Ülkeyi İslamcı faşist bir rejime zorlayan gerici hareket, azgın bir azınlıktan ibaret. Sanıldığı gibi, iktidarı elinde tutmasına karşın güçlü değil. İslamo-faşizm, gücünü muhaliflerin örgütsel dağınıklığından, ideolojik bir berraklığa sahip olmamasından alıyor.

Seçimlerden sonra giderek artan, iktidar desteğiyle çığırından çıkan gerici saldırılar, bütün yaşamı kuşatmaya başladı. Cumhuriyetin kazanımlarına, insanlığın ilerici birikimine, aydınlanmaya, laiklik ve seküler yaşama, demokratik hak ve özgürlüklere yönelik bu saldırı dalgası artık belli sınırlara dayandı. Toplum ayrışıyor. 

Sadece Avrupa şampiyonluğunu kazanan kadın ulusal voleybol takımının başarısı karşısında radikal İslamcıların göz aldığı tutum bile, toplumda derin bir saflaşma ve kopuşun yaşandığını göstermeye yetiyor. Festival iptalleri, kültür-sanat sergilerine yönelik baskınlar, içki yasakları, yaşam tarzına yönelik münferit saldırıların ötesine geçti. Bütün ülkeye dayatılan ve dinci faşist bir düzenin kurulmasına ilişkin, çift yönlü bir kıskaca (yukarıdan/iktidar ve aşağıdan/gerici topluluklar) dönüştü. 

Ancak, ortada son derece açık fakat yeterince bilince çıkarılamayan bir olgu var: Ülkeyi bir şeri düzene, İslamcı faşist bir rejime zorlayan gerici hareket azgın bir azınlıktan ibaret. Sanıldığı gibi, iktidarı elinde tutmasına karşın güçlü değil. İslamo-faşizm, gücünü muhaliflerin örgütsel ve politik dağınıklığından, ideolojik bir berraklığa sahip olmamasından alıyor. 

Dolayısıyla; iktidarın, siyasal İslamcı hareketin ve tarihsel gericiliğin güç kaynağı; ilerici güçlerin ve muhalefetin güçsüzlüğüdür. Bu paradoks aşılmadan gerici ablukayı kırmak zordur. 

Burada kritik öneme sahip tespit ve kavram, saldırgan gericiliğin, bir azınlığa, ve fakat azgın bir azınlığa dayanmasıdır. Bu gerçek kavranmadan ne doğru bir mücadele anlayış geliştirilebilir ne de tutarlı ittifaklar oluşturulabilir. 

*** 

Son günlerde BirGün gazetesinin bu durumu saptayarak haberlerinde çok önemli bulduğum yeni bir dil kullanmaya başladığı görülüyor. Arkadaşları kutluyorum. BirGün, İslamcı ve liberal entelijansiyanın ittifakıyla oluşturulan bir illüzyonu parçalayan bu dili, siyasal ve sosyolojik bir tespite dayandırıyor olmalı. Gazete gerici saldırıyı yapanların, yaşam tarzlarına (çağdaş yaşama elbette) müdahale edenlerin “marjinal bir azınlık” olduğunu, sıradan bir olgu gibi ortaya koyuyor. Böyle bir doğallıkla ortaya konulması, yaşamın olağan akışı ve görünümüne de son derece uygun düşüyor. 

Örneğin; 5 Eylül 2023 tarihli BirGün’de yayımlanan, “Marjinal Azınlıktan Gericilik Dayatması” başlıklı haberde şöyle deniyor: “Toplumda bir grup azınlığa karşılık gelen bu gerici oluşumların yasakçı, baskıcı, laiklik, Cumhuriyet, kadın ve LGBTİ düşmanı talepleri toplumun geri kalanının arzusu gibi sunulmak isteniyor.” 

Tam da böyle oluyor. Burada farkındalık yaratan ve dikkat çeken sadece haberdeki “bir grup azınlığa karşılık gelen gericiler” tespiti değildir; bu azgın azınlığın kendi dar ideolojik taleplerini toplumun/milletin büyük çoğunluğunun “arzusu gibi sunmak istedikleri” saptamasıdır. İşte bu saptama, İslamcıların on yıllardır yaptıkları ve sürekli tekrarlayarak genel bir kabule dönüştürmeye çalıştıkları ideolojik-tarihsel hileyi açığa çıkarıyor. İslamcı bir hipoteze dayalı olan “milletin değerleri” illüzyonunu yıkıyor. 

Şeriat isteyenler, İslamo-faşist bir düzeni bütün kurum ve toplumsal/kamusal yaşam tarzıyla inşa etmeyi planlayanlar bu ülkede mutlak bir azınlıktır. AKP’ye oy veren toplum kesimlerinin büyük bölümü de bu “azgın azınlığın” bütün ülkeye, “milletin değerleri” diye yutturmaya çalıştığı düzene karşıdır. Bunu biliyoruz.     

***

İslamcıların yaşam tarzı dayatmasının teolojik ve kültürel kaynaklarının yanı sıra –ki bunlar elbette var- esas olarak kendi tarihimizden kaynaklanan ideolojik, siyasal ve kültürel dayanakları da bulunuyor. Ancak; bunlar yalan, çarpıtma ve siyasal-tarihsel bir sahtekârlığa dayalıdır. Büyük ölçüde Necip Fazıl tarafından üretilen tarihsel palavralardan ibarettir. Öyledir ama, buna inanan ve bütün bir toplum ve ülke projesini bu İslamo-faşist tarih tezlerine dayandıran önemli bir siyasal güç ve gerici entelijensiya da var. Üstelik bunlar iktidar. 

Bu bilimsel dayanaktan yoksun hipotez, açığa çıkarılıp ideolojik bir mücadele, kültürel bir kavga verilmeden gerici saldırıyı püskürtmek ve yenilgiye uğratmak zordur. Şöyle özetlenebilir: Osmanlı-Türk modernleşme süreci ve Cumhuriyet Devrimi sonucunda devlet ile millet birbirine yabancılaştı. Devlet (siz bunu Cumhuriyet olarak anlayın) milletin değerlerinden koptu. Bu kopuş ve yabancılaşma giderek bir düşmanlığa dönüştü. Devleti elinde tutan bir avuç seçkin, milletin değerleri ile savaşmaya, dolayısıyla millet ile kavga etmeye başladı. Bu nedenle, devletle milleti yeniden barıştırmak gerekir. Bu barış da ancak devletin, milletin değerlerine yaklaşmasıyla mümkündür. Bu amaçla, bir avuç Cumhuriyet seçkininin vesayetine son vermek zorunludur. 

İslamcı hipotez kısaca böyledir. Hiç kuşku yok ki; burada “milletin değerleri” denilen ideolojik-kültürel toplam sadece din ve geleneklerden oluşmaktadır. Bu anlamda devlet-millet barışının tek yolu, kamu yaşamı ve bürokrasinin dinselleşmesidir. Üstelik bu dinselleşmenin perspektifi, Sünni İslamcılığın dar ve mezhepçi siyasal yorumudur. Selefiliktir. Siyasal İslamcı hareketin “milletin değerleri” diye üstünü örttüğü ideolojik-kültürel toplam, esas olarak İslamcı faşist siyasal programdan ibarettir. 

Bu büyük bir aldatmacadır. Çünkü Cumhuriyet Devrimi’nin toplumsal temeli ve desteği sanıldığından daha büyüktür. Üstelik 1980 12 Eylül darbesi ve 21 yıllık AKP iktidarının toplumun dokusunu değiştirme çabalarına karşın durum böyledir. Cumhuriyet bir avuç seçkinin değil, toplumun geniş kesimlerinin sahiplendiği bir rejimdir. Laik yaşam, toplumun derinliklerine işlemiş, içselleştirilmiştir. Kökleri sanıldığından güçlüdür. 

İşte bu İslamcı hipotez –ki yaşam tarafından birçok kez yanlışlanmıştır-çökertilmelidir. Bu da ancak ideolojik ve kültürel mücadele ile yapılabilir, muhafazakâr anlayışa yakınlaşarak değil. Muhafazakâr tezleri çökertmeden bu mücadeleyi kazanmak hayaldir. Şeriat talebi toplumun yüzde 8 ila 12’si arasındaki bir kesimden gelmektedir. Çeperiyle birlikte bu oran en çok yüzde 20’ye çıkmaktadır. İşte o yüzde 80’e ulaşmanın yolu dinci-muhafazakâr harekete benzemekle mümkün değildir. Sol ve CHP bunu anlamak zorundadır. Kutsal zalimliğe geçit verilmemelidir.