Proje aşamasından nihai kurgusuna kadar her aşamasına tanıklık ettiğim, bir çocuğun büyümesini izler gibi gelişimini gözlemlediğim, şimdiyse yaşam hakkına karşı yapılan saldırıları hayret ve dehşetle izlediğim bir film, Kanun Hükmü...

Devlet baba, bu çocuğun doğmaması için elinden ne geliyorsa yaptı: Bodrum’da çekimler polis zoruyla durduruldu, film ekibi gözaltına alındı, malzemelere el konuldu, daha neler neler!

Ama çocuk ve ailesi çok dirençliydi; tüm maddi olanaksızlıklara ve devlet baba terörüne rağmen, film dünyaya gelmeyi başardı.

Lakin, insan haklarıyla ilgili her türlü girişime, en çok da düşünce ve ifade özgürlüğüne alerjisi olan devlet baba, bu sefer de film-çocuğun nefesini kesmek için uğraşmaya başladı.

Önce Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde gösterimden çıkarıldı ve devlet babanın pek sevgili oğullarından ‘malum başkan’ tarafından ‘malum film’ olarak damgalandı.

Başta otelci kültür bakanı olmak üzere, filmi izlememiş yetkili yetkisiz birçok kişi, Kanun Hükmü’nü resmen ‘terörist’ ilan ettiler.

İzlemeden bir filmi suçlu ilan etmek, sonra da en temel yaşam hakkını, yani gösterimlerini iptal etmek bu ülkede yeni bir şey değil tabii... Hatta anımsarsınız, bizzat Belgesel Sinemacılar Birliği yöneticileri bile izlemedikleri halde, birliğin diğer üyelerince izlenmiş, festivale seçilmiş, yönetmeni davet edilmiş, gösterileceği zaman ve mekân ayarlanmış, katalogda tüm bilgileri yayımlanmış bir filmi, bir kişinin söylemlerine inanarak yasaklamıştı (2006).* Bizzat belgeselciler böyle yapabiliyorsa, Antalya Büyükşehir Belediyesi ‘malum başkan’ı, Çankaya ve Beyoğlu kaymakamları niye yapamasın ki?!

Sorunu ‘izleme-izlememe’ düzeyine indirmek de doğru değil tabii; o zaman da “Peki izledikten sonra suçlu ilan edebiliyor muyuz?” sorusu akla gelebilir. Hayır efendim, edemezsiniz!

İnsanları başka insanların canlarına ve haklarına saldırmaya ya da onları istismar etmeye yönlendirmediği, ırksal, cinsel, dinsel farklılıklar üzerinden düşmanlık yaratmayı amaçlamadığı, faşizm övgüsü yapmadığı sürece, hiçbir filmi suçlu ilan edemezsiniz. Film hakkında konuşabilirsiniz, ‘kötü’ diyebilirsiniz, “beğenmedim”, “kesinlikle onaylamıyorum” vs. diyebilirsiniz; ama bir grup insan tarafından nice emek harcanarak zar zor üretilmiş, başka bir grup insan tarafından başkalarının da izleyebilmesi için seçilmiş bir filmi suçlu ilan edemez, gösterimini yasaklayamazsınız.

İlçede çok sevilen bir doktor ve öğretmenin KHK ile işlerinden atılmasından sonra yaşadıklarını, özellikle Engin Öğretmen’in sesini duyurabilmek için bulduğu inanılmaz derecede naif ve zarif yöntemleri gösteren Kanun Hükmü’nün çilesi orada bitmedi ne yazık ki... Şimdilik sonuncusu İşçi Filmleri Festivali olmak üzere, devlet babanın hastalıklı otoritesiyle pek çok gösterim programından çıkarıldı, girebileceği programlara giremedi. Bu filme yaşam hakkı tanınmadı. Altın Portakal’ın tersine, sansüre karşı Nejla Demirci’yle açık ve net bir dayanışma sergileyen İşçi Filmleri Festivali’nde, filmden sonra yapılacak söyleşi bile yasaklandı!

Devlet baba, yurttaşlarına uyguladığı zulmün anlatılmasını, gösterilmesini, hatta hatırlanmasını bile istemiyor.

Ama devlet babanın bilmesi gerek: Bir gün, yaşam hakkı elinden alınan bu filmin hayatı hakkında da bir film yapılacak. Sonra bir gün devlet baba da ölüp gidecek belki, ama bu filmlerin hepsi yaşayacak...

*O gün yaşananları, bu kararı alanlar yerine gecenin bir vakti bilinçdışından kaynaklanan bir ‘tuş sürçmesi’yle beni arayıp “Eee hocam, şimdi n’apıyoruz katalogları? Gerçekten çöpe atıyor muyuz?” diyen bir genç belgeselci arkadaşımız sayesinde öğrenmiştim. Sonrasında yaratılan rezaletler zincirine bizzat tanık oldum ve karşısında durdum. Belki bir gün daha detaylı anlatırım.