Aziz Pavlus, şimdilerde hem devrimci filozofların, hem de “radikal ortodoksi”yi temsil eden teologların

Aziz Pavlus, şimdilerde hem devrimci filozofların, hem de “radikal ortodoksi”yi temsil eden teologların ilgi odağında yer alıyor. Erken Hıristiyanlığın bu ilginç ve çelişkili figürünün mektupları yeniden okunuyor, Hıristiyanlığın kuruluşundaki yeri, cemaatle bağları yeniden değerlendiriliyor. Sonuçta “yeni bir Pavlus” beliriyor.

Pavlus Eski ve Yeni Ahitler’i birbirine eklemiş, aralarında bir uyum sağlamıştı. Daha da önemlisi, Hıristiyanlığa Mesihçi bir yorum getirmiş, Kutsal Kitabın anlamını genişletmişti. Onun genişlettiği bu anlam günümüzün yeni Pavlus yorumcularınca derinleştiriyor.

Radikal özgürleşme siyasetleri açısından Pavlus’a ilgiyi başlatan 1977 yılında yayımlanan Aziz Pavlus: Evrenselciliğin Temeli başlıklı kitabıyla Alain Badiou oldu. Ama şu var: Uzun zamandır Ermiş Pavlus üzerine bir film yapmak isteyen Pasolini 1968 Mayıs’ın bir senaryo yazmıştı. Bu, onun ölümüne kadar geçen yedi yıllık süre içinde birkaç kez gözden geçireceği senaryonun ilk biçimiydi. Bunun sinemalaştırılmayı bekleyen bir metin olduğu, dolayısıyla Badiou’nun felsefi metniyle kıyaslanamayacağı söylenebilir. Ancak gerçekte, Pasolini’nin kaleminden çıkan bir senaryodan çok daha fazlasıydı, eleştirel bir metindi söz konusu olan. Aşağıda bunu açmaya çalışacağım, ama önce Badiou’nun tezlerini özetlemek istiyorum.

Badiou, Tarsuslu Aziz Pavlus’un mektuplarını politik olarak okuyor, onu devrimci düşünce ve siyasetin içinde değerlendiriyor, hatta devrimci siyasetin başlangıç noktası olarak alıyor. Pavlus’u yeniden yorumlar ve yürürlüğe koyarken onu dinle, inanç ya da inançsızlıkla ilişkilendirmiyor. Bir karşı-teoloji inşa girişiminde bulunmuyor.


Badiou’nun Pavlus’u hakikat siyaseti yürüten bir militan. Filozof değil, ama teorisyen. Evrenselliğin ve hakikatin ilk teorisyenlerinden. (Pavlus’u politik bir devrimci olarak gören Zizek de onun İsa’nın hemen arkasından geldiğini belirtir, tıpkı Marx’ın omzundan bizlere bakan Lenin gibi . “İsa’ya evet, Pavlus’a hayır” diyenleri, “genç Marx’a evet” diyen, fakat onun düşüncelerinin Lenin tarafından kemikleştirilmesinden yakınan hümanist Marksistlere benzetir. Zizek’e göre Lenin’i atlayarak Marx’ı anlamak mümkün değildir).

Badiou’nun Pavlus’u olaya sadakat örneğidir aynı zamanda. Hakikat sürecini başlatan olaya sadakat gösteren militan özne. Şam yolunda bir parıltı içinde çarmıhtaki İsa’yı gördüğünde bir anda dünya algısı değişmişti. Her şey birdenbire, bir an içinde oldu. O andan itibaren olaya sadakatle bağlandı: “İsa ile birlikte çarmıha gerildim ben de. Şimdi İsa bende yaşıyor”. Korintlilere yazdığı birinci mektupta da “ ...(V)e en son, zamansız doğmuş bir çocuğa benzeyen bana da göründü” der.

Radikal bir kopma, devrimci bilinç edinme anıdır bu. Artık o andan itibaren hiçbir şey eskisi gibi değildir Pavlus için. Olaya bağlanmış ve özneleşmiştir. Hakikatin ve evrenselliğin taşıyıcısı özneye dönüşmüştür.

Pavlus, Korintliler’e mektupda “ Eğer yalnızca sadece bu yaşam için Mesih’e ümit bağlamışsak herkesten daha çok acınacak kişileriz” der. Ama, onun diriliş anlayışında, Mesihçi düşüncesinde öte dünya ölümden sonra gidilecek bir yer niteliği taşımaz. Bu dünya ile öte dünya arasında mekânsal değil, zamansal bir farklılık söz konusudur.

Badiou’nun Pavlus yorumunda Diriliş doğaüstü bir olay, bir mucize olmaktan çıkıyor. Buna göre Diriliş yeryüzüne mutlak yenilik getirmiş bir olaydır. Bu olaya sadakat bir ontoloji sorunudur, bir var olma tarzıdır. Pavlus sadakatiyle aynı zamanda bir siyasal eylem modeli yaratmış, devletin çok ötesinde, yeni bir evrensel toplum oluşturmaya çalışmıştır. Özgürleşme arzusuyla, yasanın öncesinde ve ötesinde, sevgi temelinde bir araya gelen evrensel kardeşlik toplumunun gerçekleşmesi için militanca çaba göstermiştir. Bildik bir ahlakçı değildi Pavlus. Sınırlayan ve buyuran, edimleri düzenleyen yasadan önce günah olmadığını hatırlatmış, ihlal arzusunun olumlamış, yasayı askıya almıştı.

Badiou, Pavlus’un çağdaşımız olduğunu belirtir. Pasolini de onu çağdaşı olarak görmüş ve 60’ların dünyası içinde tahayyül etmişti. Ama şu farkla: Badiou, Mayıs 68’in etkisini, sonuçlarını Pavlus’un Şam Yolu’ndaki deneyimi ile kıyaslar. Daha doğrusu, Mayıs 68 için “benim Şam Yolum” der. Pavlus’un deneyimlediği olayı ve kopmayı, Badiou Mayıs 68’de yaşamıştır. Oysa, Pasolini Avrupa’daki 68’e kuşkuyla bakmış, başkaldıran gençlerin bir süre sonra sistemle uzlaşacaklarını, tüketim toplumu içinde birer konformist olacaklarını ileri sürmüştü. Pavlus’un apokaliptik vizyonunu tüketim toplumunu eleştirmede benimsemişti. Ancak, Avrupa ve Amerika’nın 68’leri arasında bir ayırım yaptığını, Amerikan yeni solunun ve Siyah Panterler’in başkaldırı ve direnişini sahici ve gerçekten radikal bulduğunu da eklemek gerekiyor.


Pasolini’nin Pavlus’u değişik zihinsel evrelerden, farklı bilinç düzeylerinden geçer. Önce Paris’i işgal eden Nazilerle işbirliği yapan ve Stephan’ın ölümünden sorumlu olan bir Pavlus vardır. Sonra dönüşür, entelektüel bir kimlik edinir. Fakat bir yerden sonra yeniden değişim geçirir. Daha doğru bir anlatımla, Pasolini’nin gözünde Pavlus bir noktadan sonra aziz olmaktan çıkar, rahip olur. Badiou’nun deyişiyle Pasolini, “rahipçe öğeler” bulur Pavlus’da . Nietzsche’nin gözleriyle bakar. Zerdüşt’ün rahipler için söylediği “kötü düşman”, “yaşam yoksayıcı” , “yaşam zehirleyici” nitelemelerini onaylar adeta.

Pasolini, Pavlus’u başka bir ışık altında okumuş, onun müphemliğini, dramatik çelişkilerini ele almıştı. Bir anlamda mitlerden arındırmış, tarihselleştirmişti. Birbiriyle çelişen iki Pavlus vardı. İyi ve kötü , kuvvetli ve zayıf, dogmatik ve entelektüel Pavlus(lar). Aslında, Pavlus tanrıda mevcut olan ikilik ve çelişkiyi yeniden üretmişti.