Bilindiği üzere 3 Mart 1924’teki düzenlemeler, Maarif Vekâletinin denetimi dışında eğitim veren sıbyan mekteplerinin ve medreselerin kapatılmasının yolunu açmıştır. Böylece eğitim kurumları arasındaki medrese-mektep, dinsel olan-dinsel olmayan biçimindeki ikilik ortadan kalkmıştır.

100. yılında Tevhid-i Tedrisat ve laik eğitim üzerine

Nejla Doğan - Eğitimci, Yazar

100 yıl önce bugün halifeliğin kaldırılması, Şeriyye ve Evkaf Vekâletinin kapatılması ve Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun kabulü, laik devletin inşasındaki ilk önemli yasal düzenlemelerdi. Bu adımlar laik bilimsel eğitimin de yolunu açmış; siyasal alandaki dönüşüm, eğitimin yaratacağı sosyal dönüşümle bütünleştirilmek istenmişti. Bu bağlamda cumhuriyetin kendi siyasi varlığını laik eğitime bağladığını söylemek iddialı olmayacaktır. 

Çünkü kurucu kadro için eğitim, cumhuriyet fikrini sivilleştirecek; yani cumhuriyet rejimiyle ilişkilenen değerleri topluma kazandıracak ilerici bir güç olarak görülmüştür; ki bu sadece Türkiye’ye özgü bir olgu değildir. Diğer modernleşme deneyimlerinde de eğitime yüklenen anlam benzerdir. Bu nedenle “cumhuriyet”in varlığının tartışmalı hale geldiği bugünlerde en çok saldırının eğitime yapılması tesadüf değildir. 

Nitekim bugün eğitimde yapılan her bir değişiklik, karşıdevrimci siyasetin “karşı sosyal devrim”i yapılandırmasına yöneliktir. Medreselerin, sıbyan mekteplerinin, hafızlık okullarının, imam hatiplerin, Diyanet kurslarının, dinselleştirilmiş müfredatın, tarikat faaliyetlerinin, karma eğitim tartışmasının nihayetinde şeriat rejiminin ihtiyaç duyduğu toplumsal tabanı genişletmeye yönelik olduğu açıktır. Bu nedenle 100. yılında fiilen yok edilmiş laik eğitimin ve Tevhid-i Tedrisat’ın ne anlam ifade ettiğini yeniden düşünmek önemli görünüyor. 

*** 

Bilindiği üzere 3 Mart 1924’teki düzenlemeler, Maarif Vekâletinin denetimi dışında eğitim veren sıbyan mekteplerinin ve medreselerin kapatılmasının yolunu açmıştır. Böylece eğitim kurumları arasındaki medrese-mektep, dinsel olan-dinsel olmayan biçimindeki ikilik ortadan kalkmıştır. 

Peki, bununla nasıl bir toplumsal dönüşüm amaçlanmıştır? 

Elbette cumhuriyet fikri öncelikle teokratik monarşiye karşı halk egemenliğinden, ilerlemeden, aydınlanmadan yana bir politik tercihi yansıtmaktadır. Dolayısıyla eğitimin amaçlarının da bu normlar çerçevesinde düzenlenmesini gerektirmektedir. Bu bağlamda eğitime yüklenen ilk amacın, halk egemenliğinin gerektirdiği özneleşmiş bireylerin; yani kendi kaderine sahip çıkan, hak ve sorumluluklarının bilincinde aydın yurttaşların yetiştirilmesi olduğu söylenebilir. Somutta bunun ne kadar başarıldığı tartışılabilir olsa da medreselerin kapatılması, demokrasiyi, yurttaşlığı, kadın-erkek eşitliğini, ilerlemeyi, özgürleşmeyi reddeden; kişinin aklını ve iradesini vesayet altına alıp biat kültürünü yaygınlaştıran bir eğitime son verilmesi anlamına gelmektedir. 

Diğer yandan Tevhid-i Tedrisat’ın gerekçesinde belirtildiği üzere, mektep-medrese ayrımının doğurduğu önemli sorunlardan biri de toplumda birbiriyle uzlaşmaz iki farklı insan tipi yaratmasıdır. Çünkü mekteplerde modern bilimler esas alınırken, medreselerde Ortaçağ bilgi sistemi okutulmaya devam etmiştir. Buna tekkelerde öğretilen hurafeler de eklenince, bu çoklu yapı ne fikirsel ne de duygusal olarak yan yana gelebilen, sürekli çatışan insanlar yaratmıştır. Bu durum, Kurtuluş Savaşı’nın aynı zamanda bir iç savaş olarak tezahür etmesine de neden olmuştur. 

Oysa halk egemenliğini hedefleyen bir rejimin kendini var etmesi, “ortak iyi”de, “ortak yarar”da birleşen yurttaşlar topluluğuna bağlıdır. Bu nedenle öğretim birliğinin sağlanmasını, cumhuriyet değerlerinde ortaklaşmış bir aklın yaratılması bağlamında da düşünmek gerekir. Nitekim bugüne baktığımızda, eğitim kurumlarının dinsel-dinsel olmayan şeklinde yeniden ayrışmış olması, bu ortaklaşmaları gittikçe zayıflatırken, ne yazık ki gelecekteki olası iç çatışmalara dair öngörüleri de güçlendirmektedir. “Dindar ve kindar nesil” söylemi tam da bu zemini beslemektedir. 

*** 

Öğretimin laiklik ekseninde birleştirilmesi, bilimsel eğitimin tüm yurttaşlara eşit bir hak olarak ulaştırılması açısından da önemlidir. Ne kadar başarıldığı elbette yine tartışılabilir. Ancak buna yönelik istek ve iradenin oldukça realist nedenlere dayandığı açıktır. Emperyalizme karşı savaşan diğer bağımsızlıkçı hareketlerde olduğu gibi, erken Cumhuriyet dönemi modernleşmesinin temel referansı da geri kalmışlıktan, sömürge olmaktan kurtulmaktır. Dünya toplumlarının “ezen” ve “ezilen” şeklinde ayrıştığı tarihsel koşullarda, bilimsel eğitim ekonomik esaretten kurtulmanın, kültürel ve ekonomik kalkınmanın en önemli ayağı olarak görülmüş; çağdaş dünyada var olabilmenin zorunlu koşulu olarak düşünülmüştür. 

Bu nedenle eğitim süreçleri, her ilerici adımın karşısında duran ulema sınıfının tahakkümünden özgürleştirilmek istenmiştir. Böylece Sünni İslam’ı referans alan medrese eğitiminin yerine, tüm inançlara mesafeli bir eğitim konulmuştur; ki bu, eşit yurttaşlık ilkesinin hayata geçirilmesi açısından da kritik önemdedir. Eşit yurttaşlığın önemli bir boyutu da kadın-erkek eşitliğidir. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin temeli olan karma eğitimin gerçek anlamda uygulanabilmesi de “tek cinsiyetli” eğitim yapan medrese vb kurumların kapatılmasıyla olanaklı hale gelmiştir. 

*** 

Bu dönüşüm süreci gösteriyor ki, kuruluş yıllarındaki laik eğitim hamlesi, Türkiye’nin tamamlanamamış modernleşme projesinin omurgası niteliğindedir. Dönemin eğitim reformlarının liberal İslamcı müdahaleye uğramadan daha ilerici, kapsayıcı ve demokratik adımlarla günümüze kadar sürdürülebildiği bir tarih kurgusunda, bugünün toplumsallaşmasının nasıl olacağına dair bir akıl yürütme ise, içinde bulunduğumuz durumu değerlendirmek açısından anlamlı bir çerçeve sunmaktadır. 

Ancak bu çerçeve geçmişe yönelik nostaljik bir özlemi değil, bugün için ilerici ve adil bir yaşamın örgütlenmesine duyulan özlemi somut bir mücadeleye dönüştürebildiğinde anlamlıdır. Kadınlar, çocuklar, gençler, emekçiler için laikliğin ne kadar yaşamsal olduğunu gördüğümüz şu günlerde; bağımsızlığın, emperyalizme karşı mücadelenin, yönetsel çürümüşlüğe son vermenin, toplumsal bölüşümde adaleti sağlamanın yolunun da aydınlanmış yurttaşlar yetiştiren laik eğitimden geçtiği açıktır. Bugünün cehaleti yayan eğitim politikaları böylesi bir uyanışı engellemek içindir. Bunu biliyoruz ve bununla mücadele edeceğiz.