ABD ve AB’nin İsrail’e kayıtsız destek sunarak suça ortak olması, emperyalizmin teşhirini kolaylaştırıyor, Biden’ın demokrasi ve insan hakları vaat eden Uluslararası Liberal Düzen tasarımının inandırıcılığını iyice kaybettiriyor.

ABD’nin yeni oyun planı ve Filistin
ABD Başkanı Biden ve İsrail Başbakanı Netenyahu (Fotoğraf: AA)

Türkiye toplumunda İsrail’in sivilleri hedef alan katliamlarını kınama, Filistin halkına sahip çıkma konusunda bir ortaklık var. Ancak bizler insani, vicdani, hukuki ve tarihi gerekçelerle, Hamas’a rağmen Filistinlilerin yanında oluyoruz. AKP ve tüm İslamcılar ise Hamas’ın hatırına, sırf Müslüman oldukları için (aralarında Hıristiyanlar da bulunmasına karşın…) destek veriyorlar. O destek de, İsrail ile askeri anlaşmalar orta yerde dururken, mitinglerde hamasi nutuklarla esip gürlemek biçiminde ortaya çıkıyor.

İsrail’in 75 yıl öncesinden başlayan işgali giderek Filistin topraklarını ilhaka doğru ilerliyor. Nihai hedefin, halkı anayurtlarından kopararak Mısır ve Ürdün’e sürmek olduğu anlaşılıyor. Evet, Hamas’ın üç hafta önce sivillere yönelik gerçekleştirdiği saldırıyı kınadık, tanık olduğumuz görüntülerden hâlâ da ürperiyoruz. Ancak İsrail’in faşist yönetiminin büyük bir gaddarlıkla sürdürdüğü operasyonlar her gün, her an vicdanımızı sızlatıyor. Üstelik bu vahşetin başta ABD ile Batı dünyasının onayıyla ve desteğiyle gerçekleşmesi öfkemizi daha da artırıyor.

Tabii ki Hamas’ın yöntemlerini ve din temelli fikriyatını benimsemiyoruz. Ama Hamas olgusunun, Batı Şeria’da egemen, şiddeti reddeden ılımlı Filistin yönetiminin yarattığı hayal kırıklığına tepki olarak yükseldiğini de biliyoruz. 30 yıl önce Oslo Anlaşmalarıyla İsrail devletini tanımaları, barış imzalamaları bir sonuç vermediği gibi, İsrailli yerleşimcilerin (daha doğru bir ifadeyle işgalcilerin) sayısı giderek arttı, Filistin halkına yönelik şiddet bir türlü durmadı. İşte bu umutsuzluk, karamsarlık ve çaresizlik dolayısıyla Hamas güçlendi. Zaman zaman, tarafsız Filistinlilerin bile yüreğini soğutan eylemlere imza attı.

EMPERYALİZM SUÇA ORTAK

ABD ve AB’nin İsrail’e kayıtsız şartsız destek sunarak, silah ikmalinde bulunarak bu suça ortak olması, aslında emperyalizmin teşhirini kolaylaştırıyor, Biden’ın demokrasi, insan hakları ve özgürlükler vaat eden Uluslararası Liberal Düzen tasarımının inandırıcılığını iyice kaybetmesini sağlıyor.

Rusya’nın Ukrayna işgalini kınayarak oraya askeri güç yığma, NATO’yu genişletme planınızın meşruiyeti başka bir işgale göz yummanızla iyice zayıflar.  Zaten ABD’nin Irak ve Afganistan işgallerinin hatıraları daha tazeyken, Ukrayna üzerinden geniş bir koalisyon oluşturma çabaları başarısızlığa uğramıştı. Hindistan, Suudi Arabistan, BAE gibi elde var bir kabul edilen ülkeleri bile cepheye kazanmak mümkün olmamıştı. Rusya’ya yaptırımlar konusunda da saflara dizilen ülkeler ABD-AB dışında Atlantik İttifakı’nın organik üyeleri Kanada, Avustralya, İsviçre, Yeni Zelanda, Tayvan, Singapur ve Güney Kore ile sınırlı kalmıştı.

İsrail Başbakanı Netanyahu sürekli zafere yakın olduklarını söylüyor. ABD Başkanı Biden, İngiltere Başbakanı Sunak, Fransa Cumhurbaşkanı Macron gibi figürler de gönüllerinin İsrail’in kazanmasından yana olduğunu ilan ediyorlar. Hâlbuki belki daha çok çocuğu öldürebilirsiniz, tüm Gazze’yi işgal edebilirsiniz, taş üstünde taş bırakmayabilirsiniz ama bu savaşı asla kazanamazsınız. Hamas, yöntemleri yanlış olsa da bu direniş ruhundan doğmuş bir harekettir. Yarın yeni mücadele biçimleri doğar. Hatta 7 Ekim saldırısı benzeri terör eylemlerini doğru ve meşru gören bir anlayış egemen olur.

Bu gerçek Biden ve şürekâsı tarafından kavranamasa da İsrail’de yayımlanan Haaretz gazetesinde pekâlâ karşılık buluyor. Ülkede Netanyahu’nun başını çektiği faşist koalisyona muhalif yurttaşlar ile Amerika dâhil tüm dünyadaki Yahudiler barıştan yana tavır koyuyorlar. Hatta İran ve Lübnan Hizbullahı’nın da hem saldırının arkasında kendilerinin olmadığını kanıtlamak, hem de Netanyahu rejiminin iyice teşhir olmasını sağlamak için itidalli davrandıkları söylenebilir.

SULLIVAN’IN STRATEJİ METNİ

Gazze’de vahşet sürerken Biden’ın ulusal güvenlik danışmanı Jake Sullivan’ın Washingthon’da etkili düşünce kuruluşu Council on Foreign Relations’ın yayın organı Foreign Affairs’te uzun bir makalesi yayımlandı.

Sullivan ABD emperyalizminin stratejilerini belirleyen ekibin sözcüsü kabul ediliyor. Gerçi makalenin 2 Ekim’de paylaşılan ilk versiyonunda, “Ortadoğu on yıllardır görülmedik ölçüde sessiz” ifadesine yer vermiş, sonra da bilindiği gibi ok yaydan çıkmıştı. Metinde iki devletli çözümü savunduklarını, Filistin halkının onuruna ve kendi kaderini tayin hakkına sahip çıktıklarını öne sürse de, İsrail’in tüm vahşetine yeşil ışık yakınca bu laflar havada kalıyor. Yine de önümüzdeki dönem Atlantik İttifakı’nın yol haritasını okumak açısından Sullivan’ın makalesinin kilit önem taşıdığı söylenebilir.

Sullivan’ın “Amerikan Gücünün Kaynakları” metninde öncelikle emperyalizmin ekonomik egemenliği sağlama, kritik doğal kaynakları kontrol etme amacıyla; uluslar arasındaki jeopolitik rekabette ağırlığını hissettirme hedefinin nasıl iç içe geçtiğini bir kez daha gözlemliyoruz.

Sullivan yazısına ABD’nin nüfusu, bereketli kaynakları, askeri teknolojisiyle ne kadar güçlü olduğunu vurgulayarak, geleceğe umutla bakılmasını öğütleyerek giriyor. Ama bu karşılıklı bağımlılık çağının yol açtığı rekabet ortamına uygun bir dış politika tasarlanmasının önemi üzerinde duruyor. “90’larda Soğuk Savaş sonrası dönemin tek hâkimi olduğumuz günlerin geride kaldığını da kabul etmeliyiz” diyor.

Özellikle Rusya’nın Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgali ve Çin’in Güney Çin Denizi’nde ve Tayvan Boğazı’ndaki atılganlığı karşısında ABD dış politikasını modernize etme projesinin gereğini vurguluyor. “Ülkenin geleceği jeopolitik rekabette avantajlarını koruyabilmekten ve iklim değişikliği, küresel sağlık ve gıda güvenliği ile kapsayıcı büyüme konularında öncü rol oynayabilmekten geçer” saptamasını yapıyor.

Bidenomics diye adlandırdığı, Altyapı Yatırımları ve İstihdam Yasası, CHIPS ve Bilim Yasası ve Enflasyonu Azaltma Yasası ile karşılık bulan, özünde kamu yatırımlarını artırmak, bu yolla yapay zekâ, kuantum hesaplaması, biyoteknoloji, temiz enerji ve yarı iletkenlerde öne çıkmak amaçlı ekonomik yaklaşımı açıklıyor. Bu Keynesci veya askeri Keynesci denebilecek uygulamalar açıkçası Amerika’da birtakım sol çevrelerin de aklını çeliyor. Bidenomics’in ilerici yönüne yönelik tartışmaları tetikliyor.

Görevi devraldıklarında savunma sanayisinin de hâlâ en güçlü olsa da, yetersiz yatırım, yaşlanan işgücü ve tedarik zincirlerindeki aksamalar nedeniyle potansiyelinin altına düştüğünü, bu konuya da hassasiyetle eğildiklerini söylüyor.

ABD’nin dış politikada ittifaklarını ve ortaklıklarını geliştirdiklerinin, Finlandiya’yı saflara katarak, yakında İsveç’i de kapsayarak NATO’yu genişlettiklerinin altını çiziyor. Asya’da da Japonya ve Güney Kore’yi içeren üçlü işbirliğini geliştirdiklerini; AUKUS ile Birleşik Krallık ve Avustralya ile askeri işbirliğini derinleştirdiklerini, Filipinler ve Vietnam ile stratejik ortaklığa yöneldiklerini, Quad ile Avustralya, Japonya ve Hindistan ile kapsamlı bir bölgesel işbirliğine imza attıklarını bir bir sıralıyor.

Avrupa’yı da hem Pasifik’te Çin’e karşı daha aktif bir politika izleyerek, hem de askeri konularda elini cebine atmasını sağlayarak mindere çektiklerini kıvançla dile getiriyor.

Çin’in her hamlesine bir karşı hamleyle cevap vermek gerektiğini, Kuşak ve Yol İnisiyatifi’ne karşı yüz milyarlarca dolar dökerek G-7 Küresel Altyapı ve Yatırım Ortaklığı’nı hayata geçirdiklerini vurguluyor. Dünya Bankası ve IMF’yi de yeni bir makyajla, “gelişmekte olan ülkelere yardım ediyoruz” mesajıyla ABD’nin çıkarları doğrultusunda yeniden seferber etme planlarını açıklıyor.

Afganistan’dan kaynakları daha verimli kullanmak için çekildiklerini, bu sayede Ukrayna’ya odaklanabildikleri mazeretini gündeme getiriyor. Çin ile aralarındaki küresel hegemonya mücadelesine gelince, Soğuk Savaş’tan farklı olarak iki ülkenin ekonomik anlamda karşılıklı bağımlılığını hatırlatıyor. Bu nedenle sıfır-toplamlı olmayan küresel bir yarışmanın söz konusu olduğu saptamasını yapıyor.

Sonra da, Çin’in gerçekten küçümsenemeyecek ciddi bir rakip olduğunu kabullendikten sonra, onun için “gerekirse serbest ticaret ilkelerini filan rafa kaldırıp önünü keseceğiz” imasında bulunuyor. “İşimize geldiğinde de, Çin’in İran ve Suudi Arabistan’ı yaklaştırması benzeri hamlelerine de karşı çıkmayız” diyor. İnsanlığa karşı tehditler söz konusu olduğunda yapay zekâ gibi konularda büyük güçler sıfatıyla işbirliği yapılabileceğini söylüyor.

Makalenin sonunda, Sovyetler Birliği’ni kuşatmayı amaçlayan birinci aşama, Soğuk Savaş’ın bitişiyle ABD’nin rakipsiz olduğu ikinci aşamadan sonra, yine bir jeopolitik rekabetin öne çıktığı (siz buna Çin’in yükselişi ve tehdit oluşturması da diyebilirsiniz) bir döneme girildiğini ilan ediyor (Jake Sullivan, The Sources of American Power, Foreign Affairs November / December 2023).

Özetle Sullivan güç ve zor mekanizmalarının yanında ideolojik kanallarla ikna ve rıza araçlarını da içeren çok kapsamlı bir küresel stratejiyi, bir anlamda Biden’ın ikince kez seçilmesi halinde uygulanacak emperyalizmin yol haritasını ortaya koyuyor. Ancak Filistin konusundaki İsrail saldırganlığından yana tutumu, dünya halklarından bu zulme karşı yükselen tepkiler ABD’nin inandırıcılığını iyice yitireceğine, bu stratejinin karşılık bulmayabileceğine işaret ediyor.