Kitlesel yok oluşu 66 milyon yıldır hissetmemiş olan Dünya’da, gelecek yok oluştan sonra hangi türün baskın olacağını merak ederek belgeseli bitirdim.

Altıncı kitlesel yok oluşa doğru
Fotoğraf: Netflix

Yaşadığımız dünyanın anlaşılmaz ve karmaşık yönlerini keşfetmemize ve her şeyi bir bütün olarak takdir etmemize yardımcı olan yapımların başında doğa belgeselleri geliyor. İçinde yaşadığımız hayatın kökenlerine inerek yarattığımız ve yok etmek üzere olduğumuz gezegenin gizlerini tarihin tüm aşamalarıyla gözler önüne serebiliyor bu belgeseller. İnsanın kendisini çok küçük hissetmesi için sadece uzaya bakması gerekmez, geçmiş, en geçmişe bakması da aynı etkiyi yaratıyor bana kalırsa. Industrial Light & Magic ortaklığında hayata geçirilen, yapımcıları arasında Steven Spielberg’in bulunduğu ve Morgan Freeman tarafından seslendirilen sinema büyüsüne sahip yeni belgesel “Gezegenimizdeki Yaşam” (Life on Our Earth) tam da bunlardan biri. Son derece çarpıcı film yapımı teknikleriyle, en yeni teknolojik gelişmelerin desteği ile hazırlanmış bu belgesel etkileyici olduğu kadar ürpertici ve en son bölümü ile de oldukça kaygı uyandırıcı.

SEOA’DAN İNSANA

Gezegenimizdeki yaşamın ve evrimin hikâyesini anlatmak için zamanda geriye giderek soyu tükenen yüzde 99 canlı türünün birçoğu ile tanıştırıyor bu belgesel, sekiz bölümü boyunca bizleri. “Yaşamın Kuralları” başlıklı ilk bölüm, yaşamın inanılmaz çeşitliliğine dair ilk belirtinin ortaya çıktığı zamana giderek, 4 milyar yıl öncesi ile açılıyor. Tek bir küçük canlı hücre, her şeyin atası olan SEOA (Son evrensel ortak ata, ingilizcede LUCA), ardından 450 milyon yıl öncesinde okyanuslardaki basit yaşam formları, omurgasız hayvanları görüyoruz. “İlk Sınır” isimli ikinci bölümü ile milyarlarca yıl sonra doğal elementler ve afetler tarafından yerle bir edilmiş okyanusun altına bizleri indirdikten sonra “Kara İstilacıları” isimli üçüncü bölümü ile dinozorlar çağından milyonlarca yıl öncesine gezegenimize hükmeden iki büyük hanedanla açıyor hikâyesini. Zırhlı ilkel sürüngen türü olan ve 25 milyon yıl önce karadaki en büyük canlı olan Scutosaurus’ları yani gezegende dolaşan ilk dev otçulları izliyoruz. Tarihteki üçüncü yok oluştan sonrasına geçiyoruz ve Lystrosaurus’un hikâyesine göz atıyoruz. İki buçuk milyon yıl önce Buzul Çağı’nın etkisinin ne denli büyük olduğunu gözlerim sonuna kadar açık izledim.

Babunların DNA’larının yüzde 94’ünü bizimle paylaştığını ve hikâyemizin büyük bir kısmına da ortak olduğunu izlerken, Buzul Çağı’nın sonunda gelen bolluk dönemi olan ve Holosen Devri olarak bilinen, büyük iklim dengesi döneminin başlamasıyla ekran adeta rengarenk oldu. Dünyanın her köşesinde yaşamın gelişmesini sağlayan bu dönemin ardından ortaya çıkan, yeni bir yırtıcının yayılmasına yol açan ve kurtlar gibi gruplar halinde avlanan bizleri görünce tedirginliğim had safhaya ulaştı. Holosen’in başlarında Afrika’dan Dünya’nın her kıtasına yayılan insanların dünyanın en tehlikeli yırtıcısı haline gelmiş olmaları, 4 milyar geriden başladığımız hikâyede beni en çok korkutan gelişme oldu. Zekâ ve beceri ile yükselişimizin, kara hayvanlarının küresel olarak yok olmasına yol açtığını ama eğer olağanüstü bir şeyler yapmamış olsaydık da hikâyesi en kısa sürecek tür olduğumuzu gördüm. Holosen’in dengeli ikliminin atalarımıza sağladığı olanak ile bir zamanlar vahşi olan şeyler ya evcilleştirildi ya da yitip gitti. Başarımızın kendimiz ve gezegen için olumsuz sonuçları oldu ve şu anda sonraki kitlesel yok oluşa biz sebep oluyoruz. Şimdiye kadar Dünya beş tane kıyamet olayı yaşadı ve tüm bunları gösteren bu belgesel dizisi  şimdi, şu anda büyük bir hızla altıncıya doğru ilerlediğimizi çok güçlü bir şekilde gösteriyor. Kitlesel yok oluşu 66 milyon yıldır hissetmemiş olan Dünya’da gelecek yok oluştan sonra bu sefer hangi türün baskın olacağını merak ederek belgeseli bitirdim.

İZLEMELİ MİYİM?

Evrim uzmanlarının da beğendiği bu belgeseli umarım izlersiniz. “Gezegenimizdeki Yaşam”, Dünya'nın biyolojik çeşitliliğinin zenginliğini ve aynı zamanda evrimi için ihtiyaç duyduğu acı verici derecede uzun jeolojik zaman çizelgelerini vurguluyor. Morgan Freeman'ın anne sütlacı gibi karşı konulamaz lezzetteki renkli ses tonlarıyla anlatılan, isteyebileceğiniz tüm tarih öncesi bilgilerin en son teknoloji ile görselleştirildiği, son derece kafa açıcı ve eğlenceli bir belgesel. Dünya ile organizmalar arasındaki dinamik ilişkiyi açıklarken de gerçekten çok başarılı; bu ikisinin nasıl ayrılmaz bir şekilde iç içe geçmiş olduğunu görmek ise paha biçilemez. Bunların dışında sadece son 50 yılda vahşi yaşam nüfusunun ortalama yüzde 70 azaldığını ve bu sefer bunun sorumlusunun sadece biz olduğumuzu bilmek de tedirgin edici. Tek diyebileceğim çözüm anahtarı geçmişte ve hiçbir şey sonsuza kadar sürmez.