“Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir.” Mustafa Kemal’den başka bunu söyleyen general dünyada yoktur. Savaşın kutsal bir şey olduğunu anlatırlar, insanları vatan için ölmeye hazırlarlar ama barışın kutsal olduğunu söyleyen bir generale rastlanmaz.

30 Ağustos’un önemi

Zülfü Livaneli - Sanatçı, Yazar, Müzisyen

Geçtiğimiz günlerde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı kutladık. Elbette böyle bir günü, böyle bir zaferi duyguyla da anmak; bağımsızlık, antiemperyalizm gibi değerler aynı zamanda derin duygulara karşılık gelir. Ama konunun düşünsel yönünü ihmal edemeyiz. Anarken, doğru açıdan bakıp meseleyi anlamak da gerekiyor. 

Birçok uygar ülkenin milli günü var, milli bayramı var. Böyle ulusal günlerin kutlanmasının elbette güzel yönleri var. Hele böyle, toplumun varlığını korumakla ilgili, yok edilmeye karşı direnen bir mücadeleyle ilgili ulusal güne, sadece toplumun bir kısmının sahip çıkması, bir kısmının kutlamaması normal bir durum değil. Böyle günlerde bütün toplumlar, parti çıkarlarına takılmadan bir araya gelir. Aksi halde, ulus duygusu açısından kaygı verici bir durum var demektir. 

Hatırlayalım; Kurtuluş Savaşı’nın son aşamasından önce, Yunan Ordusu Polatlı’ya kadar gelmişti. Top sesleri Ankara’dan duyuluyordu ve Meclis’in Kayseri’ye nakledilmesi görüşülüyordu. Hatta Mareşal Fevzi Çakmak bunu gizli oturumda kürsüde açıklamıştı. Daktilolar ve birtakım evrak Kayseri’ye nakledilmeye başlanmıştı bile. Şimdi düşünün, eğer bu Büyük Taarruz gerçekleşmeseydi, 30 Ağustos Zaferi gerçekleşmeseydi ne olacaktı? Ankara terk edilecekti. Daha sonra Yunan birlikleri Kayseri’ye yürüyeceklerdi. Çünkü İngiltere arkalarındaydı. 

Bazıları, yeni ve ufak bir devletin ordusuyla savaşıldı diye küçümsemeye çalışıyor. Oysa Yunan askerleri sadece kendi ülkelerinin imkânlarıyla hareket etmiyordu. Dünya emperyalizminin silahlı gücü olarak Anadolu’da bulunuyordu. Hatta Kuva-yi Milliye, işgalci birlikleriyle savaştığı kadar, içerideki Hilafetçi ve mandacı güçlerle de savaştı. 

Eğer bu zafer olmasaydı ne şu anki Meclis olacaktı ne bugünkü siyasi partiler, ne de daha sonra doğmuş ve siyasete girmiş insanlar yükselme fırsatı bulacaktı. Dolayısıyla 30 Ağustos, Türkiye’de yaşayan herkesin, her bireyin bayramı olmalıdır, zaferi olmalıdır. Çünkü varlık, yokluk kavgasıdır. 

Mustafa Kemal’in dehası bu işte başrolü oynadı ama halkın da büyük fedakârlığı görmezden gelinemez. On yıllardır süren savaşlarda, çeşitli cephelerde büyük kayıplar, acılar yaşamış, her anlamda çok yorulmuş insanların öylesine bir bilinçle yeniden canlanması, sadece askerî bir liderlikle mümkün olamazdı. Mustafa Kemal gibi bir dâhi, döneminin çok büyük bir entelektüeli gerekiyordu bunun için. 

2010 yılında çektiğimiz Veda filminde Mustafa Kemal’in köylü bir yurttaşla konuştuğu sahnede de bu konuyu öne çıkarmak istemiştim. “Paşam, benim tarla burası, düşman bu sınıra gelene kadar kıpırdamam ben” diyor. Çünkü harplerde 10 yıl boyunca mahvolmuş bir halk var ortada. Evlat kalmamış, çoluk çocuk kalmamış. Böyle bir dönemde kazanılmış bir zaferin önemini herkesin anlaması lazım. 

Birçok insanın imkânsız bulduğu büyük hedefler uğruna mücadele ederken, bir yandan alabildiğine gerçekçi tavırlar sergilediğine en önemli örneklerden biri, Selanik’i kurtarma hayallerine kapılmamış olmasıdır. 

İzmir’in kurtuluşundan sonra, annesi dahil, çevresindekiler “Hadi paşam, yürüyelim Selanik’i alalım.” diye heyecanlanıyorlar. Gazi, “Hayır, savaş bitmiştir. Burada bitti bu iş” diyordu. “Artık içeride kalkınma ve uygarlaşma savaşına başlıyoruz.” Daha önceki ittihatçıların, Enver Paşaların maceraperestliğinden sonra böyle bir akıl, ülke için büyük bir şanstı. 

Ayrıca, kendini kanıtlamış büyük bir asker olarak söylediği savaş karşıtı sözler de çok önemli. “Eğer vatan savunması için şart değilse her savaş bir cinayettir.” Mustafa Kemal’den başka bunu söyleyen başka general dünyada yoktur. Savaşın kutsal bir şey olduğunu anlatırlar, insanları vatan için ölmeye hazırlarlar ama barışın kutsal olduğunu söyleyen bir generale rastlanmaz. 

Kurtuluş Savaşı günleri de dahil, her dönemde Atatürk’e karşı olan kişiler ve kesimler yaşadı bu memlekette. Hâlâ da yaşıyorlar. Sanırım bu karşıtlığın en yoğunlaştığı, Atatürk düşmanlığının en yaygınlaştı dönem 1990’lardı. O zamanlardaki yazılarımda da, Gazi Kemal’in, bu toplum için bir kilit taşı niteliğinde olduğunu anlatıyordum. Camilerin ve büyük kubbeli yapıların kilit taşı vardır; onu yerinden çekerseniz kubbe yıkılır; Atatürk de bu ulusun öyle bir değeridir. Değişik halklardan bir ulus oluşturan insan. 

Atatürk’e yönelik saldırılar, 2000’li yıllarda da devam etti tabii. Günümüzde de biraz sinsileşmiş biçimde devam ediyor. Daha da artabilir, biçim değiştirebilir, ancak bir yandan toplumumuzdaki o kilit taşı duygusu güçleniyor. Halkın gönlündeki sevgi büyüyerek devam ediyor. Hepinizin 30 Ağustos Bayramı’nızı kutluyorum