Kuşkusuz bu ayar, yoksulun dar gelirlinin sorunlarını çözecek bir ayar olmayacak. Şimşek, her ne kadar toplumsal refaha öncelik verdiklerini söylese de ondan asıl beklenen, küresel sermayenin taleplerini karşılayacak bir onarım.

AKP’nin önceliği refah değil küresel sermaye

Yusuf Tuna Koç

Tecrübeli gazeteci Çiğdem Toker’le, Mehmet Şimşek dönemiyle başlayan AKP’nin yeni ekonomi politikalarını, muhalefetin seçim mağlubiyeti sonrası ruh halini ve demokrasi sandık ilişkisini konuştuk.

Uzun yıllardır yolsuzlukları, hükümetin ekonomi politikalarını haberleştiriyorsunuz. İktidarın seçim sonrası ilk icraatları da ekonomiye dair; Şimşek'in bakanlığı, faiz politikası gibi bir nevi günah çıkarma hamleleri oldu. Bu hamleleri ülke ekonomisinde yaşanan sorunlara ilişkin çözüm olarak mı yoksa yalnızca Batı’ya göz boyama hamleleri gibi mi gözlemliyorsunuz şu zamana kadar?
Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ekonomide birden çok sorunun iç içe yaşandığı bir dönemde göreve başladı. Nedir o sorunlar? Faiz politikası, herkesin gözünün içine baka baka yanlış uygulanmış. Daha doğrusu talimatla uygulatılmış. Kur Korumalı Mevduat denilen bir icat çıkarılmış ama astarı yüzünden pahalıya çıkmış. Enflasyon tırmanıyor, döviz rezervleri eriyor, bütçe açığı büyüyor. Cari açığın finansmanıyla ilgili problemler var.
Aslına bakarsanız Şimşek’in bu daveti hemen kabul etmeyişi, önce “işlerim var” deyişi uzun ısrarlar sonucu evet demesi, sorunların derinliğini gösteriyor zaten. Ama aynı zamanda Şimşek’in, “şart” diyebileceğimiz birtakım taleplerinin, mecburiyetten de olsa Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul gördüğünü de. 

Neticede Şimşek’ten beklenen öncelikli iş, makro göstergelere yeniden ayar çekmesi. Çünkü iktidar seçimi kazanmış olsa da tepetaklak giden bir ekonominin bu zaferi anlamsız kılacağının farkında. Ayar derken de argo değil gerçek anlamda ayardan bahsediyorum. Yani makroekonomik göstergeleri uluslararası alanda kabul görmüş birtakım kriterlere bir nebze olsun yaklaştırmak. 

YOLSUZLUK İTİRAFI

Kuşkusuz bu ayar, yoksulun dar gelirlinin sorunlarını çözecek bir ayar olmayacak. Şimşek, her ne kadar toplumsal refaha öncelik verdiklerini söylese de ondan asıl beklenen, küresel sermayenin taleplerini karşılayacak bir onarım. Yani Türkiye’nin tırnak içinde yeniden yatırım yapılabilir bir “Pazar” olarak görülmesini sağlayacak düzenlemeler. 

Sonuçta Bakan Şimşek, Türkiye’nin taze döviz girişine çok ihtiyaç duyduğu bir dönemde göreve başladı. Şimşek’in adımlarını IMF’siz IMF programına benzetiyorum.  Yani IMF’ye resmen gitmeden ama onun çizebileceği nitelikte bir çerçeve programın gereği yapmak.
Yolsuzluk meselesini açık açık duymak büyük sürpriz olurdu doğrusu. Bunu şimdilik dolaylı yolla “mali disiplin” genel ifadesiyle, örtülü bir biçimde duymaya başladık.  Ama yolsuzlukların hesabını tam anlamıyla sormadan, soramadan toplumsal refah sağlanması mümkün değil. Bu alanda kısa vadede köklü bir çözümü mümkün görmüyorum. Türkiye’de vergilerin nereye harcandığının sorgulanması ile vatandaşlık arasında kurulan bağ güçlü de değil yaygın da. Bu bağın kurulamaması için de her şey yapılıyor zaten. 

Muhalefet içerisinde seçim sonrası ciddi bir dağılma görüntüsü var. Kılıçdaroğlu üzerinde yaratılan baskı, HDP'nin yerel seçim kararı, İmamoğlu, Özcan ve İyi Parti'nin çıkışları... Yeniden güvenoyu almış bir iktidara karşı mecliste ve yerel seçimlere bir yıl kala muhalefetin bu dağılmadan nasıl bir şekilde çıkacağını düşünüyorsunuz? Öngörüleriniz ya da kaygılarınız var mı?
Muhalefet ama özellikle ana muhalefetin seçmendeki kırılmayı, uzaklaşmayı görebildiğini sanmıyorum. Kendileriyle fazla meşgul görünüyorlar. Ama kırılma derin. Uzaklaşma büyük. İstisnalar bir yana durumun ciddiyetinin pek farkında değilmiş gibi davranıyorlar. 

Aslında normal zamanda kendine dönüp kendinle meşgul olmak bir iç onarıma yönelikse o kadar da kötü bir şey olmayabilir. Ama normal bir dönemde değiliz. Siz milyonlara seslenip iddialı sözler verip o milyonları inandırıp sonuç alamamışsanız, dahası söylediğiniz kadar hazır olmadığınız ortaya çıkmışsa bir şey olmamış gibi davranamazsınız. Milyonlarca seçmenin inancı kırılmışken, kaldığımız yerden devam edelim, yazılı açıklama yapalım, önerge verelim, basın toplantısı yapalım demek olmaz.  Öncelikleriniz bunlarsa pek isabetli değil.

Siz milletvekili seçilmiş, bunun gereğini yaptığınız düşünüyor olabilirsiniz ama devam ettiğinizi sandığınız yer, o seçim öncesi bıraktığınız yer olmuyor artık. İnsanlar yüz üstü bırakıldıklarını düşünüyor, hissediyor. İşin kötüsü, ilk zamanlarda atılması gereken o içtenlikli adımın süresi de geçti. 

MUHALEFETİN BEKLETİCİ SORUNU

Ben bunca yıllık meslek hayatımın hiçbir döneminde, çevremde “haber izlemek dinlemek istemiyorum” diyen insanların bu kadar çok olduğu bir dönemi hatırlamıyorum. Bu tablo, basit bir darılıp gücenmeye pek benzemiyor.

Bu gözlemimi paylaşırken, yapılacak bir şey kalmadı anlamında söylemiyorum tabii ama muhalefetteki aktörlerin, seçmenleriyle arasındaki güven ve inanca dayalı ilişkiyi yeniden kurması zorunlu. Bu meselenin çözümü her şeyin önünde geliyor bence. Hukuk davalarında bekletici sorun diye bir şey vardır. Onun sonucunu görmeden çözmeden asıl sorunu çözemezsiniz, karar veremezsiniz. İçinde bulunduğumuz dönemde, seçmenin kırılan inancını görebilmek ve gereğini yapabilmek buna benziyor. Yerel seçimde başarı sağlamak mı? Önce güven inşası. Bunun için de eksiklerle sorunlarla yüzleşmek gerekiyor.

Seçim döneminde, "Demokrasi yalnızca sandıktan ibaret değildir" diye bir tespitiniz oldu ve bu tespit yandaş medya tarafından manipülatif bir dille saldırı malzemesi haline getirildi. Sandığa sıkışmış siyasete dair fikrinizi, eleştirilerinizi, varsa önerilerinizi sormak istiyorum.

Şimdilerde bilimsel bir alandaki temel kuralları hatırlatmak gerektiğinde kullanılan bir deyim var: Daha çok gençler, “101” diyor. İlk ders anlamına geliyor. Bunu söylerken hafiften dalgalarını da geçiyorlar. İşte bu 101 meselesinin hukuktaki karşılığı, “başlangıç ilkeleri”dir. 
Hukuk Başlangıcı, Ankara Hukuk’taki ilk yılımda birinci sınıfta aldığımız derslerden biriydi. Hocamız, hukuk felsefesi profesörü Adnan Güriz’i anmadan geçemeyeceğim. Akademik birikiminin yanı, sıra insani değerleriyle de iz bırakmış bir kişiliktir çünkü.

“Demokrasi yalnızca sandıktan ibaret değildir” tam olarak bu derste yer alacak nitelikte bir ifadedir. Ve düşünün ki bu Hukuk Başlangıcı dersini benim görüp sınıfı geçmemin üzerinden neredeyse 40 yıl geçmiş.  Saldırılar başladığında, 18 yaşıma geri döndüm. 1- A amfisinde aramızdan birinin bu cümleyi Adnan Güriz hocaya sorduğunu onun da nezaketini bozmadan anlayışlı nazarlarla baktığını hayal ettim. 

Üstelik önü arkası, sağı solu bağlamı olmayan, ansızın dünyaya fırlatılmış bir cümle de değildi o. Seçim gecesi, ikinci tur bittikten sonra Fox’taki yayında konuşurken söylenmiş bir söz öbeğinin içinde yer alan bir cümle. 

“VAHŞİ PAZAR”

İktidar medyası ile sosyal medyada hedef gösterildim, çünkü oralarda her gün kurulup her gün dağılan, ertesi gün yeniden kurulan vahşi bir pazar var. Düzgün habercilik yapmayan yapamayan yaptırılmayan, pazara dönüşmüş o medyanın sık sık yeni avlara ve hedeflere ihtiyacı oluyor. Bu biraz da o pazarın aktörleri ve figüranları açısından, bir çeşit varoluş sebebi. 

Sandığa sıkışmış bir siyaset, bugünün Türkiye’sinin önemli bir gerçekliği. Ama bugünün sorunu değil. Yıllar içinde bu sorun özenle ve bilinçle tasarlanarak hazırlandı. Varlık sebebi siyaseti etkilemek olan sivil toplum çökertildi. Sivil toplumu oluşturan bileşenlerin, iktidara yönelik itirazları, eleştirileri çok uç bir yerlerden kriminalize edildi.

İKTİDARIN GONGOLARI

İktidar tıpkı medyada yaptığı gibi kendisine biat eden bir sivil toplum inşa etti. Kontrol edebildiği dernekler vakıflar iş örgütleri… Sivil toplummuş gibi yapan kuruluşlar.  İngilizce kısaltmasıyla GONGO deniyor hani. (Government Organized Non Governmental Organization) Yani hakiki bir toplumsal ihtiyacın değil de devletin dizaynıyla ortaya çıkmış çıkarılmış sivil toplum. Tek tek isim saymaya gerek yok. İşte bu GONGO’lar hem sivil toplum varmış gibi bir görüntü veriyor uzaktan. Hem de gerçek toplumsal muhalefeti etkisizleştirme, bastırma işlevi görüyor. 

Türkiye’de sivil toplum alanı 1980 darbesiyle zaten büyük hasar görmüştü. AKP iktidarının gayet stratejik bir adımı olarak gördüğüm GONGO inşası, toplumsal muhalefetin önüne dikildi. İktidar, GONGO süreci ile kendi medyasının inşa süreçlerini eş zamanlı ve iç içe yürüttü.  İşte iktidarın bir yandan otoriterleşirken diğer yandan bu süreci kurması, demokrasiyi sandığa sıkıştırdı Kuşkusuz ki bu sıkıştırmada muhalefetin şu ya da bu nedenlerle yeterince inisiyatif kullanmayışının olumsuz payı büyük.