27. Taraflar Konferansı (COP27) önceki gün sona erdi. On yıllardır süren konferanslarda taahhütlerde bulunan tarafların, bunları uygulamadaki karnelerinin oldukça zayıf olduğu biliniyor. Öyle ki 1980’lerden bu yana tekrar edilen gezegenin iyileşmesi bir gelecek vaadi olarak bugün hala gerçekleşmiş değil. Bundan önceki konferanslarda olduğu gibi COP27 de iklim krizi ile buna bağlı toplumsal, iktisadi, ekolojik ve siyasal sorunların çözümüne yönelik anlamlı bir adımın atılmadığı; hatta iklim rejimini sermaye dostu tutarak krizin derinleşmesine göz yumulan bir toplantı olmanın ötesine geçmedi.


Konferansın çıktısı olarak 10 sayfalık bir taslak metin yayınladı. Bu taslak çerçevesinde öne çıkan bazı tartışma başlıkları şunlar oldu:

Kayıp ve zarar tazmini: Kayıp ve zarar konusu bu yıl ilk kez resmi gündeme girdi ve "kayıp ve zararların karşılanmasına ilişkin etkili finansman düzenlemelerine duyulan ihtiyaç" biçiminde ifade buldu. AB müzakerelerin son gününde “daha geniş bir donör tabanından” finanse edilecek özel bir kayıp ve hasar fonu oluşturmasını önerdi. Fakat finansman düzenlemesine yönelik bir plan yapılmadı. Kayıp ve zararın karşılanması tartışması zengin ülkelerin, Sanayi Devrimi’nden bu yana ortaya çıkardıkları seragazı emisyonlarıyla yarattıkları iklim krizinden en az sorumlu olan yoksul ülkelere bir borcu olduğu anlayışında, iklim adaleti perspektifinde temelleniyor. Konferans sırasında, emperyalist devletlerin 21. yüzyılda iklim krizinden en çok zarar gören gelişmekte olan ülkelere kayıp ve zararlarını ödememelerini protesto eden bir yürüyüş de gerçekleşmişti. Öte yandan konu finansal bağlamda irdelenirken iklim değişikliğinin yoksul Küresel Güney’e etkisinin, zengin ülkeler tarafından sömürülmeleriyle ilişkisi ise gündem dışı bırakıldı.

Fosil yakıt azaltımı yok: Sadece kömürün değil tüm fosil yakıtların "aşamalı olarak azaltılması" çağrısı taslakta yer almadı. Geçen yılki Cop26 Anlaşması’nda belirlenen “kesintisiz kömür enerjisinin kademeli olarak azaltılmasına yönelik tedbirlerin hızlandırılması ve verimsiz fosil yakıt sübvansiyonlarının aşamalı olarak kaldırılması” hedefi tekrarlandı. Konferansta Hindistan, "Tüm fosil yakıtlar seragazı emisyonlarına katkıda bulunur" diyerek "ulusal koşullara göre küresel temiz enerji geçişinin hızlandırılması" çağrısında da bulunmuştu. Krizin ana nedeni fosil yakıtlar iken konferansta petrol ve fosil gazın aşamalı olarak kullanımdan kaldırılmasına yönelik bir girişimde bulunulmadı. Oil Change International’ın kampanya yöneticisi Collin Rees Bloomberg’e verdiği demeçte "600’den fazla fosil yakıt lobicisinin şekillendirdiği bir COP’ta, ilerleme için mücadele eden taraflar, fosil yakıt endüstrisinin ölümcül genişlemesine izin veren dili geri püskürtmelidir" dedi.

1,5 derece taahhüdü: Gerçekleşmesi pek de mümkün görünmeyen sıcaklık artışını 1,5 derecede sınırlama taahhüdü korunuyor. “Küresel ortalama sıcaklıktaki artışı sanayi öncesi seviyelerin 2 °C’nin oldukça altında tutma ve sıcaklık artışını sanayi öncesi seviyelerin 1,5 °C’nin hemen üzerinde sınırlama çabalarını sürdürme şeklindeki Paris Anlaşması sıcaklık hedefini yeniden teyit ediyoruz” denildi.

Bankalara çağrı: Dünya Bankası ve diğer MDB’ler iklim finansmanına yönelik yaklaşımlarını gözden geçirmeye çağrıldı.

Adil geçişi hızlandırma: “Küresel enerji krizinin" enerji güvenliğini tehdit ettiği ifade edilen taslakta "yenilenebilir enerjiye temiz ve adil geçişi” hızlandırılması salık verildi.

Gıda krizine yeterince yer verilmedi ve çiftçinin adı yok: Konferans’a dünyanın dört bir yanından gelen küçük ve orta ölçekli çiftçilerden oluşan bir delegasyonla katılan La Via Campesina şirket çıkarlarına dayalı endüstriyel tarımsal emisyonlara itiraz ederken agroekolojiye geçiş talep etti. COP27 boyunca şirketlerin ve hükümetlerin toprak, su ve kaynakları gasp ederek kar elde etmelerine olanak tanıyan mevcut güç dengelerini eleştirdiklerini ifade eden ve sahte çözümleri reddeden La Via Campesina delegasyonu Eurovia.org sitesinde yayınladıkları açıklama ile çözüm önerilerini de irdeledi: “Ürün kaybı, kuraklık, seller ve iklim değişikliğinin diğer etkilerinin yol açtığı yıkımın ön saflarında yer alan köylü çiftçiler, iklim adaletini, gıda egemenliğini ve gıda krizinin sona ermesini sağlamanın tek yolunun daha sürdürülebilir köylü tarım modellerine agroekolojik bir geçiş olduğunda ısrarcı.” denildi ve agroekolojinin COP27 gibi uluslararası alanlarda iş başında gördüğümüz mevcut statüko ile doğrudan tezat oluşturduğunun altını çizdi.

İklim krizi gündelik hayatımızı bütünüyle sarmış durumda. Bilim insanları, sıcaklık artışının durdurulmaması halinde dünyanın birçok yerinin yaşanmaz hale geleceğini ortaya koyuyor. Buna karşın her yıl tekrar edilen toplantılarda anlamlı herhangi bir adım atılmıyor. Bu durum karar mekanizması küresel seçkinlerden oluşan yapıların krize yanıt üretmede yetersiz kaldığını gösteriyor. Kapitalist kar güdüsü ile iklim krizi arasındaki bu bağı görmenin aciliyetini gösteriyor. Toplumun, yoksulların genel çıkarları seçkinlerin çıkarlarının önüne geçmediği sürece taahhütler de yalnızca gezegenin göz göre göre yok olmasını izlemek anlamını taşıyor olacak.