İletişim kanallarının çoğalmasının zihinleri açacağı yerde kapalı birer kutuya dönüştürmesi şaşırtıcı geliyor önce, ama bu kadar uyaranın ve bilginin aktığı bir yerde doğal bir sonuç gibi de görünüyor. Bauman ile Obirek‘in ‘Dünyaya ve Kendimize Dair‘ kitabında vardı, zihin kapandığında kaygı üretir ve kişi bu kaygıdan kurtulmak için başkalarına yönelir. Ama bu yönelme, kapalı bir zihinle olduğunda başkalarıyla ilişkisi manipüle ederek boyunduruk altına alma şeklinde işler. Bugünlerde çokça konuşulan bir Netflix dizisi ‘Baby Reindeer‘ böylesi bir kapalı zihin hikâyesi. Diyaloğa açık olmak, yani açık bir zihin, demogoji ve manipülasyonun karşısında yer alır. Sanırım bugün en çok açık zihinlere ihtiyacımız var. Eğer zihnimizi açabilirsek, bütün o kaygılarla baş etmek de kolaylaşır.

ŞİKÂYET

Zihni kapatan şeyler üzerine düşünürken, ‘‘kurban psikolojisi“nin ciddi düzeyde yaygın olduğu gerçeği çıkıyor karşımıza. Farklı düzeylerde işleyen bir psikoloji. Örneğin sürekli şikâyet etmek de bu psikolojinin ürünü, kadercilik de, kendine acımak da, kurtarıcılığa soyunmak da, insanlara, topluma, siyasete küsmek de... Kaygıya ve olumsuzluklara bu dayanıksızlık hali, zihnin kapalı devre çalışmasıyla ilişkili gibi görünüyor. Çünkü çoğu kişi kendisini tek başına hissediyor. Bu tek başınalık, hayatıyla ilgili her olumlu ve olumsuz şeyin sorumlusunun sadece kendisi olduğu düşüncesiyle işler. Bütün sosyal, siyasal, ekonomik vs yük bireye havale edilmiştir.

SAKLI KENDİLİK

Zimberoff, ‘Kurban Tuzağından Kurtulmak‘ adlı kitabında, kişinin "kurban psikolojisi“ne yakalanmasını işlevsel olmayan aileyle açıklıyor. İşlevsel olmayan aileler, çocuğa "kimseye güvenme“ ve "kendin olma“, "hissetme“, "ağlama“ denilerek utanca ve suçluluk duygularına neden olacak telkinlerde bulunur. Aşırı kuralcılık olsa da kurallar belirsizdir. Duyguların güvenilmez olduğu tekrarlanır sürekli. Şimdi bu telkinlere bakınca, sadece aile değil, sosyal medya da, sistem de sanki bu psikosfere göre şekilleniyor gibi gözüküyor. İşlevsel olmayan sadece bazı aileler değil, bütün bir sistem gibi görünüyor. Bu durumda kişi gerçek kendiliğini saklı tutup sahte bir kendilik geliştirmek zorunda kalıyor. Bu da Zimberoff‘un bahsettiği gibi bir ‘kurban üçgeni‘ yaratıyor, kurtarıcı-kurban-zalim arasında gelişen ve üçünün de birbirinin yerine geçebildiği kapalı bir sistem.

BÜYÜK HİKÂYE

Zihnimizi başkalarına, karşılaşmalara açan tek şey, diyalog. J. M. Coetzee ile bir psikoterapist olan Arabella Kurtz‘un diyaloğundan oluşan ‘İyi Hikâye -Hakikat, Kurmaca ve Psikoterapi Üzerine Yazışmalar‘ adlı kitapta Coetzee, tek tek bireylerin sahip olduğu kurmacaların iç içe geçip uyum içerisinde olmasından bahsediyordu. Aslında bireysel hikâyelerimizin nasıl bir büyük hikâyenin içerisinde yer aldığını fark edebilirsek, o zaman diyalog da mümkün hale geliyordu.

Gadamer, diyaloğun farklılıkların ve farklı olmayanların ayırdına varma işine yaradığını inanır. Bu anlamda edebiyatçılar, felsefeciler, siyasetçiler monologçular ve diyalogçular diye ayrılabilir belki. Monologçular, didaktik ve dayatmacıyken, diyalogçular ise özgürlükçü, arayış halinde, öğretirken öğrenen, öğrenirken öğreten, ötekilerle iletişime geçerek ‘oluş’unu hazırlama sürecine giren kişilerdir. Diyalogçu olmak için zihnimizi kapalı devre kutunun içinden çıkarıp hayatın o görünmez bağlarına teslim edebilme cesaretini gösterebilmemiz gerekiyor.