer bu noktaya gelirsek, bunun bedelini ödeyenler her zaman olduğu gibi halklar olacak, hükümetler değil. Hükümetlerin suçlarının bedelini halklar ödememeli. Sorunları savaşla değil siyasi yollarla çözmemiz gerek.

BİR DAHA YAPABİLİRİZ

İsrail’de hem siyasi hem de toplumsal muhalefetin durumu nedir? Bölgedeki gerginlikleri, Gazze’deki savaşı durduracak güce sahip mi?

Knesset’teki resmi muhalefetin durumu oldukça vahim. Büyük çoğunluğu Gazze’de süren savaşı destekliyor. Bazıları da İran’a misilleme yapılmasına arka çıkıyor. Günün sonunda, Hadash-Ta’al fraksiyonundakiler olarak, sürekli savaşa karşı çıkan, barış ve adalet çağrısı yapan tek grubuz. İsrail toplumuna ve kamuoyuna bakarsanız, orası da derin bir ayrışma içerisinde. Meclisteki bazıları gibi ‘ulusal gururdan’ bahsederek ‘onlara gününü gösterelim’ düşüncesindeler. Ancak toplumun büyük bir kesimi de hükümetin istifa etmesi için STK’larda görevler alıyor, protestolara katılıyor. Bunlara Araplar, Filistinliler, Müslümanlar ve Yahudiler dahil ve böyle milyonlarca kişi var, hükümete ve savaşa karşı sürekli meydanlara iniyorlar.

Toplumda büyük bir endişe olsa da onlara yönelik umudum çok daha yüksek. Çünkü değişim gelecekse toplumdan gelecek, meclisten değil. Biz yine Knesset’te her zaman yaptığımızı yapmayı sürdüreceğiz, ancak umudun kaynağı halklardır. Bunu daha önce “Yargı Reformu” protestolarında başardık. Milyonlar aylarca sokaklara inerek Netanyahu hükümetinin diktatörlük rejimi kurmasına engel oldu. Şimdi de başaracağız.

HERKES İÇİN ADALET

Seçimlerin ardından gazetemize daha önce verdiğiniz bir söyleşide, Netanyahu hükümetinin “Seçimin bedelini Filistin’in ödeyeceğini” söylemiştiniz. Şimdi bu noktadayız.

Ne yazık ki bir sene önce söylediklerim gerçekleşiyor. Bunun sebebi kâhin ya da çok zeki biri olmam değil, bunların yaşanacağının açıkça ortada olmasıydı. Bağımsızlıkları için çabalayan insanlara 60 yıldan fazla süre baskı uygulamayı sürdüremezsiniz. Toplumun bir kısmına yönelik işgal ve baskıcı bir rejim olduğu sürece, tüm nüfus baskı altına girer.

Benim bağlılığım adalete ve adalet, tanım gereği evrenseldir. Mücadelemiz sadece Filistinliler değil İsrail halkına adalet sağlamak için. Benim bağlılığım İsrail hükümetine değil İsrail halkına. İsrail hükümeti sadece Filistinliler için değil, İsrail ve tüm bölge halkı için bir risk. Benim bağlılığım, bu tehlikelerin önüne geçerek herkese daha iyi bir gelecek için elimden gelen her şey yapmak. Hiçbir zaman bu girişimlere teslim olmayacağım. Hapse atarak susturmaya çalışabilirler ama asla susmayacağım.

Bizleri susturmak için faşist gruplar, Knesset’teki etik kuruluna sürekli şikâyette bulunuyorlar. Etik komitesi milletvekilliğimi daha önce 45 günlüğüne askıya almıştı, bunu tekrar da yapabilirler, daha kötüsünü de. Ama eğer susarsam, Knesset’te bir yerim olmamalı. Çünkü parlamento halkın, bizi seçenlerin ve görüşlerinin temsil edildiği yer. Eğer bu konuda harekete geçmezsem, taahhütlerimi yerine getirmezsem, seçilme sebebim olan ideolojiye ters hareket edersem, orada olmaya hakkım yok. Ne pahasına olursa olsun ben ve yoldaşlarım bunu yapmalıyız.

Batı’nın İsrail hükümetinin eylemlerine yönelik ikiyüzlü yaklaşımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Bir yandan seslerini giderek yükseltseler de silah yardımı tüm hızıyla sürüyor.

Uluslararası toplumun, özellikle de Batı’nın, ABD ve Avrupa Birliği’nin ikiyüzlü olduğuna kesinlikle katılıyorum. Söylemlerinde ve pratikte derin bir çelişki var. ABD Başkanı Biden İsrail’in masum sivilleri öldürmeyi durdurması gerektiğini söylüyor ve bu doğru. İngiliz Başbakan Sunak, Gazze’ye insani yardımların girmesini istiyor, bu da doğru ve adil olan. Ancak bu pratiktekinin tam tersi. ‘Güzel’ konuşanların çoğu, tam tersi davranıyor. Aynı anda hem Gazze’deki sivillerin katledilmesine ses yükseltip hem de bombalar, uçaklar, silahlar yollamaya devam edemezsiniz.

Buna daha önce de birçok kez cevap verdiniz ama çözüm ne?

Öncelikle aylar önce yapılması gereken ateşkes derhal hayata geçirilmeli ve saldırılar durmalı. Rehineler serbest bırakılmalı. Bu iki taraf için de geçerli. İsrail tüm güçlerini Gazze Şeridi’nden çekmeli. Filistinlilerle bir anlaşmaya varılarak, iki tarafın halklarının da güvenliği garantiye alınmalı. Filistinlilere benzer şekilde İsrail’in güneyinde ve kuzeyindekiler de evlerine dönemiyor. Bu da uluslararası bir inceleme altında yapılmalı. Gazze, Batı Şeria ve Kudüs’teki işgal, Bağımsız bir Filistin devleti kurulması niyetiyle bir an önce sona ermeli. Bunlar yapılmazsa, yüzlerce yıl sonra tarihçiler, çözülme imkanı olan bu krizde suçun herkeste olduğunu yazacak. Bu bir niyet meselesi ve ne yazık ki şu anda hiçbir yerde yeteri kadar niyet gözükmüyor.

SUSTURMA ZULMÜN PARÇASI

İsrail’e karşı UAD’de açılan soykırım davasını desteklediğiniz için neredeyse Knesset’ten uzaklaştırılacaktınız. Ülkedeki muhalif seslere baskıyı tarif edebilir misiniz?

Bu çok önemli bir soru çünkü çok yakın zamanda Hebrew Üniversitesi’nde profesör olan bir arkadaşım, Gazze’de soykırım yapıldığını söylediği için gözaltına alındı. Ayrıca, ‘Hamas’ın 7 Ekim’de katliam yapmadığı’ gibi daha önce söylemediği şeylerle de suçlanıyor. Bunların hepsi yalan, o gün yaşananları hiçbir zaman reddetmedi.

Bu, süregelen siyasi zulmün ve her farklı sesi susturma girişimlerinin bir parçası. Bir profesör, bir Knesset üyesi ya da bir vatandaş, hepimiz bu siyasi baskının ve zulmün, susturma çabalarının hedefindeyiz. Bunu sadece hükümet ya da polis değil, ‘sözde’ muhalefetin büyük kısmı da yapıyor. Oldukça tehlikeli bir durum. Bir tarafta Gazze ve Batı Şeria’da Filistinlilere yönelik saldırılar, diğer yanda oralarda işlenen suçları ortaya seren ve bunlara sesini çıkaranları bastırma girişimleri var. Bu ikisi birbiriyle son derece bağlantılı durumlar. Biz yine sesimizi çıkarmayı sürdüreceğiz ama kim bilir, belki ben de tutuklanabilirim. Çünkü faşist diktatörlüğün karakteri budur ve bu berbat hükümet bunları sürdürüyor. Herkesin yararı için bunu durdurmamız gerek.

∗∗∗

MUHALİF SESLERE BASKI ARTIYOR

Gazze’de katliamlarını sürdüren İsrail hükümetinin ülkedeki muhalif seslere yönelik baskısı artıyor. İbrani Üniversitesi’nden kriminoloji ve hukuk profesörü Nadera Shalhoub-Kevorkian, 7 Ekim’de Hamas’ın Aksa Tufanı Operasyonu sırasında tecavüz de dâhil olmak üzere iddia edilen suçlara karşı çıktığı ve İsraillilerin “korkması gereken suçlular” olduğunu iddia ettiği gerekçesiyle “kışkırtma” suçlamasıyla 19 Nisan’da gözaltına alındı. Polisin gözaltı süresini uzatma talebini reddeden mahkeme, gözaltının devamı için yeterli gerekçe olmadığını söyledi. Shalhoub-Kevorkian, mart ayının başında benzer gerekçelerle İbrani Üniversitesi’nden uzaklaştırma cezası almıştı.