Yeni yıla umutla başlamak olanaklı mı?

KONUK YAZAR: Şenal Sarıhan - CHP Ankara Milletvekili, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkan Vekili

Yeni bir yıl… Her yeni yıl gibi geçmişten daha iyi olacağı beklenen bir umut başlangıcı… Kutlamalar… İyi dilekler… Herkesin kendi olanakları içinde donattığı sofra başlarında iyi bir başlangıca hazırlandığı uzun geceler… Bu yıl öyle mi idi? Kutlama ya da dilekleri süsleyen cümleler, gerçek bir umudu yansıtıyor mu idi? Hayır. Sözümüze ya da kalemimize ağır bir hüzün dolanmıştı. Sanki hepimiz, daha bu geceye düşecek ateşi bekler gibiydik. Evlerimiz henüz korunaklı sığınaklardı. Ama sokağa çıkmış ya da bir eğlence yerine gitmiş yakınlarımız için huzursuzduk. Ölümün hangi kavşakta bizi beklediğini bilmediğimiz bir yılı geride bırakıyorduk. Ancak, yeni olan da güvenli değildi. Ölüm Reina’dan geldi. Terör hedefini on ikiden vurdu. Bir ya da birkaç kalaşnikof, onlarca yaşama son verdi. Televizyonun başında çakılıp kaldım. Beklenmeyen değil, bağıra bağıra gelen olmuştu.

Ben ve diğer milletvekilleri, 2016 vahşet yılının son on gününde ne ile meşguldük? İktidar partisi ve MHP’nin uzlaşarak getirdiği, Cumhurbaşkanı yetkilerini, tek adam, tek otorite yetkileri ile donatmak için önümüze sürülen “Anayasa değişikliği paketi ile” uğraşıyorduk. Terörü bitirmek, istikrar sağlamak, çift başlılığı gidermek için Cumhurbaşkanı’na hediye paketleri imaline zorlanıyorduk. Paketlerde Cumhurbaşkanı’na parti başkanı olma, başkomutan olma, yasalar, kararnameler çıkarma, yüksek yargıçları atama, partili olma, partisine başkanlık yapma, bütçe yapma, bürokrat atama yetkisi tanıyan armağanlar vardı. Kayseri’de bombalar patlıyor, kent merkezinde bir büyükelçi katlediliyor, sınırlarımız dışında askerler topluca vuruluyordu. Ama ne gam, ülkenin temel sorunu Cumhurbaşkanı’nın daha çok yetki sahibi olmasıydı!..

Yılın son gününden bir önce, 14 yıldır iktidarda olan, önce parti başkanı daha sonra cumhurbaşkanı olarak siyasetin en tepelerinde duran ve adım adım, ayrıştırılmış, bölünmüş aralarına nefret ve kan girmiş bir topluma dönüşmüş güzelim ülkemizde, halkın yaşam hakkının korunması en temel sorunken, kanun yapıcı parlamento, kanun yapma yetkisini dahi tek adama emanet etmek için çırpınan bir telaş içindeydi! Anayasa Komisyonu çalışmalarının başladığı 2. gece söz alarak, bir saat süren konuşmamda bu gerçeğe işaret etmeye çalıştım. Geceye 14 şehit haberi düşmüştü. ”Günler ölüm haberleri ile geliyor/ Düşman haşin, zalim ve kurnaz/ Ölüyor insanlarımız/ Oysa nasıl da hak etmişlerdi yaşamayı” dizeleri ile başladım söze. Herkes başsağlığı dileyerek konuşmaya başlıyordu. Bu dileğin, bu ortam için ne denli içinin boş olduğunu söyledim. Ateş düştüğü yeri yakıyor, anaların yüreği kavruluyor ve biz boş temenniler ötesinde onların çocuklarının yaşam haklarının korunması için hiçbir şey yapmıyoruz, dedim. Biraz sonra unutacak, gülüp, söyleşecek ve yine ülkedeki tek sorun, tek adamın yetkileri imiş gibi tartışmalara başlayacaktık. Öyle de oldu. Kalan sekiz gün, onlar, nasılsa çoğunluk olduklarının rahatlığı ile sonuçtan emin savundular düşüncelerini. Biz ise “Haykırdık.” Bütün gücümüz ve inancımızla. “Haykırmak” sözcüğü, AKP Grup Başkanı’nın bizim konuşmalarımızı eleştirmek için seçtiği sözdü. Sakin olmadığımızı ve kavgacı olduğumuzu işaret etmek istiyordu. 10. gün, sabahın altısında söz aldığımda, Grup Başkan vekiline bu sözünü ve kendisinin de beğendiğini düşündüğüm Mehmet Emin Yurdakul’un şiirini anımsattım: “Şairleri haykırmayan bir millet, Sevenleri toprak olmuş Öksüz Çocuk Gibidir/ Zaman O’na kan Damlayan dişlerini gösterir/Bu zavallı sürü için ne merhamet, ne hukuk, Yalnız bir sert bakışlı göz, yalnız ağır bir yumruk”

Bazen şiirler, sözlerin özü olabiliyor. Sözlerimiz, ne denli uslarını ve yüreklerini etkilemiştir bilemiyoruz. Siyaset, belki de akılları emir altına alıyor.

Yeni yılın ikinci haftası. Şimdi söz sırası parlamentoda. Demokratik kitle örgütleri, Meclis dışından içeriye seslenmek istediler. Sabahtan yolları kesildi. Sözde beş canlı bomba varmış ve Meclis önüne gelirlerse canlarından olurlarmış! Meclis’e çıkan bütün yolları kestiler. TOMA’lar, coplar, biber gazları. Polis köpekleri… Canlı bombalar yerine canlı barikatlar… Yeni yıl için ilk armağanları halka. Herkes sussun! Ne halk ne de milletvekilleri. Her yer sütliman. Yalnız egemenin sesi ve isteği… Oysa halk ne diyor: Yeni bir padişahlık dönemi istemiyoruz. ? Kul olmayı... Tebaa olmayı… Özgürlüklerimizden vazgeçmeyi? Konuşmak yasak. Susarak da isyan olur mu?

Halk biliyor ki bu getirilen başkanlık bile değil. Yasama, yürütme ve yargının tek elde toplandığı sistemin adı olsa olsa mutlakiyet olur. Anayasalar, toplumsal uzlaşma metinleridir. Bir Anayasa’nın tümüyle yeniden yazılması da bazı maddelerinin değiştirilmesi de toplumun tüm kesimlerinin ortak aklı ve kabulünü gerektirir. Bu gerçek, yalnızca darbe ürünü anayasaların yazılmasında yok sayılır.

Darbe günlerinde miyiz? Evet! Barolar sussun. Emek örgütleri. Demokratik kuruluşlar... Kadınlar, gençler, öğretim üyeleri, gazeteciler. Büyük bir cezaevine dönsün ülke. Ama unutulmasın ki direniş, Meclis’in duvarlarını da cezaevinin demir kapılarını da aşar ve halk, özgürlüğü her koşulda yeniden inşa eder. Halkın gücü, her şeyin üzerindedir. Mücadelede umut var.