Ali Deniz Uslu: ‘Şiir okuyandan  çok şairimiz var’

BURAK ABATAY

Ali Deniz Uslu, iki deneme kitabından sonra bu kez de Asfalt Yengeci adlı şiir kitabıyla okuruyla buluştu. Uslu, okuru, dili sorgulayan, söz oyunlarına sıkça başvuran ve de sokakla, dünyayla hesaplaşan şiirlerle karşılıyor.

>>Üçüncü kitabını yayımladın. “Girdap Balıkçısı”, “Karganın Duyduğu” ve de son olarak “Asfalt Yengeci”. Bu kez bir şiir kitabı geldi. Şiir, hayatında olan bir şey miydi?
Yazıya, yazmaya dair pek çok şey ya da her şey hayatımda var. Yazarak ve okuyarak büyüyorum. Metinsel bir otostop benim yazma serüvenim. Farklı araçlarla farklı yolculuklara çıkıyorum. Aslında bunu da çok bilinçli olarak yapmıyorum. Sözcükler, metinler istediklere yere götürüyor beni. Şiir bu gidişlerin şimdiki hali. Şiirin narin ve rafine anlatımını seviyorum. Yolu dolandırmıyor, eşikte durmuyor. Kapıyı kırıp geçiyor. Kapı çalma huyu hiç yok! Yalnızca şiire biçilen ağır ve ağdalı üniforma beni sıkıyor. Şiiri kalıplaştırmak, tek tipleştirmek, onu koyu bir bataklığa itiyor. Lojman griliğinde ve müfredat dahilindeki şiirler ve şairler o yüzden pek hayatımda olmadı. Zaten şair olmak ya da edebiyat cehenemnemine katılmak gibi de bir derdim yok. Ben kendi cehennemimdeki yangına odun atıyorum.

>>Okur, “...İradeni cüzdanına sıkıştır/ Kulağını tıka/ Takım elbiseni ütüle...” gibi hesaplaşma içerisinde olan dizelere denk geliyor. Hesaplaşman kiminle ve neyle?
“Alçalarak Yüksel” günümüz dünyasına sert bir gönderme. Bilip de söylemeye çekindiğimiz tüm gerçeklere bir saldırı. “Pürüzsüz bir yavşaklık kuşan/ Şimdi hazırsın alçalarak yükselmeye” diyorum devamında da. Hesaplaşmam ise en çok kendimle, sonra sistemle, dayatılanla, üstümüze dikilmek istenen her türlü üniforma hayatlarla.
Bu topraklarda en çok ıskalanan şeydir kişinin kendiyle ve dayatılanla hesaplaşması. Bazen korkudur bundan kaçmanın nedeni, sıklıkla da bıkkınlık. Ben çemberin çeperlerini kendimce zorluyorum, içine sıkıştığımız bu hastalıklı hücreyi yırtmak gibi bir derdim var. İyi kötü tüm çabalarım da hayata tutunmamı sağlıyor.

>>Şiirinde mizah, görülen başka bir olgu.
İroniyi seviyorum. Tebessümün, kahkahanın gücüne inanıyorum. Bunca kaos başka nasıl çekilebilir? Yazdıklarıma mizahın sızması da okuyucunun bana tahammülünü arttırıyor sanırım. Yazılardaki yoğunluğu bu şekilde hafifletiyorum. Yazmanın farklı formülleri var, yazmayı mesai edininler bunu bilir. Edebiyat ya da özgün ürünler verdiğinizde ise bu formülleri kullanmazsınız. Gemi de kaptan da sizsinizdir bu denizde. Hatta deniz bile olursunuz gerektiğinde. Bu yüzden aşk kadar öfke, umut kadar umutsuzluk, hüzün kadar mutluluk da olmalı metinlerde. Önemli olan dozunu tutturmak ve okuyucu doz aşımına uğratmamak.

ali-deniz-uslu-siir-okuyandan-cok-sairimiz-var-233606-1.

>>Kısa cümleler ve aforizmaları bir teknik olarak mı kullanıyorsun?
Çok disiplinli ve profesyonel bir bakış açısıyla yazmıyorum. Bunlar reklam metinleri ya da slogan değiller. Yazı evrenine salınan denemeler. Asfalt Yengeci’nde yakaladığım dengeyi seviyorum. Gazetecilikten gelen alışkanlıkla da derdimi en hızlı ve net şekilde okuyucuya vermeyi deniyorum. Haber dilinden farkı, sözcüklere kendi anlamlarımı yüklemem. Okuyucu da kendi anlamlarıyla karşılaştırıyor bunları. Yollarımızın kesiştiği de oluyor, birbirimizi kaybettiğimizde.

>>Kapalı olmayan ve imgesellikle mesafeli bir anlatıma sahip olduğun görülüyor.
Açık şekilde imgesel yazıyorum aslında. Sırf derin görünmek için suyu bulandırmamak gerekir. Sığlık günümüz yazınsal dünyasının vebası zaten. Aradaki sınır da fazlasıyla flulaşmış durumda. Ben de az önce söylediğim gibi anlam yüklemeleri yapıyorum. Kimde neye karşılık geleceğini hesap etmiyorum. Bu kulvarda anlaşılmak, çok sevilmek istemek histerik bir durum. Yazar kendi için yazar öncelikle. Kendini kendine deşifre edemez, içindekini çıkaramazsa samimiyetsiz şeyler dökülür kağıda. Türlerarası, türleraşımı bir yerlerde gidip geliyorum. Sanırım bu yolculuk hali bana iyi geliyor. Yazdıklarım da dünyama girmek için birer davet, bu dünyada ne bulacağınız da yalnızca size ilgilendirir.

>>Kitap, “Kusurlu sözcüklerle yamayamazsın hikâyeni” cümlesiyle bitiyor. Sözcükte kusur, hayatın neresinde durur?
Hayatın kendi kusurlu. Biz onu yamamaya, içimizden akanları durdurmaya çalışıyoruz. Tüm dünya sözcüklerden ve cümlelerden ibaret. Bilinçaltımız sözcüklerle beslenmiyor. Sesler, kokular, tatlar, görüntüler var orada. Duyuların kusuru olmaz ama sözcükler telafi edilemez yerlere gider. İşin özü; yazmak post modern bir Tantalos işkencesi. Yaşamayana anlatmak pek kolay değil.

>>“Şiir okunmuyor, şiir satmıyor” tartışmaları edebiyatta hep olan bir tartışma. Sen nasıl bakıyorsun?
Şiir okuyandan çok şairi olan bir coğrafya burası. Edebiyat dünyası denilen şey de futbol medyasından farksız. Edebiyat dergilerinin tuhaf rekabeti, yayınevlerinin çok satacak yazar avları, yazarların omurgasızlığı… Her şeyin satılık, her şeyin pazarlanabilir olduğu bir ortamda şiir okunmasa da olur satmasa da. Diyeceksin “be adam sen niye yazıyorsun?” Elimden başkası gelmediği için yazıyorum. Böyle tutunabildiğim için kendime ve dünyaya, bunca mutsuzluğa, öfkeme karşı umudumu koruyabilmek için… Küfür gibi yazıyorum o yüzden ilk kitaptan bu yana.

>>Ufukta neler var? Bu metinsel yolculukta bundan sonra dümeni nereye kıracaksın?
Asfalt Yengeci durulmamı sağladı, sırtımdaki yükü hafifletti. Şimdi sakin sulardayım. Ama fırtına yine yaklaşıyor! O yüzden huzursuzlanmaya başladım. Yazmanın çağrısıdır bu, sıkıntılıdır. “Geliyorum” der ve gelir. Hazır olup olmamanın önemi yoktur. Ben de dümeni bu sefer açık denizlere kırmak niyetindeyim. Yazmaya başladığım ama nereye varacağını bilmediğim bir romanım var. Belki de sonunu getirmeyi beceremeyeceğim için ortada kalacak. Kim bilir? Göreceğiz.