Salgındır, savaştır, göçlerdir, her şey yalnızlığı çoğaltıyor. Ama yalnızlık ve tek başınalık aynı şeyler değil. Örneğin hücresinde tek başına olsa da her gün zihninde manşetinden köşe yazılarına kadar gazete tasarlayan Kropotkin, yalnız hissetmiyordu. Kişi tek başına olsa bile yalnız hissetmeyebilir. Yalnızlığın elbette türleri var; Duras ya da Camus gibi yazarlar ona pek güzel anlamlar yüklediler. Winnicott ise kişilerdeki ‘yalnız kalabilme kapasitesi’ni çocukluk döneminde ilişkisel olarak bu becerinin kazandırılıp kazandırılamamasıyla ilişkilendirmişti. Çocuk eğer ‘öteki’ni içselleştirebilmişse tek başınalığa tahammülü de artabiliyordu. Günümüzde İngiltere’de ‘yalnızlık bakanlığı’ kurdurtacak kadar artan bir şikâyete dönüşmesi, ‘tüketim toplumu’ gerçeğiyle ilişkili olduğu kadar ‘öteki’yi içselleştirilecek kanalların da tıkalı olmasıyla ilişkili olsa gerek.

MIŞ GİBİ YAŞAMAK

Yalnızlıkla baş edebilmek için kişinin önce kendi ‘özne’liğini hasarlı da olsa oluşturabilmiş olması gerekir. Ancak bu sayede ‘öteki’nin varlığını tanıyabilir. Kendi öznelliğini göremeyen biri, ‘öteki’nin öznelliğini de göremez. Kişisel gelişim endüstrisi, tam da kişilerin bu ihtiyacına uygun olarak çalışır, ona hazır kıyafet veya hazır yiyecek endüstrisindekine benzer biçimde hazır benlikler pazarlar, ‘böyle hissedersen böyle olursun’ gibi birbirine benzeyen reçetelere, doğum tarihindeki rakamları toplayıp çıkararak kişiliğine dair ipuçları veren okumalara, astral seyahatlerden paralel evrenlere çıkılan yolculuklara kadar uzanan renkli ve fantastik bir pazar... Bütün bu yalnızlığı gidermeye yönelik ürünler, daha da büyüyen içsel bir boşluk yaratır, yedikçe doyurmayan fast food ürünleri gibi. Çünkü her şey ‘mış gibi’ felsefesi üzerine kuruludur, sadece imajlardan ve anlık doyumlardan ibarettir her şey. "Mış gibi yaşamak", görünenle gerçeğin aynı olmadığı bir yaşamdır.

Emile Ajar’ın ‘Yalan Roman’da yazdığı gibi: "Ara sıra Cafe de la Care’da arkadaşlarla toplanırdık. Bi¬ri muslukçu, biri muhasebeci, biri de memurdu. Aslında ne muslukçu, ne muhasebeci, ne de memurdular elbette. Büsbütün farklıydılar. Ama kimse farkında değil; rol yaparlar, günde sekiz saat ‘mış gibi’ oyunu oynarlar, böylece kimse dokunmaz onlara. İçlerine kapanıp orada gizli bir hayat sürer, ancak geceleri, rüyalarında ve kâbuslarında ortaya çıkarlar."

BEN OLMA PROJESİ

Byung Chul Han’ın ‘Yorgunluk Toplumu’ adlı kitabında, Melville’in öykü karakteri Bartelby üzerine yazdıkları, bu açıdan oldukça düşündürücü. Öyküyü okuyanlar, Bartelby’nin"Yapmamayı tercih ederim’ ünlü sözünü hatırlayacaklardır. Byung Chul Han diyor ki, Bartelby’de ‘geç-modern başarı toplumu’nun alameti olan depresyon semptomlarını henüz geliştirmemiştir: "Yetersizlik ve değersizlik veyahut başarısızlık endişesi gibi duygular Bartleby’nin duygu haznesine ait duygular değildir. Devamlı kendini kınama veya ken¬dine zarar verme Bartleby’ye tanıdık değildir. Geç-modem performans toplumunun alameti olan kendi olmak em¬riyle karşılaşmaz. Bartleby ben-olmak projesinde başarısızlığa uğramamıştır."

‘Ben olma projesi’nde başarısız olmuş biri, yalnızlığı daha yoğun ve acı verici bir biçimde hisseder, çünkü bu ‘mış gibi’ yaşadığı hayatta dünya ona yabancıdır; dünyaya, ilişkilere ve bedenine güvenle yerleşemez bir türlü. Winnicott ‘sahte kendilik’ kavramıyla, bu yabancılığa işaret eder; hayatta kalabilmek için kişinin kendi ihtiyaçlarından ve benliğinden vazgeçip dış dünyanın taleplerine göre yaşayıp yine o taleplere göre kendisine biçim vermesinin nedenlerini ve sonuçlarını göstererek.

Tıpkı tüketilen ürünler gibi, mutsuzluk ve yalnızlık da kitlesel bir biçimde üretiliyor. Örneğin ‘Çin mucizesi’ diye övülen ekonomik gelişmenin sonucu, ülkenin kırsal bölgelerinde yayılan intiharlardı. Yalnızlık ve anlam kaybı hissi, Byung Chul Han’a göre kapitalizmin dayattığı performans baskısıyla, ilişki ve iletişim yorgunluğuyla, Franco ‘Bifo’ Berardi’ye göre ise ‘Ruh İşbaşında’ adlı kitabında yazdığı gibi, kapitalizmin zamanı, hayatı ve duyguları otomatikleşmiş bir rekabetin cehennemi ritimlerine boyun eğdirmesiyle ilişkili. Çözüm de sorunun kendisinde aranmalı, içte olduğu kadar dışarıda, ‘mış gibi’ yaşamayı bırakarak...