Devlet tarafından yaratılan sorunların ön sırasında  1 Mayıs İşçi Bayramı da yer aldı. Uzun yıllar 1 Mayıs’ın işçi bayramı değil Bahar Bayramı olduğu üstüne basarak belletildi.

Ülkenin saf insanları da buna inandılar.

Sonra Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları 1976’da dedi ki:

-1 Mayıs İşçi Bayramı’dır! Haydi Taksim’e…

DİSK yayınladığı ilk bildiride “51 yıl sonra işçi sınıfı yine 1 Mayıs’a alanlarda kutluyor” denildi.

Peki 51 yıl önce yani 1921’de ne olmuştu?

Tersane işçileri işgal altındaki İstanbul’da Hürriyet’i Ebediye Tepesine kadar yürümüşler, bir yandan emperyalist işgali kınmışlar bir yandan da 1 Mayıs’ı özüne uygun biçimde kutlamışlardı.

TC Devleti bu eski bilgilerin ortaya çıkmasından hiç hoşlanmadı. Bu hoşnutsuzluğunu da bir yıl sonra 1 Mayıs 1977’de Taksim’de gösterdi.

O gün olanları başka kaynaklara başvurmadan bilecek kadar işin içinde biri olarak Prof. Dr. Halil Berktay’ın “1 Mayıs’ta devlet komplosu yoktur, solcuların iç çatışmaları vardır” sözlerini buruk bir tebessümle okudum.

En çok da Halil Berktay’ın kendisine üzüldüm. Bir insanın fikirleri eserlerine bu kadar mı zarar verebilir?

O “masum” devlet ki, yıllar yılı işçileri 1 Mayıs’ı haram etmiş, bütün dünyanın kutladığı bir hakkı işçilerin ellerinden almak için yapmadığını bırakmamıştır.

2010 yılında işbaşındaki iktidar bu anlamsızlığa son vererek Taksim’i işçilere açmıştır ama bunun arkasında 1979’dan 2009’a kadar yenmiş binlerce cop, on binlerce polis tekmesi, gazlar, kurşunlar, gözaltılar, tutuklamalar, hapislikler vardır. Bedel ödenmiştir yani…

Bu yıllarda hiç sesini çıkartmayan Halil Berktay, şimdi son yılların en görkemli 1 Mayıs kutlaması (polis kayıtlarına göre 200 bin kişi katıldı) sonrasında ortaya çıkıyor, 1977’de solcular suçluydu diyor.

Tam bu noktada ama!
 


Bu yıl sadece Türkiye’de değil bütün Avrupa’da 1 Mayıs gösterileri çok kitlesel ve coşkulu yapıldı. Bunun bir anlamı olmalı değil mi?

Türkiye bugünlerde yine bir karabasanın içinde kıvranıyor.

KCK, Ergenokon, Balyoz gibi büyüt torbalar haline getirilmiş siyasi davalarla ülkenin emekçileri, işçileri, aydınları bir köşeye doğru sıkıştırılıyor.

1 Mayıs 2012 bu cendereden çıkış için ufuk açıcı bir eylem oldu.

Bu sefer de Halil Berktay çıktı yeni(!??) bir tartışma başlattı:

1 Mayıs 1977’nin müsebbibi solculardır!

AKP yine sıyırdı! Cezaevleri doldu taşıyor, Halil Hoca insan hakları konusunda hiç kaygı duymuyor. 35 yıl geriye gidiyor ve salvoya başlıyor:

-1 Mayıs 1977’de de solcular suçlu!

***

MİT: Hiç kimse suç değil!

1 Mayıs 1977 üzerine tartışırken biraz da açık okumak gerekiyor. Gazeteci ağabeyimiz Nail Güreli’nin “1 Mayıs” kitabı bu konuda çok zengin bilgi birikimi oluşturuyor.

Mesela kitabın 235-237. Sayfalarında yer alan MİT raporu var:

“İlk kurşun kim tarafından atıldı? Bu kurşun fraksiyonlar arası çatışmayı körüklemek isteyen şahıs olabilir. Kitle paniği yaratarak bir çok vatandaşımızın ölmesine sebep olacak herhangi bir DİSK yöneticisi veya bir başka fraksiyon elemanını düşünmek zor.

Olay meçhul bir şahsın Türkiye’de büyük bir olay çıkartma girişimi olarak değerlendirilebilir.

Suçlu kimdir?

Açıkça belli olan bir suçlu yoktur!”

Halil Berktay bu haliyle MİT’in bile gerisine düşmüş oluyor!
 

 

***
 
Banka ve bürokrasi
Zanlı, suçlu, hırsız!

Türkiye’de devlet vatandaşlarına karşı her zaman kuşkulu yaklaştı:

-Suçlu, yalancı, dolandırıcı olabilirsin!

Bunu hiç sıkılmadan yaptı. Mesela bir devlet dairesini gittiğinizde kendinizi tanıtmak için nüfus kağıdınızı çıkartıp gösterdiniz. Ama devlet bu kimliğin size ait olduğuna inanmak için, muhtardan bir belge daha istedi: Nüfus kağıdı sureti!

Simdi bir ölçüde bu durumlar değişmeye başladı.

Ama bu değişim bankalara kadar inmedi.

Geçenlerde cüzdanımı düşürdüm, bütün kimlikler, banka kartları gitti. Şimdi sırayla teker teker çile çeke çeke bunların yenilerini alıyorum.

Birinci sıraya Finansbank’ı koyuyorum, başvurudan üç gün sonra kredi kartımı işyerime gönderdi, ofis görevlisi arkadaşıma teslim etti.

En alt sırada ise Halkbank var. Tam bir eski devlet bankası anlayışıyla insanı delirtmek için her şeyi yaptılar. Yaklaşık 10 yıldır emekli maaşımı aldığım banka, benim basın kartımı inceledi ve ATM kartı için şöyle dedi:

-Size veremeyiz!

Yanımda başka banka kartları var, onları gösteriyorum:

-Bakın ben Nazım Alpman’ım! Ayrıca şuradan bir arama motoruna girin tarama yapın, benim Nazım Alpman olduğumu şıp diye anlayacaksınız!

Benim 1000 liralık emekli maaşımı bana karşı korumak için ellerinden geleni yaptılar. İlle de nüfus kağıdı diye tutturdular. Çalındı ablacığım, anlamıyor musunuz?

Oysa banka arşivinde bir nüfus kağıdı fotokopisi de var. İlgilenmiyorlar.

En sonunda aklıma pasaportum geldi, bu sefer teslim oldular!!!

ATM kartımı verdiler.

Oysa Halkbank 2000’lerin başında büyük bir eğitim programıyla personelinde anlayış değişikliği yaptı: Artık devlet memuru değil, bankacı olacaksınız. Vatandaşa çile çektirmeyip hizmet vereceksiniz!

Anladım ki bu değişim dalgası bizim Suadiye’ye henüz gelmemiş!