Seçim sonuçları müthiş bir toplumsal örgütsüzlük olduğunu gösteriyor. Anlaşılıyor ki, sendikalar, ilerici sivil toplum örgütleri ve sol/sosyalist çevreler yaşanmakta olan krizlerin kapitalizmin, neoliberal döneminde yoğunlaşan sistemik krizleri olduğu göstermekte etkili olamadılar.

Arjantin’de seçimlerin kaybedeni ülkenin %99’u oldu!

Aylin Topal - ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Latin ve Kuzey Amerika Çalışmaları Başkanı 

Tam iki hafta önce bugün Javier Milei %55,69’la Arjantin tarihinin en büyük seçim galibiyetini elde etti. Arjantin seçimleri içinden geçmekte olduğumuz hastalıklı zamanların tüm semptomlarını taşıyan bir dönemeç. Hastalıklı zamanlar derken giderek derinleşen ekonomik krizleri, salgınları, savaşları ve iklim krizini kastediyorum. Topyekûn bir kriz halini kastediyorum.  

2018 yılından beri derinleşen ekonomik depresyon üzerine COVID-19 pandemisi ve Rusya-Ukrayna savaşının ekonomik etkiler ve bunlar yetmezmiş gibi son 2 yıldır süregiden kuraklıkla düşen tarımsal üretim ve ticaret… Tüm bu krizlerin bağlamında enflasyon oranlarının %140’lar dolayına tırmandığı bir ortamda yapılan seçimlerden, bir önceki dönemin Ekonomi Bakanı Sergio Massa’nın galip çıkmasını beklemek belki pek gerçekçi değildi. Ancak 14 milyon Arjantinli seçmenin desteğini alan Milei’nin seçim vaatleriyle Arjantin halkının ezici çoğunluğunun sorunları arasındaki uyumsuzluk oldukça düşündürücü. 

Merkez Bankasını kapatmak ve ABD dolarını resmî para birimi yapmak gibi vaatlerinin yanı sıra eğitim, sağlık, çalışma ve kadın bakanlıkları dahil 11 bakanlığı kapatıp, tüm sosyal destekleri sona erdirmenin, işsizlik ve yoksullukla baş etmeye çalışan Arjantin halkının sorunlarına nasıl çözüm olacağı konusu büyük bir muamma. Çok açık ki, bu politikaların sonuçları ancak halkın %1’inin yüzünü güldürecek. 

Yukarıda saydığım krizlere çözüm olarak Javier Milei liberteryen fikirleriyle iktidara geldi. Liberteryenlik 1929 ekonomik buhranı ve II. Dünya Savaşı sonrasında güçlenen sosyal refah devleti anlayışına karşı devletin sınırlandırılmasını ve bireysel özgürlüklerin korunmasını savunan politik ve iktisadi bir akımdır. Çok kısaca söylersek devletin olmadığı bir siyasal sistem arayışıdır. Bu anarko-kapitalist fikirlerin en yoz hallerinin  Arjantin gibi çoklu krizlerle karşı karşıya kalkmış bir ülkede bugün iktidara gelmesi ne anlama geliyor?  

Tüm dünyada olduğu gibi Arjantin’de de kabaca son elli yıldır özelleştirmeler, sermaye ve ticaret hareketleri serbestliği ve kamu harcamalarının kısılması gibi neoliberal politikalar sonucu devletin toplumsal refahı korumaya yönelik hizmetleri zaten tırpanlanmıştı. 1990’lar boyunca IMF reformlarına sadık kalan hükümet politikaları sonucu 2001 yılında ülkede, tarihinin en derin ekonomik krizlerinden biri yaşandı. Kriz nüfusun %40’ını yoksulluk sınırına getirdi. İşte öyle bir dönemeçte, 2003-15 arasında iktidarda olan Néstor ve Cristina Kirchner’ler döneminde krizin etkilerini azaltmaya yönelik reformlar uygulandı. Bu reformların başlıcaları yoksulluk sınırında yaşanan halkın enerji ihtiyacı için sağlanan subvansiyonlar, hane halklarına temel gelir sağlayan kamu istihdamı ve emeklilik maaşları, parasız eğitim ve sağlık hizmetleri, yoksulluk sınırındaki hanelerin beslenmesi için gıda yardımlarıydı. 

İşte bu liberteryen çıkış, 2001 krizinin yakıcı/yıkıcı etkilerini hafifletmeye yönelik reformlara ve bu reformlarının bir kısmına Alberto Fernandez hükümeti döneminde devam edilmesine ilişkin bir tepkidir. 

Önümüzdeki büyük soru şu: liberteryenlik açıkça sermaye sınıfının, hatta devlete hiç gerek duymadığına ikna olmuş en zengin %1’in, ideolojisiyken, nasıl oluyor da kitlelerden bu kadar destek buluyor?  

Bu seçim sonuçları müthiş bir toplumsal örgütsüzlük olduğunu gösteriyor. Anlaşılıyor ki, sendikalar, ilerici sivil toplum örgütleri ve sol/sosyalist çevreler yaşanmakta olan krizlerin kapitalizmin, neoliberal döneminde yoğunlaşan sistemik krizleri olduğu göstermekte etkili olamadılar. Şüphesiz bu örgütsüzlük ve sözünü duyuramama hali Arjantin’e özgü bir durum değil. Bu satırları okurken “bu anlatılan bizim hikâyemiz” diye düşünüyorsunuzdur. 

Ancak, Arjantin solunun elinde güçlü bir argüman vardı. Yaşanan makroekonomik kriz ve depresyonun asıl sorumlusu 2015-19 döneminde iktidarda olan sağcı Mauricio Macri yönetimiydi. Bu iddia yeterince güçlü bir biçimde gündemde tutulamadı. Macri yönetimi 2018 yılında, seçimlerden bir yıl önce, IMF ile yapılan stand-by anlaşması çerçevesinde rekor düzeyde 57 milyar dolarlık bir borç aldı. Ve tabii ki ertesinde uygulanan IMF reformları vardı. Bugün yaşanan çok boyutlu krizin asıl sorumlusu IMF ile yapılan ve Peronist Fernandez  hükümeti tarafından da sürdürülen IMF anlaşmaları ve borç sarmalıdır. Ülkenin 2001 krizine giden yakın tarihi de açıkça bu nedenselliği göstermektedir.  

Geçtiğimiz hafta Arjantin sokakları Milei destekçilerinin kutlamalarıyla doldu. Ancak, ne yazık ki çok kısa zaman içinde bu zafer sarhoşluğu hali yerini hayal kırıklığına ve öfkeye bırakacak. Milei’nin söz verdiği “yeni sayfa”, “yeni başlangıç”, “Arjantin’i yeniden güçlü yapma” vaatlerinin ülkenin yalnızca %1’inin menfaatini kolladığı gerçeği çok kısa bir süre sonra anlaşılınca Arjantin sokakları bu kez protesto eylemlerine sahne olacak. Olmalı!