"Şmdi genç olmak lazım" diye yazmıştım ya, düşündüm de; biraz çocuk da olmak lazım. Çocuk aklı deyip geçmemeli, o aklın en önemli özelliği kirlenmemiş olması. Bizim akıl oyunlarımızı kavramakta zorlanıyor belki, ama bir kez bir şeyi anlar ve benimserse...

"Şmdi genç olmak lazım" diye yazmıştım ya, düşündüm de; biraz çocuk da olmak lazım. Çocuk aklı deyip geçmemeli, o aklın en önemli özelliği kirlenmemiş olması. Bizim akıl oyunlarımızı kavramakta zorlanıyor belki, ama bir kez bir şeyi anlar ve benimserse o akıl, bir daha hiç bırakmayacağı dupduru bir bakış açısı oluyor.

"Cumhuriyet mitingleri"ni bizim büyük akıllarımız, hem de solcu büyük akıllarımız, farklı farklı yorumluyor. Üzerinde anlaştığımız tek şey bu mitinglerin orta sınıf karakteri.

BirGün'de Cemil Ertem insanları meydanlara çeken iki dinamik olduğunu vurgulayıp: "Birincisi küreselleşen tekelci burjuvazinin artık yanında istemediği ve sıradanlaştırdığı asker-si-vil bürokrasinin itirazı ve mücadelesi. İkincisi iktidar hissini ve gücünü bu asker-sivil bürokrasiden alan ve kendilerini bu şekilde ayrıcalıklı hisseden yarı-aydın, yarı eğitimli orta sınıfın, seçkin beyaztürk olma şanslarını kaybetme korkusuna dayalı itiraz ve mücadele" diye yazdı ve "mitinge katılanların şeriat diye bir korkusu olmadığım" da ekleyip, buradan "orta sınıfın akıl dışı diktatörlüğü "nün çıkacağını ileri sürdü.

Dün, Cumhuriyette Ergin Yıldızoğlu ise İngiltere Savunma Bakanlığı bünyesindeki bir kuruluşun hazırladığı "Küresel Stratejik Trendler 2007-2036" başlıklı bir rapora işaret edip, bu orta sınıf tepkilerinin Türkiye'ye özgü değil küresel bir durum olduğunu, yeni orta sınıfın daha çok işgücünü satarak var olan, eskisinden farklı olarak iyi eğitimli ve dil bilen bir kesim olduğunu belirtip, buradan zinhar otoriter birşey çıkmaz demeye getirdi. Bir tür "yeni proleter-ya" olarak da tanımlanan orta sınıfın yüksek yatay, demokratik ve kendiliğinden örgütlenme kapasitesi nedeniyle egeleneksel orta sınıftan farklı olarak "otoriter siyasi hareketlerin etkisi altına girme eğiliminin zayıf olduğu"nu yazdı.

Ben, o meydanlarda her iki potansiyelin de olduğu, ne "diktatörlük istiyorlar" deyip sırt çevirmenin, ne de orada sadece ilerici devrimci bir potansiyel görüp neşelenmenin doğru olduğu kanısındayım. Sosyalistlerin o mitinglere katılanlarla diyalog kanallarını açık tutmaları ve ilişkide olmaları gerektiğini, orada sosyalist söylemlere en açık insanların da bulunduğunu yazdım.

Yalnız, benim işim biraz zor. Bunları bayrak denizine dönmüş meydanları TV'den izleyen bizim ufaklığa da anlatmak zorundayım. Bu yaşta bir iki yabancı ülke görünce Türkiye algısı da karıştı bizimkinin. Türkiye'yi evimizin olduğu yer sanıyor ve 20 km öteye, Gölbaşı'na gitsek, sıkıldığında "Ne zaman Türkiye'ye döneceğiz?" diye başlıyor mızmıza. Çocuk sahipleri bilir, bitmez tükenmez bir merakla "Bu ne, bu ne?" diye sordukları bir dönem vardır.

Biz bu aşamayı geçtik; "Ne?"nin yerini "Neden?" aldı şimdi. "Baba neden herkeste bayrak var?", "O bizim bayrağımız. Sen neden bayrak alıp gitmiyorsun?" Orta sınıf tahlilleri üzerinden polemik kolay, sıkıysa bu sorulara yanıt verin. Bayrağı ve Türkiye'yi de birbirinden ayırmak olmaz. İkisini birlikte açıklamaya çalışıyorum:

"Bak oğlum, Ankara da Türkiye, Gölbaşı da Türkiye, Niksar da İstanbul da... Türkiye büyük bir ülke. Bizim evi düşün. Senin odan var, ağabeyinin odası var, salon, yatak odası, banyo, tuvalet var... Hepsi ayrı ayrı odalar ama onların hepsi birlikte bizim ev. Bizim evin odaları gibi, bütün o şehirler Türkiye'nin içinde. Bayrak, bu odaların hepsini, bizim evin tümünü temsil ediyor. Bu evde yaşayan hepimiz bayrağımızı severiz. Ama, mesela sen, odana giren abinle kavga ederken, abinin üzerine bayrak sallayarak gidersen, o zaman bayrak bütün evin değil de odalardan birinin sembolü gibi anlaşılabilir. Abin öyle hissedebilir. Birbiriniz-le bayrak sallayarak kavga ederseniz, birinizden biriniz evden soğuyabilirsiniz. Bu tehlikelidir, bizi böler. Ben Türkiye'de yaşayan herkesi aynı evde yaşayan bir aile gibi düşündüğümden, kendi aramızdaki tartışmalarda bayrak sallamayı doğru bulmuyorum."

"Haaa..." diyor Toprak, "Anladım". Dedim ya, bazı şeyleri anlamak için biraz çocuk da olmak lazım.