Sollentuna Sosyal Demokratlar Birliği’nin daveti üzerine geçen hafta Brüksel’deydim...

Sollentuna Sosyal Demokratlar Birliği’nin daveti üzerine geçen hafta Brüksel’deydim. Birlik Sekreteri Mona-Lisa Vagasy, Ove Ivarsson ve Birlik Başkanı Sefa Gürsoy, Stockholm’ün Sollentuna bölgesinde inanılmaz bir işe imza attı. Bölgede yaşayan çokuluslu 22 kişilik bir kadın grubu oluşturmuşlar. ‘Avrupa Birliği ve Kadın’ üzerine 3 aylık bir eğitim programından geçen kadınlar, çalışmanın son ayağı olarak Brüksel’de, temmuzda AB Dönem Başkanlığı’na hazırlanan İsveçli siyasetçileri, parlamentoyu ve komisyonları ziyaret etti.

Aralarında İsveçli, Türk, Senegalli, Şilili, Bolivyalı ve Avustralyalı kadınların bulunduğu bu çokuluslu kadın topluluğu, 3 günlük çok sıkı hazırlanmış bir program dahilinde Brüksel’de ‘Kadın ve AB’ adına muhataplarına sorulmadık soru bırakmadı. Bu kadın grubuna bir son dakika davetiyle katıldım. Grubun içindeki üç Türk kadın Adalet, Turna ve Birgül hanımlar, benden çok çok daha iyi olan İsveççeleriyle hem grupla anlaşmamda bana yardımcı oldu hem de Brüksel’de kaybolma riskimi önlemek için bana kol kanat gerdi.

NE ÇİKOLATA NE BİRA
Brüksel, artık ne çikolatasıyla ne de birasıyla Avrupa’nın gözbebeği. Bir bardak bira, bir fincan kahveden daha ucuz ama Brüksel’de asıl ilgiyi AB komisyonları ve parlamento binası çekiyor. Komisyon çalışmalarının yürütüldüğü binayla parlamentoyu bizim gibi pek çok grup aynı gün içinde ziyaret etti. Avrupa Birliği üyesi ülkelerden ya da AB’yle görüşmeleri süren ülkelerden gelen grupların, öğrencilerin akın akın ziyaretine uğruyor binalar. Durum böyle olunca dantel işlemelerini turistlere satmaya çalışan küçük turistik dükkânlardan çok, AB Parlamentosu’nun içindeki hediyelik eşya dükkânları iş yapıyor. Üzerinde AB bayrağının resmi olan fincanlar, flamalar, AB tişörtü giydirilmiş irili ufaklı oyuncak ayılar kendine büyük bir alıcı kitlesi buluyor.

Belçikalılar, çoktan Fransızca konuşalım inadını bir kenara bırakmış. Hemen hemen bütün levhalar üç ayrı dilde hazırlanmış. Kullanılan dillerden biri de İngilizce. Kimse kimseye ben İngilizce bilmiyorum, Fransızcan varsa konuşalım numarası çekmiyor. Avrupa Birliği’ne katılma konusunda hangi Avrupa ülkesinin bu işten ne kadar kârlı çıktığı, havuzdaki paradan kime ne kadar aktarıldığı bir yana Brüksel’in AB’nin merkezi olmasıyla çehresinin değiştiği çok açık.

‘AFRİKA’YI SEVİYORUZ!’
Programın yoğunluğundan Brüksel’de sadece bir müzeyi gezebildik. Afrika Müzesi inanılmaz gösterişliydi. Sanıyorum Afrika’da böylesine geniş ve güzel bir bahçe düzeniyle süslenmiş böylesine büyük ve ihtişamlı bir bina yoktur. Belçika’da baharı tam yakalayamadık ama yine de çiçek bahçeleri, çiçeksiz bile güzeldi. Müzeyi gezerken Avrupa uygarlıklarının sömürgeci yanını bir kez daha gördük. Belçika, Afrika’daki sömürgelerini sadece öylesine kullanmamış, her şeyiyle soymuş. Afrika kültürünü temsil eden müzik aletlerini, kapları, kaçakları, birer örnek yerleştirilmiş elmasları, madenleri geçiyorum. Müzede derisi yüzülüp özel bir yöntemle içi doldurulan fil, zürafa, aslan ve sayısını kestiremeyeceğim kadar çeşitli hayvan vardı.

Sömürgecilik döneminde, ne var, ne yok çalıp çalıp Avrupa’ya taşıma durumunun en iyi örneği bu müze olsa gerek. Müzeyi bizimle birlikte gezen Belçikalı minik ilköğretim öğrencilerinin üzerine giydirilmiş, Afrika’yı seviyoruz tişörtleri durumla oldukça tezat oluşturuyordu. Müzenin giriş ücretinin bir kısmı da Afrikalı çocuklara sağlık ve eğitim hizmeti sunan fonlara ayrılıyormuş. Hiçbir müze kapısı çalınan bunca şeyi geri verebilecek gibi gelmedi bana.

Belçika yolculuğunun en ilginç olayını dönüş yolculumuz sırasında havalimanı güzergâhı üzerinde yaşadım. Ekip liderimiz, bir ara otobüsteki mikrofonu eline alıp yol güzergâhı üzerindeki NATO merkezini gösterince ekipteki kadınların arasından NATO’yu yuhalama sesleri yükseldi. İsveç’te yaşayan çokuluslu sosyal demokrat kadınların bir kısmı, AB’yi sevdiler ama NATO’ya pek de sıcak bakmadı.